Geçenlerde bu paralel yapının bir finansörü Fethullah'ın gerçek yüzünü anladığını söylüyor ve nedamet açıklamaları yapıyor. Türk devletinin yetkilileri de kendisini çağırıyor. Diyorlar ki Gel gerçekten pişmansan 35 yıldır içinde olduğun şu FETÖ gerçeğini bize detaylarıyla anlat. Devlet ve yargı güçlerine yardımcı ol. Biz devlet olarak seni paralel çeteye karşı koruruz. Bu finansör ise hiçbir şey bilmediğini söylüyor. 1 Kasım sonrası konjonktüre uymak için medyada yalandan şov yapan bu şahıs devlet yetkililerine hiçbir bilgi vermiyor. Hatta alenen yalan söylüyor. Son 4-5 ay içinde örgüt liderinin yaşadığı ABD'ye gidip gitmediği soruluyor. Gitmedim diyor.Oysa istihbarat kayıtlarıyla 27 Temmuz 18 Ağustos arası ABD'ye giden ve Gülen'e biat ziyareti yapan kendisi. Daha önce de 17 Aralık'ın sonrasında ABD'ye giden ve Gülen'e biat eden yine kendisi. 1 Mart 2014'teki ihanet toplantısına katılıp Recep Tayyip Erdoğan'ı içeri atma planlarını alkışlayan da kendisi. Devlet ve yargı elbette bunları kanıtlarıyla biliyor. Bu tağşişçi finansör ise devlete gerçekleri anlatmak yerine hükümete yakın diye bilinen işadamlarına gidiyor. Yalanlar söylüyor ve yardım istiyor. Hatta bu yalanlarla bir işadamı aracılığıyla hükümete yakın medyada kendi lehine uydurma haberler bile yaptırabiliyor. Paralel yapı ile mücadelede bu tür rezaletlere asla taviz vermeyen Cumhurbaşkanımız Erdoğan da bu durumdan feci biçimde rahatsız oluyor. Aldığı talimat üzerine Türk devletinin çok önemli bir yetkilisi de bu yanlış işe giren işadamını net bir dille uyarıyor. Bunun üzerine bu işadamı devletinin yanında duracağını ve hainliğini anladığı paralel tağşişçiden tüm desteğini çektiğini söylüyor. Şu anda da soruşturma devam ediyor. Eğer bu paralel işadamı devlet ve yargı kurumlarına yalan söylemeye devam ederse de bedelini ödeyecek... Kıssadan hisse Yeni Türkiye'de kim olursa olsun hiçbir işadamı devlet ve yargı işlerine karışamayacak ve FETÖ'cülerden gerçekten pişman olanlar da Hüseyin Gülerce'yi örnek alarak tüm hakikatleri devlet kurumlarına anlatacak. Lamı cimi yok bu işlerin... RASİM OZAN KÜTAHYALI/SABAH Hani zannedilir ki, HDP, 'Kürt siyaseti' yapıyor olmakla, Diyarbakırlıdır. Amed'lidir, hatta Kürttür. Ama Diyarbakır'ın, Amed'in ruhu ile bütünleşmeden Diyarbakırlı olunabilir mi? Kürd'ün ruh dokusunu doğru okumadan Kürt olunabilir mi? Bunu yazdım, 'Asıl asimilasyon hareketi, PKK'nın Kürtler üzerindeki operasyonu ile gerçekleşmektedir' diye. Bir ara bir Alevi Dedesi de 'Alevi gençlerin marksist hareketlerin ağına düşürülerek asimile edildiğini' söylemişti. Belki de Diyarbakır'ın tarihi eserlerine sahip çıkan UNESCO sözümona 'Kürt siyaseti' yapanlardan daha fazla Diyarbakırlı'dır. Aynı mantığı İstanbul için de kullanabilirsiniz: İstanbul'un tarihi eserlerini koruma altına alan UNESCO, tarihi caminin taşlarından gecekondu yapan adamdan da daha çok İstanbulludur. Selahattin Demirtaş ağladı mı Kurşunlu Camii için? Gültan Kışanak ki Diyarbakır'ın şehreminidir. Yani o kutlu şehir ona emanet edilmiştir. Ağladı mı Kurşunlu Camii için, ben mi görmedim? Kürt olmak! Nedir sahi o? Bir kan aidiyeti midir? O camiyi kundaklayan hayta Kürt müdür? Kafasında zırnık tarih bilinci olmayan, çocuk yaşta dağa çıkarılıp eline silah verilen ve kültürsüzlüğün dip gayyasına sürüklenen gençte Kürtlük adına ne kalmıştır? 'Kürtleşin' diyorum evet, içinize biraz Selahattin Eyyubi girsin, biraz Ahmed-i Hani girsin, biraz Said-i Kürdi (Nursi) girsin. Biraz cami girsin, medrese girsin, biraz o topraklara İslam'ı taşıyan sahabi ruhu girsin. Et, kemik... Türk olsun, Kürt olsun. Her şey çıkar onun içinden, cani de veli de... 'Kürtleş' demek, hani İsmet Özel gibi 'Türkleş' demek, 'Bir ruhun olsun' demektir. Var o ruh Çanakkale'deki Türk'te, Kürt'te... Dağa götürülen çocuklarda ne kaldı o Kürt'ten? Camiyi cephanelik haline getiren çocukta camiden ne kaldı? Ahmet Taşgetiren/Star Gezici araştırma şirketinin yaptığı son araştırmaya göre, başkanlık sistemine dönük destek yüzde 35'den seçimlerden sonra yüzde 53,5 oranına yükselmiş. Bunun nedeni nedir? Hatırladığım kadarıyla böyle bir sıçramayı sağlayacak özel bir kampanya yapılmadı. Hatta 7 Haziran seçimleri sonuçlarının 'halkın başkanlığı veto ettiğine' dair sipariş yorumlar yapıldı. Ama elimizdeki veriler gerçek... Yüzde 35 ile 53,5 arasında dramatik bir fark var. Haziran seçim sonuçları eğer başkanlığın reddi olarak yorumlanıyorsa, aynı kesimlerin 1 Kasım sonuçlarını 'Başkanlığın kabulü' olarak görmesi gerekmez mi? Ama biz onlar gibi yapmayalım. Seçim sonuçlarının neyin reddi neyin kabulü olduğuna dair tesbitler çok da ciddiye alınmamalıdır. Herkes kendi amacı, meşrebi ve temennileri üzerine olguları yorumlamakta özgürdür. Ama bunu hayat doğrular mı, o, zamanla görülür. Belli ki beş altı ay içinde, bu konuda anlamlı pek birşey yapılmamış ve hatta aleyhte bir gündem olmasına rağmen, başkanlığı halkın nezdinde pozitif anlamda gündemleştiren bir şey olmuş. Bu beş/altı ayda bence somut olan, yani hayatın kendisi bu değişimi sağlamıştır ve bu ivme güçlenerek devam edecektir. Halkımız Türkiye'deki siyasal yönetim krizinin varlığını, bunun ülke için çok ciddi bir risk haline geldiğini öncelikli gündem olarak algılamaya başlamıştır. Markan Esayan/Yeni Şafak Yıllar önce Demirel'i ziyarete gitmiştim. Yasakları yeni kaldırılmıştı, siyasete hazırlanıyordu. Oturup başka meselelerden konuştuk. Söz nasılsa dönüp dolaşıp Musul-Kerkük konularına geldi. Bana önümdeki teybi kapatmamı söyledi. Sonra 'o Musul'un, Kerkük'ün verildiği Meclis'te çok gözyaşı dökülmüştür. Bu konuları da artık yavaş yavaş gündeme getirmek gerekir' dedi. 'Kim getirecek' diye sorduğumda, 'işte' dedi 'sizin kuşak getirir...' Belki de ilk kez yazıyorum bu anekdotu... Bu konu, aradan epey bir süre geçtikten sonra, bir Orgeneralle konuşurken yeniden açıldı. Bana neredeyse kelimesi kelimesine aynı şeylerden söz etti. O da konunun yeniden açılması gerektiğini söylüyordu. Orgeneral, Demirel'den çok daha gençti. Ama o da benzeri düşüncelere sahipti. Musul-Kerkük konusunun zihnimizin gerisindeki 'büyük kayıp'la ilişkili olduğunu biraz yakın dönem tarihiyle uğraşan herkes bilir. O iki 'kentin' hangi şartlarda verildiğinimuhafazakârlar daha da yana yakıla anlatırlar. Ama bu Attila İlhan gibi bir Kemalistin de aynı konuyu içinde işleyen, kapanmayan bir yaraya dönüştürmesini engellemez. O da ölene kadar bir yandan Atatürk'ün 'kontrollü dış politika' yöntemini savururken bir yandan da bu bölgede gözü olduğunu hiç sözünü sakınmadan iddia etti. Zaten tezine göre, Mustafa Kemal Musul petrolleri üstünde biraz 'patırtı çıkarınca' İngilizler de Şeyh Sait isyanını 'patlatmış'tı. Beşika kampındaki Peşmergeleri eğitmek maksadıyla bölgeye Türkiye mevcuttan epey fazla sayıda asker sokunca aklımdan bunlar geçti. Şartların farklı olduğunu biliyorum. Meselenin ne olduğunun da farkındayım. Mesele bugün Şengal-Beşika-Telaferdüzleminde cereyan ediyor. Öteki kefede de DAEŞ var. Şengal'i kaybettikten sonra şimdi acaba Telafer'i de verecek mi DAEŞ? Hasan Bülent Kahraman/Sabah Rusya'nın hava operasyonları düzenleyip vurduğu yerlerde DAEŞ yok. Kızıldağ ve çevresinde Türkmenlere yaptığı saldırılar ortada. O bölgede Esad güçlerinin önünü açıyor. Azaz'ın Jariz Köyü'ne DAEŞ militanları saldırıyor. Muhalifler tarafından püskürtüyor ve karşı saldırı başlatılıyor. Tam o sırada Rus uçakları devreye giriyor. Muhaliflerin üzerine bomba yağdırıyor. DAEŞ rahatlatılıyor, muhalif güçler Jariz'i boşaltıp geri çekilmek zorunda kalıyor. Cibrin çevresinde DAEŞ ile muhaliflerin temas hattı olan Ahras, Kafer ve Nasih bölgelerindeki ılımlı muhalefet güçleri vuruluyor. Rus uçakları tarafından DAEŞ'e açık destek sağlanıyor. Siviller katlediliyor. Ruslar, DAEŞ'i vurmuyor. Türkmenleri ve ılımlı muhalefet güçlerini yok etmeye çalışıyor. Nerede DAEŞ'e karşı bir başarı kazanılmışsa, orada Rus uçakları ortaya çıkıyor. DAEŞ karşıtlarının üzerine bomba yağdırıyor. DAEŞ nerede püskürtülmüşse, Rus uçaklarından orada destek alıyor. Bunun bir tek istisnası var, o da PYD… PKK'nın Suriye uzantısı olan PYD, Rusya tarafından alabildiğine destekleniyor. Her türlü silah yardımı yapılıyor. Rusya, kendisini kalıcı kılmak için bölgedeki terörü de kalıcı hale getirmeye çalışıyor! Şimdi 'Türkiye, Rus uçağını düşürerek oyuna geldi' diyenler var… İyi güzel de, uçak düşmeseydi, bütün bunlar yaşanmayacak mıydı? Ruslar, zaten operasyona başlamıştı. Ilımlı muhalefeti vuruyordu. Türkmenlerin üzerine bomba yağdırıyordu. Türkiye'nin bölgedeki menfaatlerine karşı operasyonlar düzenliyordu. Bunu da sınırlarımızı ihlal ederek yapıyordu. Üstüne bir de Akdeniz'deki gemi varlığını artıracağını açıklamıştı. Ya kuyruğumuzu kısıp seyredecektik ya da onurumuzu koruyacaktık. Biz ikinci yolu seçtik. Olması gereken yapıldı ve böylece dünyanın dikkati de bölgeye çekilmiş oldu. O yüzden bırakalım artık, sürekli olarak kendimizde hata aramayı. Biraz da binlerce kilometre öteden gelip, burnumuzun dibinde operasyon düzenleyen Rus vandallığı ve barbarlığına bakalım! Emin Pazarcı/Akşam Erdoğan ve Ak Parti niçin bu denli güçlü oldukları parlamenter sistem yerine daha az yetkiye sahip olacakları başkanlık modelinde partilerinin kuruluşundan beri ısrarcılar? Öyle ya kim yetkilerini kaybetmek ister? Bu sorunun yanıtı Erdoğan icracı perspektifinde gizli. Cumhuriyetin 80 yılındaki icraatlarını sadece 13 yılda üçe beşe katlayan Erdoğan sahadaki yerel yönetim deneyiminin iş=oy konforuna fazlasıyla alışık. İşte, birilerinin 'mucize' sandığı Erdoğan'ın somut bir neden sonuç ilişkisine dayalı başarısının formülü de bu. Bu yüzden de Erdoğan, dünya siyaset sahnesinde 13 yıllık iktidarının ardından oylarını artıran ve gelecek 10 yıl için hâlâ ilk alternatif olan yegâne siyasetçilerden. Erdoğan mevcut sistemde sınırsız yetkili ancak başkanlıkta olduğu gibi icraatları için vakit kaybetmeden hareket edebilecek bir pozisyonda da değil. Erdoğan'ın arzu ettiği başkanlık sisteminde ise bugün âdeta birbirini