Bir de suyu bardakla satan sucular vardı. Bellerindeki deri kuşakta bardak koyma yerleri, ellerinde ibrik ile dolaşan bu sucular, önce bardağı müşterisinin önünde yıkar; suyu öyle müşterisine verirlerdi. Çarşıdaki birçok esnaf bu sucuların daimi müşterisi olurdu. Sucu sattığı her bardak su için, mağazanın kapısının arkasına tebeşir ile bir çizgi çizer; her cumartesi buna göre ödeme yapılırdı. Kışın yağmur sularının zerresi bile boşa harcanmazdı. İlk yağmurlar yağmaya başlayınca, bir süre damdaki toz, toprak temizlensin diye beklenirdi. Yağmurlar damların tozunu, çöpünü iyice yıkadıktan sonra, yağmurlukların ağızları sarnıcın ağzına çevrilirdi. Kış boyunca bu sarnıçlar yağmur suyu ile doldurulur; içine çer-çöp gitmesin diye sular borulardan tülbentle süzülürdü. Bazı Antalya evlerinde saçaktan aşağıya inen yağmur borusunun birkaç metreden sonrası bezdendir. Bu bez boruyla, evin üst ve yer katının musluklu depolarının suyu bittikçe doldurulur; sonra da bu yağmur borusu sarnıca sarkıtılırdı. Eğer sarnıcın etrafında yağmur suyunu toplayacak bina yoksa arıkların suları doldurulur; burada dinlendirilen su yıl boyu kullanılırdı. Sarnıçlar her evde olmasa bile, her sokakta varlıklı veya orta halli ailelerin evlerinde mutlaka vardı. Aynı sokakta oturan komşular sarnıçlı evlere su almaya giderdi. Bu durum 1960'lı yıllara kadar böyle sürüp gitti.
ÖMER EKEN ÇEŞMESİ
Antalya'da içme suyu getirme çalışmaları 1921 yılında mutasarrıf Hilmi (Uran) Bey zamanında başlar. Ancak bu çalışmalar, daha sonraki yıllarda da bir sonuca ulaşmaz. 1942 yılında Vali Haşim İşcan'ın bu konudaki girişimleri, 2. Dünya Savaşı yılları olduğu için ancak Tekir Pınarı suyu şişelenerek kentte satılması ile sınırlı kaldı. Vali Sadri Aka ise Hurma köyündeki Soğucak Pınar Suyu'nu, o sırada kurulmuş olan Yayla Suyu Derneği'nin de katkılarıyla, 1948 yılında önce Konyaaltı Plajı başına, bir yıl sonra da Endüstri Meslek Lisesi'nin önüne getirmeyi başardı. Sonraki yıllarda çalışmalar sürdürülerek su, bugünkü Selekler Çarşısı'nın karşısında bulunan o zamanki Memleket Hastanesi'ne, kısa bir süre sonra da Kalekapısı'ndaki Paşa Camisi'ne kadar getirilerek buraya halkın yararlanabileceği üç çeşme yaptırıldı. Şehirde su şebekesi ancak 1953 yılında tamamlanabilmiştir. 1959 yılında her sokağa Belediye Başkanı Ömer Eken tarafından bir emme-basma tulumba konulmuş; halk bunlara "Ömer Eken Çeşmesi" adını vermişti. O günden sonra da insanlar ellerinde su kovaları ile su kuyularının değil, tulumbaların önlerinde uzun kuyruklar oluşturmaya başladılar. Tulumba başı, akşamları ya da öğleden sonraları bir tür buluşma ve seyir yeri olurdu. Su almaya gelenler, yol üzerinde ya da su başında hasret giderir, gençler kaçamak anlar yaşarlar ya da bazıları yavuklularını görme fırsatı yakalardı. Tulumba başı gençlerin buluşmak için fırsat kolladıkları bir yerdi Bugün 1950'li yılların çocuklarına sorsanız, yaz sıcağında taa nerelerden, evlerine kova kova su taşıdıklarını hatırlayacaklardır. Bugün artık damdan aşağı yağmur sularını akıtan ne oluk kaldı, ne de kova kova taşınacak su. Artık yolları serinletmek için arıklar da yok. Kuyuların çoğu yeni binaların altında kaybolup gitmişler. Kalanlar ise bahçenin bir köşesinde; insanlarla beraber şen, şakrak, eğlenceli o eski günleri düşünür gibiler.
İSKELE'NİN KAYNAK SUYU
Çoğu sakanın birden fazla merkebi olurdu. Bugün "Din-dan.. Aygaz..!" dediği gibi, o günlerde merkeplerin boynundaki çıngırak sesleri sokaktan geçen sucunun habercisi idi. Çıngırağın sesini duyan hanımlar, pencereye koşarlar, cumbadan: "Sucu, sucu" diye seslenirlerdi. Su genellikle İskele'de akan üç kaynaktan doldurulurdu. Bugün bu kaynaklardan ikisi ortada kalmış. Birisi İskele Mescidi'nin altında, diğeri de Yat Limanı amfisinin güneyinde birkaç basamakla inilen yerdedir. O zamanlar bu kaynakların başı ana baba günü gibi kalabalık olur, sırası gelen, tenekelerini doldurur, eşeğine yükler, yollara düşerdi. Bu su yalnız içmek için kullanırdı. Kap-kacak ve çamaşır yıkama ise genellikle her evde akan arık suları ile yapılırdı.