Dernek ve vakıflarda çalışmak, ülkemizde belli zorlukları da beraberinde getiriyor. Sivil toplum adına mücadele vermek hem özel sektör hem de devletten ayrı kendi başına yoluna devam etmek, topluma faydalı olmak için gece gündüz çalışmak demek. Bu alanda öne çıkan bir isim olan Vehbi Koç Vakfı Yönetim Kurulu'nun 15 yıllık başkanı 46 yaşındaki Erdal Yıldırım da 20 yılı aşkın kariyerini, gençlere yol gösterecek bir kitapla taçlandırdı.
Bana Yönetim Kurulunu Söyle Sana Kim Olduğunu Söyleyeyim adlı kitap, sivil toplum çalışanları için yönetim kurullarının önemini vurgulamayı amaçlıyor. Kitapta yönetim kurullarının daha iyi çalışabilmesi için neler yapılması gerektiği, dernek ve vakıflarda çalışma koşulları anlatılıyor. İlk bakışta gözünüze sadece sektör çalışanlarının ilgi duyacağı bir kitap gibi gelse de rahat anlatımıyla kolayca herkesin ilgisini çekebilecek bir kitaba dönüşüyor. Erdal Yıldırım'ın kişisel hikayesi de ilgi çekici. Rizeli bir öğretmen anne ve babanın çocuğu olan, Boğaziçi Üniversitesi'nden mühendis olarak mezun olduktan sonra aynı üniversitenin mezunlar derneğinde çalışarak sektöre giren Yıldırım, ünlü rockçı Aslı'yla evli. Yıldırım bize hem kendi hikayesini hem de Türkiye'de sivil toplumun geçmişini anlattı.
- Rock müzisyeni Aslı'yla evlisiniz, meslekleriniz çok farklı, nasıl tanıştınız, zorluklar yaşıyor musunuz?
- Benim için değil de Aslı için zor oldu. Benim iki hayatım var; bir iş, bir de özel hayatım... Aslı'yla da bir müzisyen arkadaşımızın konserinde tanıştık. Benim zaten müzisyen arkadaşlarım vardı. Aslı'yla tanıştıktan sonra farklı bir hayata girmedim. Ama Aslı, benimle tanıştıktan sonra farklı bir hayata girdi. Benim kurumsal hayatım farklı, bir rock müzisyeni için hiç alışık olduğu hayat değil. Zaman zaman zorluklar oldu.
-
Sizin müzikle aranız nasıl?
- Amatörce bir şeyler çalıyorum. Profesyonel müzisyenleri gördükten sonra onlara saygımdan, yerimi biliyorum.
-
Sivil toplum kuruluşları üzerine kitabınız yeni çıktı.
- Ben sivil toplum yerine 'üçüncü sektör' tanımını kullanmayı daha çok seviyorum. Devlet ve özel sektör dışında kalan her tür sektörü üçüncü sektör olarak görüyorum. Üniversiteye 1981'de girdim. 1978-1981 arasında Kabataş Erkek Lisesi'nde okudum. Siyasi ortamın haraketli olduğu bir liseydi. O dönemi yaşadım. Darbeden sonra o dönem kurulu olan derneklerin hiçbiri kalmadı. Şimdi geriye bakınca üçüncü sektörü oluşturan bu dernek ve vakıfların yaşadıklarını, iniş ve çıkışları daha net görebiliyorum. Mesela 1999 depremi olduğu zaman AKUT, Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfı ve birkaç yerel vakıf daha, çok ciddi bir rol üstlendi. O zaman sivil toplum, devletin yapamadığını yaptı ve yapamadığını yapacak diye bir rüzgar oldu. Ben o zaman da çok temkinli yaklaşmıştım. Çünkü doğal afetler ani bir şok ve travma yaratıyor. Ama travmanın etkisi geçtikten sonra sular duruluyor.
- Siz ilk başladığınızda nasıl tepkiler alıyordunuz?
- Boğaziçi'nde çalışmaya başladığımda bana 'İş mi bulamadın?' diye samimi olarak sormuşlardı. Çünkü tercih edilen bir iş değildi. Şimdi hiç öyle bir durum yok. Gençler özellikle çok istekli, ama bu talebin karşısında arz yok. Yeterli alan yok. Bu alanda çalışmak isteyen birileriyle çok sık karşılaşıyorum ama onlara önerebileceğim spesifik yerler yok aslında.
- Böyle bir ortamda, siz bu mesleğe yönelmeye nasıl cesaret ettiniz?
- Boğaziçi Üniversitesi'nde mühendislik bölümüne başladım. Buradaki öğrenci kulüpleri ve sosyal hayat hem kişisel gelişimimde hem de mesleğimde önemli rol oynadı. Beş gün okula giderdim, hafta sonu yine okula giderdim. Okulu seven bir öğrenci olarak okuldan bir iş teklifi şeklinde algıladım.
-
Üçüncü sektörün devletle ilişkisini nasıl görüyorsunuz?
- Türkiye'de devletin vakıf ve derneklere bakışı öteden beri, 'Bir dikkat edelim,' şeklinde olmuştur. Özellikle vakıf ve derneklere... Toplumsal hafıza, birdenbire sıfırlanıp da beyaz bir sayfa açılmıyor. 1980 darbesinden sonra dernekler, tamamen siyasi kurumlar olarak algılandı. AB'ye uyum yasaları sayesinde belli haklara kavuştuk. Yoksa bundan beş altı yıl öncesine kadar dernek kurmak için karakola gidip baş vuruyordunuz. Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği'nin genel seketeriydim, bizi denetlemeye sivil bir polis memuru gelirdi. Devletle üçüncü sektörün bir arada çalışmasının ise hem iyi hem de kötü tarafları olabilir. Örneğin devlet bir yerde huzurevi açacağına, çok daha az bir bütçeyle bir vakıfa yardım ederek, vatandaşın aynı hizmeti almasını sağlayabilir. Ama devlet, sivil toplum kuruluşunun önemli bir finansörüyse, politik görüş ayrılıkları olduğunda, o kuruluşun bu kaynağını kaybetme riski doğar. Öte yandan üçüncü sektör, aslında en güvenilir alan.