durdurmak için konumlanmış parlamento ve başkanlık, icraat için teşvik üzerine kurulu. Daha da netleştirelim. Başkan bir icraat için yasal zemine ihtiyaç duyduğunda önerisini ortaya koyar. Tüm partilerin oluşturduğu Meclis de ya başkanın tasarısını onaylar ya da daha iyisini ortaya koyar. Şimdi olduğu gibi, sistem birbiriyle güç savaşı içinde olan iki makamın öneri- retten ibaret yetki savaşına kurban gitmez. Melih Altınok/Sabah 1 Kasım'dan sonra artık ayakları üzerine daha emin adımlarla basan bir Türkiye vardı. Bunu tüm partilerden vatandaşlar fark etti ama muhalefet edemedi. Çok net söyleyelim: Şu anda dünya savaşının hazırlığı yapıldığı izlenimini veren bir süreçten geçiyoruz ve bekamızın söz konusu olduğu bu durumda, muhalefet hâlâ kısır iç tartışmalarla, sığ bir Erdoğan karşıtlığı ile ülkenin zamanını ve enerjisini çalıyor. Hükümete muhalif pozisyonuyla ve 1 Kasım öncesi sunduğu koalisyon senaryolarıyla bilinen Gezici Anket Şirketi'nin yaptığı araştırmanın sonucu da vatandaştaki bu farkındalığı gözler önüne seriyor. Gezici'nin, 16 il ve 26 ilçede 18 yaş ve üstü seçmen nüfusunu temsil eden, yaklaşık yarısı kadın olmak üzere toplam 1.264 katılımcı üzerinde yaptığı araştırmada, 'Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bahsettiği başkanlık sistemini destekliyor musunuz?' sorusuna % 53.5 oranında 'evet' yanıtı ve % 40.2 oranında 'hayır' yanıtı gelmesi bunun kanıtı değilse nedir? Üstelik anket sonuçlarına göre Başkanlık sistemine, önce MHP'nin, ardından CHP seçmeninin verdiği destekte büyük artış gözlemleniyor. Yine halkın %91.6'sına tekabül eden ezici çoğunluğu Rus savaş uçağının düşürülmesini doğru bulduğunu söylerken, sadece %8.4'ü yanlış bulduğunu söylemiş. Bu da CHP ve HDP'nin kendi seçmeninin reflekslerini bile okumaktan aciz olduğunu, Erdoğan'a muhalefet edeceğim derken tabanlarının düşüncelerine bile muhalefet edecek noktaya geldiklerini kanıtlıyor. Muhalefetimizin salt Erdoğanfobi'den müteşekkil ayarlarına bir 'reset' atmasının ve mevcut konjonktüre göre, ülkesine muhalefet edecek duruma gelmeyecek şekilde kendine çeki düzen vermesinin vakti geldi de geçiyor bile. Hilal Kaplan/Sabah Rusya'da Putin'e karşı Türkiye'yi destekleyenlerin sayısı, Esed'i ve Putin'i destekleyen Türkiye nüfus cüzdanı taşıyandan daha fazla.. Putin; Erdoğan'ı Esed zannediyormuş, ama aslında onun 2. bir Esed vakası olduğunu gördük. İran Esed'le anlaşabildiği için Putin'le de anlaşabiliyor.. Rusya'nın tavrı Tartus hassasiyetinin ötesine geçti. Ukrayna krizinin ardından petrol fiyatlarındaki düşüş Rusya'yı vurdu. Rusya'nın içerideki homurdanmaları bastırmak için dışarıda kendine bir tehdit bulması gerek.. Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye'yi gözüne kestirdi.. Esed'e oynuyor. İran'a, PKK'ya, Ermenilere, Yunanistan'a, Rumlara, Kadirov'a oynuyor.. Geçen gün bir Rus TV kanalında yayınlanan program, aslında Rus Putinistlerin ruh halini yansıtması bakımından ilginç. Türkiye'yi vurmaya nereden başlamaları gerektiğini tartışıyorlar.. Vurmakta kararlılar da ilk hamle sanayi merkezi mi, Suriye sınırı mı, Karadeniz mi, Ankara mı olmalı, o konuda görüş birliği sağlanamamış. Türkiye yıllar önce Esed'i kazanmak istemişti. Ama olmadı. Putin de Türkiye açısından 2. bir Esed vakası. Rusya ekonomik açıdan bir felaket yaşıyor. İç muhalefet giderek büyüyor. Putin mutlaka bir yere saldıracak. Ama bu onun için tam bir felaket olacak. Yağmurdan kaçarken doluya tutulacak sanki.. Kaçtığını sandığı şeye doğru koşuyor. 