BURSANKARA Medyada 'Futbol Diplomasisi' şeklinde lanse edilen Türkiye-Ermenistan maçı için Bursa Atatürk Stadı’ndayım. Atmosfer inanılmaz; oldum olası, ama tribünde ama TV başında, bu kentte oynanan her maçı keyifl e izlemişimdir. Yine keyifl iyim. Üstelik Bursaspor taraftar grupları arasındaki en ateşlisinin ortasında safımı aldım. Bu grubun adı “Teksas”; namları, şöhretleri pek büyük. Takımlarına yürekten bağlı olan bu grup, kimi zaman, aşırılıklarından dolayı medya tarafından eleştiriliyor. Millî maç öncesinde, iki ülke arasındaki diplomatik hassasiyet, futbol maçından daha fazla gündeme getiriliyor. Bu bakımdan, Bursa gibi ateşli taraftarların yoğunlukta olduğu bir şehirde maç oynanması, basın tarafından yadırganıyor. Benim hiçbir kaygım yok; sorunsuz bir maç olacağını düşünüyorum. Maç başlıyor ve temiz bir oyun sonrası millî takımımız galip geliyor. Her şey yolunda, herkes mutlu; özellikle de, “Aman olay çıkmasın.” diyenler çok daha mutlu. Ben de mutluyum; ancak, benim mutluluğum biraz daha farklı. Benimkisi, hüzünle karışık bir mutluluk. Bu psikolojik durumum, “Teksas” üyelerinden duyduğum bir hikâyeyle ilintili... Maça dönelim. Islık, alkış, uçurulan barış güvercinleri derken, maç başladı. “Türkiye, Türkiye” sesleri ortalığı inletiyor. Taraftarlar, maçı seyretmiyor gibi; onlar, şov yapmakla meşgul. Ancak, altıncı dakikaya gelindiğinde, herkes susuyor. Ermenistan maçını seyretmeye gelmiş Bursalı’ların arasında, nasıl olduysa, birden Ankaragücü atkıları ve bayrakları beliriyor. İçimden, “Eyvah, şimdi arıza çıkacak. Ankaralı’lara bak, nasıl organize olmuşlar.” diye geçirirken; bütün tribün, tüm “Teksas” ortalığı “Ankaragücü, Ankaragücü” sesleriyle inletiyor. Önce anlam veremiyorum; düşündükçe, durum daha da fantastik bir hâl alıyor. Anadolu’nun en ateşli taraftarına sahip tribünlerinden Bursaspor ve Ankaragücü’nün arasında ne gibi bir bağ olabilirdi? Aklımdaki sorunun yanıtını, Uludağ Üniversitesinde okuyan Ankaralı gençler verdi. Meğer yıllardır fanatiklikte sık sık sınırı aşan bu iki tribün, bir kardeşlik havası içinde maç seyreder, birbiri için tezahürat yaparmış. Bu iki tribünün dostluk bağlarının sıkı olmasının nedeni ise, Bursalı bir şehidimizmiş. Evet; ilginç, hüzünlü ve bir o kadar da inanılmaz bir durum. Hikâyeyi dinlediğimde, boğazım düğümlendi. Şimdi, dinleme sırası sizde; iyi dinleyin ve dünya üzerinde eşi benzeri olmayan bu kardeşliğin doğuşuna tanık olun. Hikâye, 1981 yılında tarafsız saha olarak Ankara Cebeci İnönü Stadı’nda oynanan ve 1-1 biten Bursaspor-Trabzonspor maçında başlar. Bursa’nın sevilen ikizleri Abdülkerim ve Fehmizat Bayraktar da yerini almış, maçı seyrediyordur. Trabzonspor’dan pek hazzetmeyen Ankaragücü taraftarları, o maçta, Bursaspor’u destekler. Bayraktar kardeşler, bu olayı unutmaz; aradan beş yıl geçer. Önce Fehmi (1986), bir yıl sonra ise Abdülkerim, Hacettepe Üniversitesini kazanır ve Ankara yollarına düşer. Şans bu ya; ev arkadaşları, hastalık derecesinde Ankaragücü taraftarıdır. Bu çekirdek grup, Ankara’nın o dönem önde gelen tribün oluşumu “Güçlüler”e katılır. Ancak Bursalı