ÇOĞU KÜÇÜK ÇOCUK
Öyle bir kitap yazacakmış ki Boo, bu bir şehrin varoşlarını orada yaşayanların gözünden anlatacakmış. Yazar kaybolacak, müzik susacak, sosyoloji veya siyasetin tumturaklı sözcükleri görünmez olacak, geriye yalnızca en çarpıcı haliyle hakikat kalacakmış. Anlatacağı karakterler, isimleriyle, yaptıkları işlerle, adresleri ve deneyimleriyle bütünüyle gerçek olacakmış. Kitap, onların yaşamlarındaki bir yılı en ufak ayrıntısına dek anlatmaya koyuluyor. Okurken karakterlerini arkalarına birer film kamerası yerleştirilmiş gibi izliyoruz: Her hareketlerini, karşılaştıkları her tuhaf durumu, yaşadıkları felaketlere verdikleri her tepkiyi kendimiz yaşamız gibi oluyoruz böylece. Boo'nun karakterlerinin çoğu küçük çocuklar. Bir yanda çöp toplayıcılığı yapan, bulduğu çöpleri satarak zengin olma yolları arayan müteşebbis Abdul var. Diğer yanda hayatı taşrada yoksulluk içinde geçmiş Asha; kendisi Abdul ve ailesinin yaşadığı Annawadi varoşunun yöneticisi. Yoksullara kendi işlerini oluşturmaları için ufak krediler vererek ekonomiye hareket getiren mikro kredi projelerinin Annawadi'deki temsilcisi aynı zamanda. Asha, kızı Manju'ya iyi bir eğitim sağlamak ve orta sınıfın konforuna onunla birlikte dahil olabilme hayalleriyle üstlenmiş bu işi. Bir de hırsızlık yapan Kalu var, hayatı karakollarda dayak yiyerek geçiyor çoğunlukla. Son olarak tek bacaklı Fatima: Abdul'lerin komşusu. Bir gün iki aile arasında çıkan kavganın ardından kendini ateşe veriyor. Zaten kitap da Abdul'un haksız yere Fatima'yı öldürmekle suçlanmasıyla başlıyor.
ARAŞTIRMA SÜRECİ ÜÇ BUÇUK YIL SÜRDÜ
Boo'nun 3 binden fazla belgeyi inceleyerek, bir grup çevirmenle Annawadi bölgesine ziyaretler yaparak yazdığı kitabın yalnızca araştırma safhası üç buçuk sene sürmüş. Boo bu aşamada yazılı notlar, bir fotoğraf makinesi, ses kayıt cihazı ve video kamera ile çalışmış. Sonra bir adım ileri gitmiş, hikayesini anlattığı karakterlere ufak birer video kamera vermiş ve onlardan yaşadıklarını kaydetmelerini istemiş. Onlar ne gördüyse onu görmüş, onlar hangi açıdan baktıysa o da hakikate o açıdan bakmış. Behind the Beautiful Forevers, adını bir İtalyan fayans markasının Mumbai'deki reklam panolarından alıyor. 'Sonsuza Dek Güzel' (Beautiful Forever) diyen bu reklamlar Mumbai'de yükselen yeni kapitalizmin güzellik ve sonsuzluk vaat eden çifte mesajını içeriyor. Ama Annawadi gerçekten de varoşundaki çocukların çöpler arasında uzanarak seyrettiği uçaklardan inen zengin turistler dışındakiler için de bir güzellik içeriyor mu? Yoksulluk çok hakiki bir biçimde resmedildiğinde güzel bir şeye de dönüşebilir mi? Boo kitapta böyle zor soruları yanıtlamamızı istiyor bizden.
GEORGE ORWELL'LE MUKAYESE EDİLİYOR
Dickens kitaplarından çıkmış gibi duran karakterleri ve onların hayatını David Simon'ın HBO'da yayınlanan, Baltimore şehrini anlatan efsanevi dizisi The Wire gibi, her çehresiyle anlatma azmiyle Behind the Beautiful Forevers, gazeteciler için bir ders niteliğinde. Sonsözde de söylediği gibi Boo bu kitabı bir adama âşık olduktan sonra tanıştığı bir ülkeye duyduğu aşkla yazmış. Romatoid artrit hastası olan, hareket etmekte zorlanan, kırılgan bir kadının, Katherine Boo'nun bugün George Orwell kitaplarıyla mukayese edilen, ABD'de Ulusal Kitap Ödülü'nü kazanan kitabı, gazeteciliği romancılığa bu kadar yaklaştırdığı için, anlattığı insan öyküleriyle okurun arasından bu kadar zarif bir biçimde çekilmeyi başardığı için kıymetli. Ayrıca Benjamin'in sözünü onayladığı için de. Gerçekten de karşımızda yeni bir biçimi başlatan özel bir vaka var.