'Kuzeyde ben varım' diye düşünüyor. Güneyde Irak ve Suriye.. PKK ve PYD var. Türkiye'nin doğusunda Rusya'nın müttefiki İran ve Ermenistan. Batıda Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimi.. Türkiye'yi kuşattıklarını düşünüyorlar. Bu kuşatmaya İsrail de destek verecektir. Batının şahinleri, Neoconlar ikili oynayacaklar.. Abdurrahman Dilipak/Yeni Akit Polis operasyonlarında YDGH'lılar ne zaman sıkışsa, yaralı teröristlerin arka evlerden kaçırılması gerekse, terör örgütünde mühimmat sıkıntısı baş gösterse, YDGH lehine zaman kazanmak gerekse o an olay yerinde biten ve canlı kalkan olup 'DevletKatliamaHazırlanıyor' hashtag'leriyle yaygara koparan HDP'liler neredeler? Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi, hendeklerin, barikatların dibinde basın açıklaması yaparken niye orada değildi HDP'liler? Başsavcı ve beraberindeki heyet olay yeri inceleme yapmak, delil toplamak için Dört Ayaklı Minare'ye geldiğinde ve PKK heyete uzun namlulu silahlarla roketatarlarla saldırdığında HDP'liler niye orada değillerdi? Ne diye heyet ile YDGH arasında canlı kalkan olmadılar? PKK Kurşunlu Camii'ni örgüt cephaneliğine çevirirken, polis şehit ederken, camiyi ateşe verirken, itfaiye araçlarını engellerken HDP'liler neredeydi? Nerede?! PKK sivil halkın yaşama hakkı başta olmak üzere tüm hak ve özgürlüklerini gasp ederken ses çıkarmayıp şimdi devlet vatandaşına karşı görevini yaparken duyar kasanların ne dediğinin hiç önemi yok o yüzden. Devlete, terörü şehirlerden kazırken 'sakın ola hukuk dışına çıkma!', 'sivillerin kılına zarar verme!', 'operasyonlar sürerken gündelik hayatı koruyacak tedbirleri al, temel ihtiyaçları karşıla!'dan öte söylenecek söz yok. Bu noktada dün Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın verdiği teminat önemlidir: 'Terör estirilen yerlerdeki Kürt kardeşlerime sesleniyorum. Bu devlet sizi asla yalnız başınıza bırakmayacak.' Fadime Özkan/Star HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ neden bu kadar çok yalan söylüyor? Doğrusu bir süre öncesine kadar bu özelliğin sadece Demirtaş'a özgü olduğunu düşünüyordum; ancak Figen Yüksekdağ da çok geçmeden Demirtaş kadar yalancı olduğunu kanıtladı. Eşbaşkanlar, şimdiye kadar meydana gelen bütün terör eylemlerini devlete bağladılar. Adana ve Mersin'deki HDP binalarının bombalanmasını, Diyarbakır ve Ankara katliamını -olayın üzerinden bir saat bir geçmeden- tereddüt etmeden devlete yüklediler. Nedense başka bir failin peşine düşme ihtiyacı duymadılar. Tahir Elçi'nin ölümü için de peşin peşin 'polis öldürdü' açıklaması yaptılar. Diyarbakır'daki tarihi Kurşunlu Camii'nin yakılmasını da öyle. Başka bir ihtimale kapıyı neden kesin bir dille kapatıyorlar? 'Gerçeği' kovmadan kendilerine yer açmaları mümkün değil galiba. 'Doğru'yla açıklanabilecek hiçbir yanları yok. Gerçeği ters yüz ederek ancak varlıklarına alan açıyorlar. Yalana yer açmak için önce gerçekleri örtbas etmeleri gerekiyor. Zira gerçekleşmesi zor amaçlara, hedeflere sahipler; bu yüzden yöntemlerinin ve kullandıkları araçların ahlaklı olmasını beklemek saflık olur. Her yol ve yöntem mubah onlar için. Kurtuluş Tayiz/Akşam