Pazar günü, benim marinadan tekne komşum
Ludwig ve eşi
Uschi ile balığa çıktık. Dolaş dolaş bir kaç balıktan başka bir şey bulamadık.
Ludwig, sık sık yarım Türkçesiyle,
"Balık yok, mesele çok" deyip durdu.
Yine de akşam teknede pişirip yiyeceğimiz kadar balığı tutabildik.
Şurası bir gerçek ki, sahillerimizde balık kalmadı.
Arkadaşlar
"Yasak yeni başladı, balıklar bir aya kadar kendilerine gelir" deseler de bana göre sahillerde balık bitiyor. Bilgisizce, şuursuzca avlanmanın sonucunda artık balık kalmadı.
YASAK AVCILARI KURUTTU
Kıyıya
10-15 metre kalana kadar ağ atan, çaktırmadan şebeke çeken
"yasak avcıları" yüzünden sahillerimiz kurudu. Sığ sularda ağ atmak sadece balık neslini kurutmuyor, kıyılardaki doğal dengenin de bozulmasına yol açıyor. Eğer bu böyle devam ederse,
Yakup İçten'in
10 yıl önce tuttuğu sinarit fotoğraflarını seyreder gibi, bir kaç yıl sonra
Ayvalık adalarındaki mercanları da ancak fotoğraflardan görebileceğiz.
Yazıyoruz, çiziyoruz, telefonla olsun maillerle olsun anlatıyoruz ama bir cevap alamıyoruz.
Avrupa'da deniz tabanındaki yaşamı korumak amacıyla
50 metreden daha sığ sularda balıkçılık yapılması yasak. Ve de
Avrupalı balıkçılar bu yasağa harfiyyen değilse bile çok büyük oranda uyuyorlar.
GELECEĞİ YOK EDİYORLAR
Zaten balıkçıların hedeflediği balık türlerinin
yüzde 80'i de derin sularda bulunuyor.
Bizde ise derinlik
24 metre.
24 metre demek kıyı demek. Kıyılarda yavru balıklar var, balık yuvaları var, bunları korumak gerekirken, geleceğini düşünmeyen balıkçıların insafına terk ediyoruz.
Ayvalık'ta kanaldan çıkıp çakar feneri geçtikten sonra ağları seren balıkçılar, hem kendi geleceklerini, hem de çocuklarının geleceğini yediklerinin acaba farkındalar mı?
Geçen gün arkadaşlardan biri,
"İhsan Ağabeyin teknesi denize inse de bir Babakale'ye gidip, balık tutmanın keyfini çıkarsak" dedi. Ben hiç gitmedim ama
Babakale adını çok duydum. Biz
Ayvalık'ta
600 gramlık mercan balığı tutsak
"porsiyonluk" diye nara atarken,
Babakale'de tutulan mercan bazen
6 kiloyu buluyormuş.
"Teknede mi yatıyorsunuz?" dedim, teknede yatıyorlarmış ama
Babakale'ye gelen amatör balıkçılar için de pansiyonlar, lokantalar varmış. Gördünüz mü olta balıkçılığının
Babakale'ye katkısını.
Yemci Kemal'den biliyorum, çünkü bol miktarlarda yem siparişi veriyorlardı.
"Ne yapıyorlar bu kadar yemi?" sorumu
Yemci Kemal,
"Ağabey onlar ekip olarak geliyorlar, balık tutup dönüyorlar" dedi. Demek ki, bazı organizasyonlar yoluyla olta balıkçılığı turizmi hızla yayılıyor.
Bunu desteklemek lazım.
OLTA BALIKÇILIĞI UMUDU
Acaba
"Olta balıkçılığı turizmi" ile biz de sahillerimizi kurtarabilir miyiz? Hele
Ayvalık bu açıdan bulunmaz bir doğa yapısına sahip. Her biri cennet gibi koylara sahip, irili ufaklı
22 adası var. Rüzgar hangi yönden eserse essin, sığınılacak bir ada, bir liman mutlaka bulunuyor. Ayrıca turistik öneme sahip tarihi
Tımarhane Adası bile olta balıkçılığı turizmine destek verebilir.
Olta Balıkçılığı Turizmi ile
Ayvalık sahillerini kurtarabilmek için, önce bu adalar çevresinde gelişecek balıklara olanak tanımak gerekir.
Bu da
"yapay resiflerle" sahili donatıp, gırgır ağlarından kurtarmak yoluyla olabilir.
Olta Balıkçılığı turizminden pay alan ülkelerin başında yılda
124 milyar dolarla Amerika geliyor.
500 milyon dolar gelir kazanan
İspanya'dan ne eksiğimiz var! Var tabi, girişimciliğimiz eksik.
Dünyanın birçok ülkesinde olta balıkçılığı ile ilgili ciddi çalışmalara yapıyorlar. Yapay göller oluşturarak olta balıkçılığı turizmine açıyorlar. Bizde ise bırakın balık neslini kurtarmayı, göz göre göre balıkların yok olmasını seyrediyoruz.
Türkiye'de doğru dürüst bir kayıt sistemi olmadığı için, kaç tane amatör olta balıkçısı var bilinmiyor. Kimine göre
3 milyon, kimine göre
5 milyon. Hangisi olursa olsun
olta balıkçılığı turizmi açısından ikisi de çok önemli bir rakam. Neredeyse küçük bir ülkenın nüfusu kadar. Bu sayıdaki olta balıkçısını kayıt altına almak da ekonomiye büyük katkı sağlar.
Hadi bakalım rastgele...