Türkiye'nin en iyi haber sitesi
EMRE AKÖZ

Ne hoş bir nişan!

Haftanın eğlenceli haberlerinden biri de Seren Serengil'in, geçen pazar Yaşar İpek nam bir zatla Şile civarındaki bir küçük otelde nişanlanmasıydı. Kır nişanı beni gülümsetti çünkü hoş bir kurgu gibi duruyordu...
Nişanların genellikle iki amacı vardır:
Geleneksel olarak, evlenecek gençlerin ve dünür olacak ailelerin birbirini daha yakından tanıması...
Modern zamanlarda, mesela eğitim veya askerlik nedeniyle ayrı düşmüş kızla erkeğin arasında yarı resmi bir bağ kurarak, arıları uzak tutmak.
Seren ile Yaşar'ın nişanında ikisi de yoktu. Ayrı düşmek ne kelime taraflar zaten bir yıldır birlikteydiler. Ailelerin yakınlaşması deseniz... Serengil, daha önce tanışmış olmasına rağmen Yaşar İpek'in annesinin ve kız kardeşinin katılmasını istememişti.
Haberler öyle... Peki, gerçek ne? Belki de, bilhassa kız kardeş, "Seren Hanım gönlünü eğlendirirken, biz de ona meze mi olacağız" diyerek gelmemişti. Veya Diyarbakır doğumlu şarkıcı Yaşar İpek, "Ben zaten rolümü hakkıyla oynuyorum, maliyeti de karşılıyorum, bir de annemle kız kardeşime gerek yok" demişti.
Daha önce (benim bildiğim) üç kere evlenip boşanmış olan 47 yaşındaki Serengil'in, kendisinden dokuz yaş küçük biriyle nişan formunda bir eğlence düzenlemesinin esbabımucibesi neydi acaba?
Gülben Ergen ile mahkemelere düşecek derecede bir gerginlik yaşaması, hatta az da olsa hapis cezası alması herhalde etkili olmuştur. O kavga magazin alemini Serenciler-Gülbenciler şeklinde ayırmıştı. 200 kişilik nişan davetiyle Serengil gevşeyen gönülleri yeniden kazanmaya çalışıyordu belki de...
Nitekim Bülent Ersoy'un gecenin bir yarısı, medyacılar gittikten sonra, nişana icabet etmesi, yani boy göstermesi ama görüntü vermemesi, olayın politik boyutunu gösteriyordu.
Not: Magazin alemini iyi tanıyan arkadaşlar yukarıda yazdıklarıma itiraz edecek, belki de her cümle için "o öyle değil, şöyle" diyeceklerdir. Tamam, dedikleri gibidir öyledir ama dışarıdan olay böyle görünüyor.

***

Deliller olmuş sana deliler

Şu sıralar Deliler adlı bir film çekiliyormuş. Kimmiş, neymiş bu deliler? Efendim Osmanlı'da 'Deliler' adlı bir askeri sınıf varmış. Bunlar pek cengaver, gözünü budaktan sakınmaz süvariler olduğu için "Deliler"denmiş. Miş, miş, miş...
Neymiş bunun aslı diye Necdet Sakaoğlu'nun Osmanlı Tarihi Sözlüğü'ne baktım. Kelimenin aslı deli değil 'delil'... Delil burada kanıt anlamında değil, 'yol gösteren, kılavuzluk, rehberlik eden' anlamında. Tabii ki halk, 'delil'i en kısa zamanla 'deli' yapmış.
Bunlar 1400'lü yıllarda, yani 15'inci yüzyılda Türk, Sırp, Boşnak ve Hırvat milislerden oluşturulmuş hafif süvari birlikleri. 'Delilbaşı'nın emrinde dağları, geçitleri korur, barış zamanı karşı tarafa akın eder, savaşta ordunun en önünde giderlermiş.
Osmanlının diğer kurumları gibi bu da zamanla bozulmuş. Korumakla mükellef olduklarını soymaya, hatta öldürmeye başlamışlar. Deliller ancak 1829'da yasaklanmış.
Necdet Sakaoğlu'ndan başka kaynaklar da bunların ordunun en önünde savaşa girdiklerini belirtiyor ki bu nokta önemli:
Dönemin savaşlarında, en önde gidenler, 'azap' denilen, evsiz barksız, gözden kolayca çıkarılacak askerlerdi. Genellikle işe yaramaz, kimisi kafadan kontak, macera arayan, 'kurtulursam yağmaya katılırım' diye düşünen çapulcu tiplerden oluşurdu. Asıl sağlam güç olan Yeniçeriler arkadan gelirdi.
Delillerin de en önde gittiğine bakılırsa, ne kadar kahramanlık ederlerse etsinler, devlet tarafından matah bir kadro olarak görülmedikleri anlaşılıyor.

***

Alper ile Tuvana'nın köpeği

Haftanın bence önem verilmesi gereken tartışmalarından biri futbolcu Alper Potuk ile ilgiliydi. Birlikte oturan Potuk ile oyuncu sevgilisi Tuvana Türkay ayrılmışlardı. Potuk'un eşyalarını yollayan Türkay, bu arada birlikte edindikleri Mısır adlı köpeği de göndermişti.
Olayın geçmişi şöyle: Alper, sevgilisine 500 küsur bin liralık otomobil hediye etmiş... Ancak Tuvana "Bu çok fazla" diyerek hediyeyi kabul etmemişti. Alper de bunun üzerine ona, pomeranian cinsi o pofuduk Mısır'ı hediye almıştı.
Tartışmaya gelelim... Ayrılık durumunda köpek de diğer hediyeler gibi gönderilir mi? "Gönderilmez, köpek eşya değil ki..." diyenler, Tuvana Hanımı ayıplıyor.
Doğru bir bakış açısı değil bence... Çünkü: İnsanların hayvanlara yaklaşımı farklı farklıdır. Zaten aynı olmasını bekleyemeyiz.
Hayat arkadaşı seviyor diye, birçok kişi eve alınan kediye, köpeğe tahammül eder. Seyretmekten hoşlanırlar belki ama beslemek, bakmak, gezdirmek zor gelir.
Peki sonra, bir ayrılık meydana geldiğinde ne olacak? Alper evden gitti diye, diyelim ki köpekleri seven ama onlara bakmaya meraklı olmayan Tuvana ne yapacak? Bu iş zorla olmaz ki...
Tuvana gerçek bir köpeksever olsaydı, herhalde Mısır'ı yollamazdı, diye düşünebiliriz. Ancak şunu da sormak gerek: Acaba Tuvana'nın şartları köpeğe bakmaya izin veriyor mu? Film ve dizilerde oynayan bir kişinin evden kaçta çıkacağı, kaçta döneceği belli değildir. Bu durumda köpeğe nasıl bakacak?
Unutmayalım: Bazen tam da hayvana iyi bakamayacağımızı anladığımızda, acı çekmemesi, mağdur olmaması için çok sevmemize rağmen onu kendimizden uzaklaştırırız. Bu vicdansızlık değil, tam da vicdanlı bir davranıştır.
Özetin özeti: Bu tip olaylara "hayvanlar can dostumuzdur, onları sevelim" gibi afaki kavramlarla değil, gerçekçi açıdan yaklaşmak gerekir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA