Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Şarkılar bize bir roman açar

Yazarımız Hasan Bülent Kahraman, bir fasıl gecesine katıldıktan sonra şu sonuca varıyor: “Şarkılarımız (türkülerimiz de öyle) Batı’nın romanla yaptığını yapıyor.” Bunu da sadece güfteyle değil, müziğin içimizde kımıldattığı ve çoğu zaman ne olduğunu anlamadığımız duygularla başarıyor

Geçenlerde yıllardır yapmadığım bir şeyi yapıp Türk müziğinin 'icra edildiği' bir toplantıya katıldım. Epey kalabalık bir hazîrun önce bir fasıl dinledi. Makam olarak Hüzzam seçilmişti. Daha sonra katılanların istekleri karşılandı. Ardından birçok ses sanatçısı ve icracı kendi seçtiği parçayı okudu. Gece epey uzadı. Ben de gene âdetim hilafına sonuna kadar kalınca orada bulunanların bu müzikten nasıl hoşlandığını, başta kendisini yakın hissetmeyenlerin de sonuna doğru kendisini 'saz u söz'e nasıl kaptırdığını ne yalan söyleyeyim biraz da müstehzi bir ifadeyle izledim. Arada bilmediği kelimeleri keşfedenler, yeniden hatırlayanlar vardı. Müziği tartışanlar vardı. Daha önemlisi kendisini keşfedenleri gördüm. Eminim birçok insan oradan Türk müziğinin kudretine iman tazeleyerek ayrıldı. O zaman Yahya Kemal'in "Bizim romanlarımız şarkılarımızdır," lafını bir daha düşündüm. Üstadın bu tespiti de diğer birçokları gibi zekâ kıvılcımı taşıyor, içinde yaşadığı toplumun künhüne ne ölçüde vardığını gösteriyor. İlk duyduğunda insanın bu sözü kavraması belki biraz güçtür ama bizim zihin ve hatta gönül tarihimizin sırrı da bu sözde gizlidir. Biraz açmaya çalışayım.

BATI'NIN ROMANI BİZİM ROMANIMIZ
Roman, Batı'da, bugünkü uygarlığın kurucusu ve sahibi olan burjuvaziyle birlikte doğmuştur. Don Kişot hayalleri ve kırgınlıkları yani zihni ve gönlüyle ilk kahraman olarak roman dünyasında yerini alır. Ondan sonraki Avrupa tarihi, Avrupa'nın zihniyet dünyası, Avrupa insanının düşleri, arayışları, özlemleri, tasavvurları romanların dokusunu meydana getirir. Bugün Avrupa romanını izlemeden o dünyayı anlamak olanaksızdır. Sosyolojik çözümlemeler, ancak Julien Sorel, Werther, Neçayev, Karamazoflar, Emma Bovary anlaşılırsa anlaşılabilir. Türkiye bir roman geleneğine sahip elbette. Tanzimat birçok alanda olduğu gibi roman alanında da ilk adımı attı ve romanlar bizim de zihin ve toplumsal dünyamızın yansıma alanları oldu. Fakat romanın ne kadar toplumsallaştığı başlı başına bir sorudur, bir sorundur. Roman sosyolojisinin ortaya koyduğu verilerle bakınca Avrupa'da bu türün kazandığı yaygınlığın bizde geçerli olmadığını söylemek zor değil. Fransız Devrimi'ni değilse de Rus Devrimi'ni geniş ölçüde romanların yaptığını söylemek hiç yanlış olmaz. Roman bizde toplumsal açılımları izlemiştir. Oysa Batı'da onları öncelemiştir. Bu Milli Edebiyat için de 1970'lerin sol edebiyatı (12 Mart romanları) için de geçerlidir. Nedenini ben çok özel bir yerde aramak gerekir kanısındayım.

ROMANI ŞARKIDA KURMAK
Batı'da roman hem söylediğim işlevle yüklüdür hem de Batı romanı karakter yaratmıştır. Bizde ise canlı kanlı hem toplumsal hem bireysel boyutları olan dallı budaklı roman karakterlerinden çok belli bir işlevle ve amaçla yüklenmiş roman tipleri söz konusudur. Roman tipi, roman karakteri kadar etli canlı değildir. Bir çağın, bir tarihin, bir toplumun ve bir kimliğin bütün özelliklerini yansıtmaz. Onların bazılarını toplar üstünde. Haksızlık etmeyeyim bizde de hayatımız boyunca yanımızda yaşayan, elimizi uzatsak tutacağımız, bazen kendileriyle konuştuğumuz tipler vardır. Ben genel çizgilerden söz ediyorum. Bu durumun oluşmasında bir önemli etken dediğim gibi romanın bizde daha çok seçkinler arasında, toplumun belli sınıfları içinde kalan, Batı'da ise daha geniş bir tabana yayılan hasletidir. İşte o noktada devreye bizim şarkılar girer. Şarkılarımız (türkülerimiz de öyle) Batı'nın romanla yaptığını yapar. Üstelik bunu sadece sözleriyle (güfteleriyle) değil müziğin içimizde kımıldattığı, ne olduğunu çoğu kez anlayamadığımız duygularla başarır. Bir şarkı başlar, üstüne biner, bizde olan ama kendimizin de tam adlandırmadığı, çünkü yeterince tanımadığımız, derin iç sularımıza açılırız. Müzik gelir, içimizde mayalanır. Susarız, dinleriz ve çoğu kez bir anlık zamanda iç hesaplaşmamızı yapar "Haklıydık," deriz, veya "Kaybettim, bu da geçer," deriz. O şarkıların müziği ve kısacık sözlerinde içerdiği öykü, şarkının kendisinden de sözlerinden de çok daha geniş, derin ve büyüktür ve o oranda köklü, uzun, kapsamlı bir öykü anlatır bize. O şarkıları romana dönüştüren işte bu öykülerdir, belki kendilerine bile olmayan öyküler. Divan Edebiyatı'nın malum benzetme kalıpları içinde yazılan kısacık mısraları ve beyitleri de aynı şekilde kendi sınırlarını çok aşan anlam derinlikleri yaratırlar. Bir kültürün gerçekliği budur. Bu, bir kültürün gerçekliğidir. Bu, bir kültürün bilinçdışının sezgileri, sezinlemeleridir. Türkiye'de müzik denilen şeyin toplumsallığıyla ilgilidir. Ezan, mevlut, Kuran, ninni aracılığıyla o müziğin ona en uzak insanın dahi bilinçdışında bulunmasıyla ilgilidir. Aynı şekilde Hıristiyan, Ermeni, Musevi seslerinin o müzik yoluyla kulaklarımıza aktarılmasıdır. Hatta bu durum hiç söz içermeyen müzik parçaları için de geçerlidir. Şarkılar bize bir roman açar. Bu roman çoğu zaman bize bizi ve öykümüzü anlatır. Şarkıları evvela bunun için severiz ve işin hoş yanı bu hiç öyküsü yokmuş gibi duranlar için de geçerlidir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA