1970'li yıllara kadar Antalya 50 bin nüfuslu bir kentti ama herkes birbirini tanırdı. Babalarımız veya biz çocuklar bir yere yaya gidecek olsak, aşağı-yukarı her gördüğümüz kişiyle selamlaşırdık. Çocukların babalarının arkadaşları ile selamlaşması, daha ziyade başı hafifçe öne eğmek şeklinde olurdu. Bu durum, Antalya'da yaşayan çocuk ve gençlerin belirli bir disiplin içinde olmasını gerektirirdi. Kentin hemen her yerinde bir akraba ya da bir tanıdık bulunurdu. Antalya'da ilk apartman, 1964 yılı Mayıs ayında bugünkü Talya Oteli karşısında tamamlandı. Bu apartmana "Kırk Daireler" deniyordu. Bunu daha sonra 1970'li yılların başında Atatürk ve Güllük Caddeleri üzerinde yapılan apartmanlar izledi. İşte ne olduysa ondan sonra oldu. Antalyalı ev içinde banyo ve tuvalet ile o zaman tanıştı. Eskiden Antalya evlerinde banyo denilen mekân, evin kullanılmayan ve pissu borusunun fosseptiğe bağlandığı küçük bir odasıydı. Bahçede kazan içinde kaynatılan su, bir gaz tenekesinde ılıştırılarak bu odaya getirilir ve bu odada dökme suyla yıkanılırdı. Haftada bir de en yakın hamama gidip temizlenmek adettendi. Tuvalet ise bahçede idi. Bazı evlerde ise sonradan bir ilave ile Hayat'ın bir köşesine iliştirilmişti. Oradan bir dikey boru ile evin fosseptiğine bağlıydı. O zamanlar tuvalet "ev kokar ve evin içine fare çıkar" diye hep evin bahçeye yapılırdı. Antalya'ya yerli turist olarak bayram veya tatil günlerinde, İstanbul, Ankara, İzmir gibi yörelerinden gelenler Antalya'ya hayran kalırlar ve buradan ev satın almak isterlerdi. Ama Antalyalıların "Baba mülkü satılmaz" diye bir geleneği vardı. Kimse kolay kolay mülk satmazdı. Hele miras ise "babamızın, anamızın hatırası" diyerek asla satmaya yanaşmazlardı.
DAMATLAR ZENGİN OLDU
Boş arsalarda zamanla birer birer apartmanlar yükselmeye başlayıp, müteahhitler arsalara yüzde elli daire payı vermeye başlayınca, "Baba yadigarları" satılmadı ama, müteahhitlere verildi. Bahçe içinde yer alan cumbalı iki katlı o güzelim evler yıkıldı, bahçelerindeki meyve ağaçları kesildi. Arıkların üstleri kapatıldı. Mülk edinmek kolaylaşınca, insanlar Antalya'ya akmaya başladı. İşte o zaman, Antalya da Antalyalı da değişmeye başladı. Hele 1973'lerde koruma altına alınınca, Kaleiçi'nin son yerli halkı da Kaleiçi'ni terk etti. Bütün esnaf cadde üzerindeki dükkânların kiraları yükselince, yerlerini hamburgercilere, döner kebapçılara, süslü pahalı mağazalara terk etti. Bugün değer biçilemeyen sahildeki arsaları, eskiden bedavaya bile alan olmazdı. Miras pay edilirken bu verimsiz araziler genellikle kızlara veriliyordu. Kıyılar değerlenince, Antalya'nın damatları zengin oldu. Antalyalı, genellikle kendi halinde yaşamayı sever, sorumluluk getiren görevlerden kaçar. Yaşamayı, doğayı, çiçekleri ve insanları sever. Bu nedenle Antalyalı, kendi kardeş ve akrabalarına yapmadığı yardımın her türlüsünü, mahallesine yeni taşınmış kişiler için yapar. Bütün komşular, pişirdiğinden bir çanak yeni gelen komşuya ikram eder. Ocağına odun getirilip yakılır; halısı-kilimi yoksa, fazlası olan evlerden temin edilip serilir. Antalyalı yaptıkları için bir karşılık beklemez.
YABANCIYA YARDIM EDER
Antalyalı hoş görülüdür. Ancak, bu hoş görüyü daha çok yabancılar için kullanır. Bir süre önceki satırlarda anlatıldığı gibi, Antalya'ya yeni gelenin, yeni ortama alışması ve tek başına ayakta durması için her türlü yardım ve olanak sağlanır. Fakat ne var ki Antalya'ya yerleşen yabancı, Antalyalının bu yardım ve desteğine bir süre sonra alışır; devamını ister. Antalyalı ise, "Kardeşim ben bunu sen Antalya'ya alışasın, tek başına ayakta durabilesin diye yaptım" diyemez. Antalyalı alıngandır. Çabuk darılır, kırılır. Zamanla yabancı tarafından kullanıldığının farkına vararak, bin pişman olup o kişiden uzaklaşmaya başlar. Bu nedenledir ki düne kadar dünyanın en iyi insanı olan Antalyalı, o yabancı için artık "tu-kaka" olmuştur. Hani "Kıyakçılığın sonu, ayakçılıktır" derler ya; işte Antalyalı yardım edeceğim derken, her zaman böyle ayakçı durumuna düşer. Bunları yaşayan Antalyalı, yaptıklarına bin pişman olur. Artık, bundan sonra hiçbir yabancıya yardım etmeme kararı alsa da yeniden bir yabancı görür görmez, misafirperverlik duyguları depreşir ve her şeyi "sil baştan" tekrar yaşamaya başlar. Görüldüğü gibi, Antalyalı olmak zor bir şeydir. Antalyalı, sıcakkanlı ve sevecendir. Antalyalı sokakta dilencilik, serserilik, başkalarına kötülük yapamaz. Antalyalının onuruna fazla düşkün olması, onu bazı meslekleri yapmaktan alıkoymuştur. Antalyalı gösterişi sever. Fakirliğini, sıkıntılarını başkalarından gizler. Antalyalının hırsızlık yaptığı hiç görülmemiştir. Arazi satıp veya gizlice borca girip, gösterişli bir düğünle oğlunu-kızını evlendirir de durumu kimseye belli etmez.
KENTİNDE YABANCI GİBİ
Bugün Antalyalı kabuğuna çekilmiş, olanlardan adeta korkmuş durumda. Antalyalı, eski Antalyalı bir dost görürüm diye aylak aylak Antalya sokaklarında dolaşıyor; eski Antalya günlerini yad etmek için Karaalioğlu Parkı'na gidiyor. Eskiden hiç selamlaşmadığı, ancak şahsen tanıdığı bir Antalyalı görünce hararetle selamlıyor, konuşuyor, dertleşiyor. Kendi kentinde yabancı oldu çünkü Antalyalı. Artık bugünün Antalyalıları turistlere zorla simit satmaya, turistleri ayakkabılarını boyatmaya zorlayan inatçı insanlar; turisti yollarda zorla mağazalara götürmeye çalışan hanutçular olmuşlardır. Kaleçi'nde restore edilen binaların görünüşleri çok güzel, fakat yüzleri pek sıcak değil. Cumbalar, kafesler, çatılar onarılmış, boyanmıştır. Ancak evlerin içleri soğumuştur. Arıklarındaki sular akmaz, kuyularından, çeşmelerinden sular içilmez olmuştur. Çünkü Antalyalı yaşama kültürü artık bu evlerde ortadan kalkmıştır.