- Nedir sizin bu kendinizle barışık olma halinizin sırrı?
- Şebnem Bozoklu: Kendinizi ciddiye almamakla ilgili bir şey. Biz hayatı önemsiyoruz, kendimizi de alınması gerektiği kadar ciddiye alıyoruz. Ama Ezgi'nin de benim de etrafımız, kendini aşırı derecede önemseyen insanlarla dolu. Benim için kıymetli olan kendine gol atabilen insandır. Etrafımda da böyle insanlar olsun istiyorum.
- Ezgi Mola: Gol atacaksın, gol atmadan olmuyor. Geldik, gidiyoruz. Nefes alıyorsan zaten önemlisin. Sen de önemlisin, ben de. Ama bunu gözümüze sokmaya gerek var mı arkadaşım? Çok önemli işler yapıyorsun tamam, bunu görüyoruz ama bunun altını sürekli çizip durma! Kağıt yırtılıyor, o kadar çok çizilince...
- Yani biraz hayatı akışına bırakmak gerekiyor?
- E. M: Zaten gülen, çevresini seven insanlar hayatın tadını daha iyi çıkarıyor. Haa biz sürekli gülen insanlar da değiliz. Yeri geliyor zırıl zırıl ağlıyoruz da. Yeri geliyor saçma bir şeye kafayı takıp üzülüyoruz. Melankolik hallerimiz de oluyor. Galiba coşkulu yaşamaktan hoşlanıyoruz.
- Ş. B: Hayattır, olur. Hani bize öğretilen doğrular vardır ya, mesela ben kendimi hiç doğru davranmak zorunda hissetmedim. Bu konuda kendime karşı esneğim. Bazen başarısız bir karar verirsiniz, bazen hata yapabilirsiniz. Böyle düşününce rahatlıyorsunuz da...
- Uzun yıllara dayanan bir dostluğunuz varmış.
- Ş. B: 2000 yılından beri arkadaşız. Biz çok uzun yıllar birbirimizin dizinin dibindeydik.
- E. M: Vay be 14 yıl geçmiş. Valla biz birbirimizde kalırdık, odaya geçerdik sınava çalışacağız diye, kakara kiriri yapardık. Hatırlasana Şebnem, bir de o sınavlardan 100 alırdık ya... Hayatımızın en güzel dönemleriydi.
- 14 yıl sizin gözünüzde nasıl geçti?
- Ş. B: Son yıllarda farklı projelerde yer almaya başladıkça daha az görüşür olduk. Ama o dipteki damar hep kaynar. Görüşmeye başlayınca hemen kendi dilimizle konuşmaya başlarız. Biraz önce öyle oldu zaten. Bir anda ortamdan koptuk.
- E. M: Görüşemeyince zaten tatlı sitem mesajları atıyoruz birbirime. Özlüyoruz çünkü...
ZAAFLARINLA YÜZLEŞECEKSİN
- Unutamadığınız anlar var mı?
- E. M: Yaklaşık iki yıl önce Kars'ta Soğuk'u çekerken Oscar törenini birlikte izleyelim dedik. Şebo'nun odasına gittik. Yorganları üzerimize çektik. 'Ay bu bunu giymiş, ay bu nasıl makyaj?' diye diye sabahı ettik. Sabahın dördünde bir de Kars'ın ünlü bal kaymağından istedik. Bir güzel onu da yedik. Kendi kendimize de 'Çok çalışıyoruz, yakarız biz kalorileri' dedik.
- Ş. B: Bak benim de unutamadığım bir gecedir. Çünkü eskiden Ezgi ile itiraf gecelerimiz vardı. Ya ben onlara ya da Ezgi bize gelir bir güzel anne yemekleri yer ve odaya çekilirdik. Sabaha kadar kikir kikir acı tatlı itiraflarda bulunurduk. İşte o Oscar gecesi için İtiraf Volume 100 diyebilirim.
- E. M: İşte görüşemediğimiz zamanların acısını böyle çıkarıyoruz şekerim! Tam da kaldığımız yerden devam ediyoruz.
- İlişkiniz başladığı gibi devam ediyor yani.
- Ş. B: Bence daha da güçlendi. Ezgi'yi görünce gülmeye başlama hissi ben de hiç kaybolmuyor.
- E. M: Birbirimize karşı tabiri caizse çok çıplak kaldığımız zamanlar oldu. Zaaflarımızı cesaretle birbirimize söylemişizdir ve bundan da rahatsızlık duymamışızdır. İnsan zaaflarıyla var. Kendinle barışık olmanın bir yolu da bu zaafları yüksek sesle söyleyebilmek. Sinemada, tiyatroda anlatılan o hikayelerde insanları felakete sürükleyen şeyin o zaafları yok sayma, gizleme olduğunu görüyoruz zaten. Zaaflarınla yüzleşeceksin, yeri gelecek onlara güleceksin.
- Ş.B: Aynen. Zaten Hulk gibi Terminatör insanlarla dolu etrafımız. Uçak çarpsa hiçbir şey olmayacakmış gibi duran insanlar var. Öyle şey olabilir mi? Süper kahramanlar dünyasında mı yaşıyoruz?
- Bu dostluğun kamera önüne yansıması nasıl oluyor?
- Ş.B: Canım Ailem dizisinde üçlü kız kardeşin ilk sahnesini çekerken köpürtmek gerekiyordu. Ezgi ile biz karşılıklı birbirimize gol atmaya başladık. Ezgi gülme krizine girdi. Baktık çok iyi oluyor. Devam ettik.
- E. M: Hatta Funda (Eryiğit) da baktı biz coşuyoruz o da katıldı. Böyle bir ilişkimiz olmasa o seyircinin aldığı enerjiyi üretemezdik.
- Sizin neşeniz ve enerjiniz ve karşılıklı ortaya çıkardığınız enerji, bana sinemamızın komik kadınlarını hatırlatıyor. Ama onlar hep ikinci planda kaldılar.
- Ş. B: Evet ya, şöyle bayıla bayıla bir Adile Naşit, Ayşen Gruda ya da Perran Kutman filmi izleyemedik. Bu kadar canavar gibi iyi oyuncuların üzerine kadın hikayesi kurulmamış! Ya kadın yazar sorunu ya da sinema sektöründeki erkek egemen yapı mı, bunun sebebi üzerine düşünmek gerek.
- E. M: Canım Ailem'de kadının hikayede öncü olduğu, komik olabildiğini de gördük. Galiba ihtiyacımız biraz cesaret.
Doğru bir kadın ve çocuk politikasına ihtiyacımız var
- 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Kadın sorunu nasıl çözülür sizce?
- Ş. B: Daha doğru bir kadın politikasına ihtiyacımız olduğu aşikar. Yaşanan onca acı olay bunun göstergeleri değil mi? Bir an evvel bu konuda bir hukuksal düzenleme yapılmasını istiyorum. Çocuk gelin sorununun çözümü için de daha fazla gayret edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
- E. M: Yasalarda açıklarımız var. Kadına şiddet konusunda ciddi yaptırımları olan yasalar çıkarılmalı. Ayrıca özellikle Anadolu'da küçük gelin ayıbı devam ediyor. Bunun üstesinden gelinecek politikalar üretilmeli.
Kadınların yarattığı komedi evde kalıyor
- Peki çevrenizde sizin hamurunuza su veren kadınlar var mıydı?
- Ş. B: Olmaz mı? Annem bir şahsiyettir, Ezgi'nin annesini görmeniz lazım. Biz bu insanlarla büyüdük, küçüklükten beri arkadaşız. Birbirimizin evlerine gider gelirdik. Hayatımda hiçbir şeye ailemdeki kadınlara, teyzemlere güldüğüm kadar gülmedim. Bu insanlar bu komiklikleri bir performans olarak yapmıyor. Bir Aysel Teyzem var. Mutfakta Türk kahvesi yaparken onu izleseniz, gülmekten karnınız acır. Sizi mahveder. Bu tanıştığım birçok kadın için geçerli.
- E. M: Komik olmaya çalışmadan öyle güzel hikayeler anlatırlar ki... Katıla katıla gülersiniz. Tabii armut da dibine düşüyor. Annelerden etkilenmemek mümkün mü? Ne kadar anneme çekmeyeceğim deseniz de olmuyor ve ona benziyorsunuz.
- İşte o kadın hallerini sinemaya neden yansıtamıyoruz?
- Ş. B: Bu mizah, bu komedi algısı dört duvar arasında kalıyor. Bunun sebebi de kadının konumlandırılışı. Kadını evin içine sıkıştırınca o komedi dışarı çıkamıyor.
- Sizce o duvarların yıkılma ihtimali var mı?
- Ş. B: Var tabii. Neden olmasın...
- E. M: Öyle bir şey olsa patlar valla... Umarım da olur.
Uğur Abi ne istediğini bilen bir yönetmen
- Soğuk'u Kars'ta çektiniz. Soğuğu meşhurdur. Hazırlık mıydınız?
- Ş. B: Kars soğuk onu biliyordum. Ama o kadar soğuk olacağını tahmin etmiyordum. Mesela minibüsün motor yağı donuyordu. Sette öğlen yemeği yerken çok kişinin dudağına çatal yapıştı. Bazen çalıştığımız yerde sadece kurtların ayak izleri oluyordu.
- E. M: O soğuk, tekinsizlik insan ilişkilerine de yansıyor. Filmin ismi bunun için Soğuk
. - Soğuk ile ilgili teklif size o sıcak Canım Ailem dizisinde mi geldi?
- E. M: Öyle oldu vallahi.
- Ş. B: Filmi ilk duyduğum yer Canım Ailem karavanı. Uğur Abi (Yücel) orada paylaştı benimle hikayeyi.
- Uzun bir dönem Uğur Yücel ile rol arkadaşıydınız sonra yönetmeniniz oldu, bir şeyler değişti mi?
- Ş. B: Birlikte uzun zaman geçirince arkadaş oluyorsunuz. Arkadaşınızın setinde oyuncu olmak büyük konfor. Ama 'Nasıl bir yönetmen Uğur Yücel?' derseniz. Cevabım, 'ne istediğini çok net bilen biri' olur.
- E. M: Aynen Şebo'nun söylediği gibi kafası net bir yönetmen.
- Peki epey bir festival dolaştı film. Berlinale'de gösterildi oralarda nasıl tepkiler geldi?
- Ş. B: İlk defa Berlin'de izledim. Çok gururlu ve heyecanlıydım. Bence bir filmin başına gelecek en güzey şey festival gezmek. Soğuk da Berlin, Sırbistan, Almanya, İtalya ve Türkiye'de İstanbul ve Adana'daki festivallerde gösterildi.