Her ne kadar söz, anlatı, öğüt, ağıt, sağıt, buyruk, havadis, söylence dense de; mitoloji tarih yazıcılığıdır. Yeryüzüyle gökyüzünün aşkından doğan tanrılar ölümsüz olsa da insanla kader ve dünya ortağı. Bu şıngırtılı hüngürtülü mucizevi tarihin yazıcısı da Kasafancı, yalana bal katıp anlatıyor. Bu aktarıcılık, binlerce yıl öncenin sosyokültürel destancılığı olduğu kadar pek gerçekçi bir hayalşorluk. Gerçekle düşün harman edilip taşa, eve, tapınağa kazınması, hayal içre öyle sahici ki bilime "Gel" eder. Her hayalin yarısı gerçek, mitler hayalistanda göğerip ilimistana göçer. Bir gün biri kalkar, Homeros destanının izini sürerek Menderes Ovası batı kapısında, ulu meşenin ardında Truva'yı bulur 1870'te ve bulunan bir değil, dokuz Truva'dır, üst üste dokuz şehir. Priamos kutsal İlyon şehri ve destandaki hazinesi bunların birindedir... Mitler, evrendeki ulu yalnızlık ve çaresizliği içindeki insanı anlatır. Bin yıl öncesinde hayat, insanı şaşırtan bir soru işaretidir, bugün de olsa olsa koca bir ünlem ama Zeus'un göğe şimşekle çizdiği... Henüz bilim ortada yokken bu gizi anlamak için söylenceye, sözcük, şarkı, şölen, nesneler kadar, bitkiler ve tılsımlı oluşlara sığınmayıp ne yapaydı insan?
SÖYLENCE BİR BÜTÜNDÜR
Ege söylencesiyle insanını, sanatını, tarımını, inancını ayrı göremeyiz. 8000 yıllık ana tanrıça da, tapınak ve ev kalıntıları da bunu söyler. Tanrılarla gündelik yaşayışın kalıntıları söylenceyle hemhal... Mitoloji gerçeğiyle anlarız insanın düşünce evrelerini, hayata bakışını, evreni, bilimin anahtarı değmeden varoluş gerçeğine hangi pencereden bakıp anladığını, yahut anlayamadığını... Ama varolduğu günden bu yana kadının aklı, şefkati, toparlayıcılığı, doğurganlığı ve yönetimine boyun eğdiği için insanlık, Anadolu mitlerinde güneşin tanrıça yani kadın olduğunu görürüz. Hayvanlar insanın da tanrıların da elinin altındadır, tapınakların, evlerin içinde, elbet söylencelerin de. Ege ve Akdeniz'de çam kutsala yazılır. Çamın telli pullu, aynalı, elmalı portakallı donatılıp düğün alayı başında saygıyla taşınıp gelin evinin kapısına en yakın yere dikilmesinin binlerce yıl geride kim bilir ne güzel açıklaması, inanırlığı, masalı vardır... Çamın gündelik hayata nice masalla buyur edildiğini görünce Toroslar'da yazmaya başlamıştım, "Olympos'ta Bir Kuş Var" kitabımı. Mitler durduğu yerde durmaz, ülkeden ülkeye göçer, o ülke kişisi, anlatıcısı gittiği farklı bölgeye kendi mitini taşır, oralı kılar, oranın özellikleri, bitki örtüsü, inanışlarıyla donatıp yeniden söyler. Bütün masallar gibi gezgindir, türlü hal ve söyleyiştedir. Siyasi erk, savaş, barış, aşk, kıskançlık, ölüm, şiir, şölen; hayvanıyla, ürünüyle, kışı ve baharıyla, düğün, ölüm, doğum inanışlarıyla, hastalık, em, haset, dilek, tılsımıyla bir insanlık bohçasıdır, mitoloji. Onun izini sürerek tarih yazıcılığı, şiir, destan, ağıt yazımı, toplumbilim incelemesi mümkündür. Sağaltıcının, tılsımcının başta tanrılar, krallar ve insan olmak üzere, bitki örtüsü, sular, dağlar, gökyüzüyle tüm bir doğa ve başta kutsal geyik olmak üzere tüm hayvanlara şefkatle yaklaşması, saygı ve sevgi duyması, insa- na, onun özüne ve düşüncesine, benliğine duyduğu ilginin yansımasıdır. Yoksa o da sezmektedir, sarmaşığın boylu ağaca sarılıp güneşe yükseldiğini ama uzun ağaca vurgun eder onu, işe aşk katar. Aslanla geyiği, kartalla serçeyi yan yana getirmek isteyince, bunu tanrılar eliyle yapar. Söylencede bile olsa barıştır söylediği. İnsanlığın ortak, büyük hayalidir mitoloji; koy verir hayal atlarının dizginlerini çünkü hayalistanda her şey yolundadır, dünya anlaşılır, hayat savaşsız, aşkta işler yolunda ancak bu büyük hayalin yarısı da gerçektir ve gerçek, her çağda acıtır... Bilimin karşılaştırması, İlkçağ Batı Anadolu uygarlığının Eskiçağ uygarlığının uzantısı olduğunu gösterir. Evler önemlidir, kutsaldır söylencelerde, bir tür siyasi meclistir, mabettir, aşkın, yemeğin ve çocukların sığdığı, korunup kollandığı mekanlardır. Yoksa dinsel törenlerin saçı kapları, adak araçları, girişe koyulan koruyucu tanrıça kabartmalarıyla içerideki yontucukların ne işi vardır evlerde? Kral sarayından halkın evlerine değin benzer ürün, iz, yapı, ikon, sanat, şiir vb.nin ihtişamı azalarak da olsa girmesi, bir tür ortaklaşmayı, doğaya saygı sevgiyle yaklaşmanın da insanlığı ileriye, bilime barışa taşıdığının kanıtı... Ne zaman tanrıların sayısında indirime gidildi, sonunda tek tanrıya varıldı, ne zaman insanlık doğadan elini eteğini çekti, evine, ofisine, kendine kapandı; ne sevgi kaldı, ne paylaşım, ne doğaya ve yekdiğerine saygı... Düşünce eyleminin kılavuzu olan doğadan, birbirinden uzaklaştı insan ve kendine kapandı, zayıfladı, dünyaya hükmetti, hayatı kolay kıldı belki ama şarkısı, aşkı, şefkati, sevgisi, sağaltıcılığı eksildi, barıştan da gün günden uzaklaştı.
KAÇ EVDE VAR?
Eski bir Babil yapıtı olan Gılgamış Destanı'nın Hititçeye çevrildiğini öğreniyoruz İ. Zeki Eyüboğlu'ndan. Bir Babil ürününün farklı bir dile çevrilmesinin iki ülke arasındaki düşünce alışverişinin ulaştığı noktanın elle tutulur kanıtı olarak açıklıyor bunu Eyüboğlu. Her ikisi de çoktanrıcı ve dilleri farklı bu iki ülkeden binlerce yıl sonra, günümüzde sözgelimi kaç Müslüman siyasetçinin evinde Şahname olduğu, kaç aydının evinde Homeros bulunduğu sorusunu atıyor ortaya; alacağı yanıtın olumsuzluğunu bilerek. Günümüzden binlerce yıl önce ama Anadolu Boğazköy'deki bir Hitit konağında Gılgamış çevirisinin olduğunun altını çizerek...