ikizler, maçlara, sırtlarında yeşil-beyaz Bursaspor forması ve atkılarıyla gelir. Ankaralı’lar, tanıdıkça, bu iki sevimli adamın çekimine kapılmaktan kurtulamaz. Artık her maçta; hatta Bursa deplasmanlarında, Ankaragüçlü’lerin gözleri ikizleri arar olmuştur. Aradan dört yıl geçer. Önce işletme okuyan Fehmi, sonra da maliye okuyan Abdülkerim mezun olup Bursa’ya döner. Fehmi, kısa dönem askere gider ve döndüğünde tribündeki yerini alır. Bugün bile Bursa tribünlerinde yaptığı besteler söylenen Abdülkerim ise, arkadaşlarının hep söylediği gibi, “Komutan” olur. Asteğmen Abdülkerim Bayraktar, Mardin’in Savur ilçesinde görevlendirilir. Askere gittiğinde, nişanlıdır; dönüş için, cebinde biriktirdiği hayalleri vardır. Ancak, babalarını dört yaşında kaybeden ikizlerin hayattaki tek acısı bu olmayacaktır. Ülkenin acıyla imtihanı devam ederken, puslu bir gecede, 11 Ağustos 1993’te Mardin’e düşen ateş; aynı anda, hem Bursa’yı hem de Ankara’yı yakar. Ne büyük acıdır ki, birliğine yapılan saldırıda askerlerini korumaya çalışan genç ve yürekli komutan, Bursa’nın “Abdül”ü şehit olur. İki gün sonra, Bursa Ulu Cami’deki cenazesine, vali ve komutanlar dışında binlerce kişi katılır. Bursa, şehidine ağlamaktadır. Ankara’dan kalkan yaklaşık 20 otobüs ise, ağlayan kardeşlerinin sırtını sıvazlamak için yola çıkan Ankaragüçlü’leri taşımaktadır. Sezon açılışında, Ankaragücü, Abdülkerim için saygı duruşunda bulunur. Bursa’daki ilk maça formalarıyla gelen Ankaralı taraftarlar ise, “Acınız acımızdır; ‘Abdül’ler ölmez” pankartları açar. Bursaspor, Brezilya takımı Botafago ile oynayacağı maça siyah bantla çıkar. İşte bu ilk kıvılcımlar, günümüze kadar süren dostluğun temelidir. Bütün bu yaşananların yanında, ikizini kaybeden Fehmi’nin yazdığı bir tezahürat, Bursa tribününün acısını pankartlardan ya da saygı duruşlarından daha da iyi anlatır: “Nice deplasmanda girdik kol kola Abdülkerim, arkadaşlarını istemeden bırakıp gitmiştir. Ama geride kalan Fehmi, artık onun emanetidir. Yıllar sonra Ankara’ya giden Fehmizat Bayraktar, “emanet hayatıyla” ilgili bir anekdotu bana şöyle anlatıyor: “1910 Ankaragüçlüler derneğinin başkanı olan Hakan Toka’nın düğününe gitmiştim. Salonda hiç tanımadığım birçok Ankaragüçlü’nün yanıma gelip; bir ihtiyacımın, bir sıkıntımın olup olmadığını sormasını, ‘Ankara’da 10 bin tane evin var, gel istediğinde kal.’ demesini ve sen bize şehit kardeşimizin emanetisin deyip, sarılıp ağlamalarını asla unutamam.” Yaşananlar bu kadarla kalmaz. İki taraftar grubu, yeni bir tezahürat için de karar alır. O günden sonra; her maçın altıncı dakikasında Bursasporlular “Ankaragücü”, Ankaragüçlüler ise her 16. dakikada “Bursaspor” diye bağırmaya başlar. Hem de sadece futbol maçlarında değil! Basketbol, voleybol, okullararası spor müsabakalarında tribünler; Bursa’daki bazı ilkokullarda “İstiklal Marşı” okumak için toplanan minik veletler bile “Ankaragücü” tezahüratları yapar. Şehidin kanıyla sulanan harç tutmuş, beklenmeyen olmuştur. Kimsenin bir araya bile gelmesini beklemediği iki ateşli fanatik tribün, inanılmaz bir kardeşlik destanına imza atar. Daha bitmedi. İki şehirde de taraftar dernekleri kurulur. Ankara’da Bursasporlular Derneği, Bursa’da 06 logolu Ankaragücü bayraklı lokaller açılır. Maçlara beraber gidilir. İki grup bir araya gelip, birlikte tatile bile çıkar. Hatta İstanbul’da yaşayan Ankaragüçlü iş adamı Bekir Çakan, bir kampanya kapsamında, bir okul için yardım kararı alır. Yardım edeceği okulu seçerken, bunun Bursa’dan bir okul olmasını ve bu yardımı kendi ya da şirketi adına değil, oluşan kardeşliğin anısına; Ankaragücü taraftarları adına yapacağını söyler. Hemen taraftarlar bir araya gelir; Bursa’nın ilçesi Mudanya’nın, Evciler Köyü’ndeki ilkokulu hep beraber tamir ederler. Beklenmeyen bu birlikteliğin, kendine ait ritüelleri bile oluşur. Mesela Ankara’daki maçlardan önce bir araya gelinip, Anıtkabir’e gidilir ve Ata’nın huzuruna çıkılır. Bursa’daki maç programı ise, sabah şehir girişinde, deplasmana gelen Ankaralı’ları karşılamanın ardından, Kültürpark’ta kahvaltıyla başlar. Kahvaltının sonrasında, Abdülkerim’in Pınarbaşı Şehitliği’ndeki kabristanına gidilir ve ruhu için dualar okunur. Bursa Atatürk Stadı’ndaki yerler alınınca ise, omuz omuza maç seyredilerek gün sonlanır. Taraftarlar, çoğu zaman, deplasman yolculuğunda direksiyonu kardeşlerinin şehrine kırıp, ani ziyaretlerde bile bulunur. Yönetimler bir araya gelemez ama tribünlerde sık sık dağ dağa kavuşur. Kardeşlik ise, tribünlerde birlikte söylenilen şu besteyle yankılanır: “İki şehirdik, şimdi tek olduk Şimdi kendilerine “Bursankara” diyen bu taraftarlar; birkaç yıldır, sadece iki takımın birbiriyle yaptığı maçlarda, Şehit Asteğmen Abdülkerim Bayraktar’ın en sevdiği türkü olan “Yiğidim Aslanım Burada Yatıyor”u hep birden yaşlı gözlerle söylüyor. Hatta stadyum yönetimlerine, türküyü sık sık çaldırtıyor. Bu kadarla da kalmayıp, İstanbul takımlarına karşı yapılan “Bizans’a karşı Anadolu” örgütlenmesinde de başı çekiyorlar. Bugün Ankara’da; sıradan bir lig maçında, tribünde, Bursaspor formalı, atkılı birçok taraftarı görmek mümkün. Deplasmana gelen taraf, iki şehirde de krallar gibi ağırlanmaya devam ediyor. Eğer üstünüzde Ankaragücü formasıyla Bursa çarşısında dolaşmaya çıkarsanız; garip gelmesin, birçok kişi yolunuzu çevirecek, çay, yemek ne bulursa ısmarlayacaktır. Birkaç yıl önce, bu kardeşliği değerlendiren ünlü sosyolog Prof. Dr. Niyazi Öktem; “Futbol müsabakaları, insandaki aidiyet duygusunun tezahürüdür. ‘Benim kimliğim iyidir, diğerininki kötüdür.’ diyerek ötekileştirmeye giden bir psikozdur. Eskiden bu psikoz, savaşlarla daha vahşi bir şekilde yaşanırdı. Kitle irrasyonel olduğundan, hızlı bir şekilde vahşete dönüşür. Bu iki takımın dayanışması, futbolun doğasına aykırıdır. Spesifik sebeplerine bakmak gerekir.” diyerek, yaşananlara akıl sır ermediğini bilimsel olarak dile getirmişti. Ne kadar akıl sır ermese de, gencecik bir şehidin ardından kurulan, belki de eşi benzeri olmayan bu dostluk, yıllardır en zor coğrafyada yeşeriyor. Ya da daha doğru bir ifadeyle; onların öyküsünden hareketle, karla, buzla kaplı futbol dağının zorlu yamaçlarında, bize hâlâ umut veren kardelenler açmaya devam ediyor...