Aslında 17 Aralık darbe girişiminden sonra bu mücadele hiç durmadı ama yavaş yürüdü. Bunun da iki önemli nedeni vardı. Birincisi Türkiye dünyada örneği olmayan bir şebekeyle karşı karşıyaydı. Devleti ele geçirme planları yapan, dini bir cemaat örneği sanıyorum dünyada yok. Her yerde dini cemaatler vardı ama böylesine kirli yöntemlerle herkesi dinleyen, kumpas kuran, şantajla insanları susturan, içeri atan ve bunu da 40 yıldır yapan bir yapı söz konusu değildi. İkincisi bu yapıyla mücadeleyi yürütenler, bizzat o yapının çok güçlü olduğu polis ve yargıdaki kadrolardı. Eski kadroları etkisiz kıldıkları için geriye kalan kadroların içinde de cemaate bulaşmamış, hatta kripto olmayanları bulmak hiç kolay değildi. İşe öncelikle HSYK'nın çeşitlenmesiyle başlanması önemli bir adımdı. HSYK, FETÖ ile mücadelede kritik bir rol oynadı. Arkasından polis teşkilatındaki değişimler geldi. Ancak bu konu kolay aşılmadı. Çünkü paralel yapıyla poliste mücadele edecek yeni kadrolar çok azdı. İşte bu sıkıntılar nedeniyle neredeyse iki yıldır AK Parti hükümetine, 17 Aralık 2013'te darbe düzenleyen cemaatçi polislere yönelik işlem yapılamadı. Nihayet, önceki gün başta İstanbul ve Ankara olmak üzere 13 ilde, aralarında üst düzey polis müdürlerinin de olduğu ve 50 şüphelinin yer aldığı dosyayla ilgili operasyon başladı ve 27 kişi gözaltına alındı. Böylece ilk kez FETÖ'nün, dönemin başbakanını, eşini, bakanları ve çok sayıda insanı yasadışı dinleyen, izleyen darbeci ekibi, yargı önüne çıkacaktı. Bu noktada akla takılan soru şu: Neden 17 Aralık darbecilerine karşı operasyon bu kadar geç kaldı? Sorunun cevabı, yukarıda altını çizdiğimiz emniyet içinde cemaatin etkinliğinin sürmesi ve cemaatçi olmayanların da bu mücadelede 'siyaset mi cemaat mi kazanacak' beklentisi içinde olmalarında saklı. Mahmut Övür/Sabah AKP'nin 'faşist', Erdoğan'ın 'diktatör' olduğu yönünde bir söylem çok uygun ve rahatlatıcı bulunuyor. Çünkü bu sayede hem aktivizm meşru hale geliyor, hem de artık toplumu tanıma ihtiyacınız kalmıyor. AKP seçmeni bütün iç karmaşıklığına karşın, bir anda 'sürü' olarak algılanarak siyasetin dışına itiliyor. Tek bir adamın iradesinden hareketle Türkiye analizi yapılabiliyor ve bunun ne kadar gülünç olduğu bile idrak edilemiyor. Aktivizm durması tehlikeli bir tekerlek gibi sürekli negatif enerji pompaladıkça, laik/sol cemaatin gerçeklik algısı da zayıflıyor ve niyetlerini gerçeklerin yerine ikame etme eğilimi çok güçleniyor. Haziran-kasım aralığında da böyle oldu. Gerçeklikten kopuk bir 'havalanma' ve sonrasında kaçınılmaz hakikatle karşılaşma… AKP'nin ve İslami kesimin 'fıtrat' üzerinden açıklanmasını ima eden ideolojik bakış bir bumerang gibi laik/sol cemaati vurmuş gözüküyor. Çünkü yaşananlar neredeyse insanı onların fıtratı ile ilgili değerlendirme yapmaya itiyor. Şimdi önlerinde aktivizmi değil siyaseti anlamlı kılan bir dört yıl var. Depresif olmanın âlemi yok. Bir süre yenilginin acısını örtmek üzere ortak depresyon seanslarıyla oyalanabilirler. Ancak bunu uzatmak hastalanmayı kabullenmek, yabancılaşmak ve marjinalleşmek anlamına gelir. Sonrasında kendini daha da kötü hissetmek durumunda kalmak var. Yapmaları gereken ise pek zor olmamalı: Topluma değil, toplumla konuşmaya açık olmaları yeterli… Etyen Mahçupyan/Akşam Bizim Batı'ya meftun, beyaz ve fena halde laik arkadaşlara 'kendinizi boş verin ama çocuklarınıza yazık ettiniz' deyince, çok bozuluyorlar. Ama gerçek bu ne yazık ki! Geçen gün Gaziosmanpaşa Üniversitesi'nde hani... Üç beş ezberini 'aydın'lık sanıp Nepal için yardım toplayan başörtülü okul arkadaşlarına saldıran genç kızı düşündüm de... Nasıl kendinden emin bir aymazlıktır o! Hepsini geçtim, 'Üniversite aydın insanların yeridir, sizin burada işiniz yok' derken nasıl gülmesi gelmez? Ya o bir günde Putinci oluveren sosyal medya ergenlerine ne demeli! Anne babalara soruyorum... Her gün çocuğunuzu okuldan tenis dersine, piyano kursundan tiyatro atölyesine koşturup durmanızın gayesi gün gelip çocuklarınızın 'hah işte, bu Ruslar şimdi ağzımızın payını verir' diye sevinmeleri miydi? Bu tayfanın ilerlemeye ve aydınlanmaya inançları öyle güçlü ki, görenin nutku tutuluyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkenin yöneticileri bu inancı gelişimin ideolojik motoru olarak kullanmışlardı. Eh, diyelim ki, bu anlaşılır. Fakat bugün tarihin pek 'ileri' bir noktada olduğunu düşünen 'muasır' ülke insanı kaldı mı acaba? Haşmet Babaoğlu/Sabah Irak'ın bu meseleyi 'neden büyüttüğü' sır olmasa gerek. Büyüdü, çünkü Obamayönetiminin bilinçli ya da bilinçsiz 'boş verme' politikalarının sonucu olarak Rusya devreye girdi ve Ortadoğu'daki yönetimleri domine etme gayreti içinde. Musul krizi üzerinden elimizdeki verilere şöyle bir bakalım: Türkiye'nin mevcut ve zaten Türk askerlerini bulundurduğu bir kampa asker göndermesinin amacı belli: IŞİD'e karşı direnecek unsurları eğitmek. Türkiye'nin hamlesinden rahatsız olanlar kim? Kentlerini IŞİD'e kaptırmış olan ve normal şartlarda IŞİD'den kurtulmayı umut etmesi gereken Bağdat merkezi yönetimi. Türkiye'nin, ÖSO'nun ve peşmergenin desteğiyle IŞİD'i Kobani'den püskürtebilmiş ama aldığı yardımı reddederek başarının üzerine tek başına çöreklenip krizi kendisini parlatmak için kullanmış PYD ve PKK. IŞİD'i mazeret gösterip binlerce kilometre ötesindeki Ortadoğu topraklarını sömürgesi haline getirmeye çalışan Rusya. Esad rejimini desteklemek ve mezhepçi Şii ideolojisini tahkim etmek için her fırsatta IŞİD'in 'kötü Sünni' imajını kendisine sıçrama taşı yapmaya çalışan İran. Tablo çok net değil mi? Amaçları IŞİD'den kurtulmak değil. IŞİD mazeretiyle alan büyütmek ve kendi müttefiklerine alan açmak. Yarın bir gün bu maksatla IŞİD'i destekledikleri de ortaya çıkarsa kimse şaşırmasın. Nihal Bengisu/Habertürk 20 Temmuz Suruç saldırısından sonra PKK, DEAŞ ve DHKP-C terörüne karşı çoklu strateji geliştiren güvenlik bürokrasisi, kamu düzeninin tesisini esas alan yaklaşımı artık güncellemek durumunda. Nedenine gelince... Terör örgütünün, Suriye'den ilham alan kantonal yapı hayali Nusaybin'den Silvan'a, Varto'dan Cizre'ye, Yüksekova'dan Diyarbakır Sur'a kadar uzanan yelpazede 'kentsel kalkışma' planı ile canlı tutulmak isteniyor. Asimetrik terör unsurlarına yönelik yeni güvenlik konsepti, 'sivil kayıp verilmeksizin terörle mücadeleyi' öncelediğinden terör örgütünün şehirlerden, mahallelerden temizlenmesi kolay olmuyor! Terörün beli kırılınca yeni şartlarda yeni çözüm düşüncesini yaşatan Ankara, ironik şekilde, terör örgütünün kentlerden ayıklanması için masa kurmaya zorlanıyor. Bir başka ifade ile kamu düzeni sağlandıktan sonra yeni süreç başlatılabilir fikri zemin kaybediyor. Adeta kamu düzeninin sağlanması için yeniden belirli aktörlerle görüşme dönemi açılması hedefleniyor. Hemen belirtelim, Ankara bu kapanın farkında. Lakin örgütün silahlı güçlerinin ilçe merkezlerinden, mahallelerden çıkarılması uzadıkça kamuoyu algısı ve desteği örseleniyor. Netice olarak... Milli Birlik ve Demokratik Güçlendirme Süreci'nin başlaması, Ortadoğu'daki sorunların Türkiye'ye ithal edilmemesi için hayati değerde. Böyle bir sürecin kamu düzeninin sağlanmasına endeksli olduğu, artık sadece HDP ile yürümeyeceği, tüm Kürt ve yerel grupları içine alan yepyeni bir modelin hazırlandığı muhakkak. Okan Müderisoğlu/Sabah Amerika Birleşik Devletleri'nin başkanlık yarışında en çok konuşulan aday Donald Trump, en çok konuşulan konu ise adayların Müslümanlar'a bakışı. Trump her açıdan irrite edici bir aday. Her lafı bir pot, her konuşmasından kabalık, nefret akıyor. ABD'de yaşayan tüm Meksikalıları tecavüzcü ilan etmekten, engelli bir gazetecinin taklidini yaparak dalga geçmeye uzanan berbat bir sicil sahibi kendisi. Sahip olduğu kişisel serveti ile her şeyi ama en çok da küstahlığı satın alabileceğine dair inancı Trump'la ilgili sorunun sadece siyasi görüşleri değil, insani özellikleri de olduğunu açıkça gösteriyor. Şu an Trump'ı eleştirmek kolay, rahatlatıcı, cool. Savunulacak hiçbir tarafı olmayan, her sözü ile nefret suçu işleyen, her yanından sevimsizlik akan Trump'ı linç etmek şu anda trend. Peki ABD'de veya Avrupa kamuoyunda Trump'ın başarılı olmasını sağlayan atmosferi oluşturan, Trump'tan çok daha sinsi kurumları, kişileri, yayınları eleştirmeye sıra gelecek mi? ABD'nin güya liberal medya kurumlarının tekrar tekrar ürettiği İslamofobi'yi kınamaya, ABD'de ve Avrupa'da Trump kadar açık olmasa da İslamofobi'den beslenen siyasetçilerini deşifre etmeye sıra gelecek mi? Örneğin bir yandan Trump ile dalga geçerken, diğer yandan Merkel'i 'özgür dünyanın şansölyesi' sıfatı ile yılın insanı seçen Time dergisinin iki yüzlülüğüne sıra gelecek mi? Türkiye'nin AB adaylık sürecini gururla engelleyen ve Türkiye'nin AB adaylığına sadece ve sadece dini gerekçeler ile karşı çıkan bir siyasetçiye bu payenin verilmiş olması tuhaf bulunacak mı? Filistinli mülteci bir kızı ağlatan, Suriye meselesinde en başından beri Esad rejimine örtük destek veren bir politika izleyen bir siyasetçinin bu şekilde onurlandırılması sorun olacak mı? Muhtemelen olmayacak. Ceren Kenar/Türkiye Tamam, PKK'nın yayın organı gibi çıkan Özgür Gündem gazetesi; 'Sur'da tarihî Paşa Camii, saray çetelerince barbarca ateşe verildi. AKP Sur'da tarihi mirası katlediyor' diye yazabilir. Ama Zaman gazetesine ne oluyor? Zaman, Salı günü 'Dün Tahir, Bugün Tarih' manşetiyle çıktı. 'Diyarbakır Baro başkanı Tahir Elçi'yi bir hafta önce katleden karanlık eller, bu kez şehrin tarihî miraslarını hedef aldı. Diyarbakır Valiliği yangının PKK'lı teröristler tarafından çıkartıldığını belirtirken, örgüte yakın kaynaklar iddiaları reddetti' diye yazdı. Nedir bu böyle? Nedir bu PKK savunması? 'Örgüte yakın kaynaklar'a itibar edilmesini ima eden bu PKK kollaması neyin nesi? PKK'nın yaktığı okullarla ilgili olarak da Zaman'ın haberindeki ifadeler şöyle: 'Bölgedeki 4 okulda yangın çıktığı öğrenildi.' Zaman muhabirleri sadece yangının çıktığını öğrenmişler. Öylesine duymuşlar ama yapanı bilmiyorlar. Devlet mi, PKK mı, anlayın işte... Zaman PKK kollamasını hep yapıyor. 13 Eylül 2015'te de Doğan Ertuğrul, Cizre'deki sokağa çıkma yasağından sonra, 'Gazze değil Cizre' başlığı ile güya bir Cizreli'nin ağzından, 'Elinde Kürtçe Kur'an ile dolaşan Erdoğan, ezan okutmadı, cuma kıldırmadı bir hafta' diye yazdı. Gazze'de, Müslümanların karşısında İsrail askerleri var. Cizre'de ise Türk Silahlı Kuvvetleri, Mehmetçik var. Erdoğan düşmanlığı, Gülencileri ihanetin karanlık labirentlerinde öylesine dolaştırıyor ki, Mehmetçiği, İsrail askerleri ile aynı kefeye koyacak kadar hainleşiyorlar. İşte bunun için artık toplumun büyük çoğunluğu, F. Gülen'in, Türkiye'nin düşmanlarına taşeronluk yaptığına inanıyor... Hüseyin Gülerce/Star Biz Rusya krizini tartışırken Pasifik tarafında da ilginç gelişmeler oluyor. Pasifik'e bakmadanAvrasya düğümünü çözemeyiz. Çin'in batıya ve güneye sermaye ihracıyla başlayan ilgisinin sonuçlarını çok geçmeden görmeye başlayacağız. Çok yakın bir gelecekte yuanın rezerv para statüsünde işlem görmeye başlaması bütün dengeleri yerinden oynatacak. Amerikan Merkez Bankası'nın (Fed) faiz artırımının bile önüne geçecek gelişme, Çin'in yuanın, sessiz ama derinden bir stratejiyle, rezerv para olması için attığı adımların sonuçlanmasıdır. ...İşte bu genel yönelimi hesap ederek, şu an içinde bulunduğumuz reel-politiğe bakarsak gidişatı görürüz ve buna bağlı çözümleri geliştirebiliriz. Avrasya coğrafyası için de -Çin gibi- Rusya'nın ve İran'ın sistemin periferisinden merkeze gelmeleri gerekiyor. İran bunu gördü ve müzakerelerin olumlu sonuçlanması için gereken tavizleri verdi. Rusya ise bunu görmekle birlikte, geçiş sürecinde mümkün olduğu kadar fazla hakimiyet alanını kontrol ederek, yeni sürece adım atmak istiyor. Bunun için Suriye'yi kontrol ederek, güney enerji ve ticari geçişlerinde Türkiye'nin etkisini kırmayı amaçlıyor. Türkiye burada atması gereken adımları hızlandırmalıdır. Bu anlamda AB-Türkiye ilişkileri ve dolayısıyla Kıbrıs sorununun çözümü daha da aciliyet ve önem kazanıyor. Geçen hafta yapılan Türkiye-AB zirvesinden sonra AB, ilk ciddi adımı atarak, beş stratejik başlığın açılmasının planlandığını Türkiye'ye mektupla bildirdi. Enerji, yargı ve temel haklar, adalet, özgürlük ve güvenlik, eğitim ve kültür, dış güvenlik ve savunma politikaları başlıkları 2016'nın ilk çeyreğinde gündeme gelecek. Burada açılacak başlıkların somut olarak ifade edilmesinin AB için çok önemli bir taahhüt olduğunu belirtelim. Bu durumda AB, aynı zamanda, Kıbrıs Rum Yönetimi'nin Türkiye'ye uyguladığı blokajın aşılması için de taahhüt vermiş oluyor. Açılacak başlıkların içinde, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın öteden beri ısrarla istediği enerji ve savunma başlıkları şu konjonktürde çok önemli. Çünkü Kıbrıs çözümü ile enerji ve savunma-dış güvenlik baskıları birlikte ele alındığında, AB'nin,Almanya'dan ayrı olarak, Türkiye'nin tezlerine -ister istemez- daha da yaklaşacağını söyleyebiliriz. Cemil Ertem/Milliyet 2004'teki Tsunami felaketi sonrası Endonezya'nın Açe Sumatra adasına gittiğimde bir Açeli Müslaman Osmanlı'nın da ötesine geçen tarih şuuru ile 'Ben Selçukluyum evlat' demişti de hayrete düşmüştüm! Bugün bize 'Musul'un Başika bölgesinde ne işiniz var' diyorlar. Bugün bize 'Bayırbucak'la neden bu kadar ilgilisiniz' diyorlar. Bugün bize 'Halep'i niye bu kadar önemsiyorsunuz' diyorlar. Dünde bizi 'Bosna'ya yardım ediyorsunuz' diye suçluyorlardı. 'Kosova ile neden bu kadar ilgilisiniz' diyorlardı. 'Kıbrıs'ta ne işiniz var, Makedonya'ya, Arnavutluk'a neden gittiniz' diyorlardı. Çünkü bizi lime lime edip parçalamışlardı, kardeşimiz dediklerimiz arasına nifak sokmuşlardı, birbirimize düşman etmişlerdi... Bizi birbirimize düşürenleri dost belletmişlerdi. Bugün artık mevcudun sürdürülemez olduğunun farkındayız. Coğrafyamızın yeniden şekillendiğinin farkındayız. Savunma hattımızı nerede kuracağımıza, nereye kadar çekilip; nereye kadar yürüyeceğimize biz karar vereceğiz! Zira, Meydan dayı gibi niceleri yolumuzu gözlemektedir! Yarın çok geç olabilir. Musul meselesini, Bayırbucak meselesini bir de bu gözle düşünün. Hasan Öztürk/Star Şu anda Rusya'nın Suriye'ye doğrudan müdahalesi ve uçak kriziyle birlikte yeni bir faza geçmiş bulunuyoruz ve bu yeni durumda PYD daha da kıymete binmiş durumda. Bir yandan ABD, bir yandan Rusya PYD'nin IŞİD'e karşı mücadeledeki rolünü şişirebildikleri kadar şişirip 'Ortadoğu Kahramanı' ilan ettiler. Her iki süper güç de, 'onu bırak, benim yanıma gel' diye ısrar ediyor. Besbelli ki Rusya şu anda Türkiye'ye karşı PYD kartını nasıl en etkili biçimde kullanabilirim, planlarıyla meşgul. Washington da, son ziyaretinde Demirtaş'a Rusya'yla Amerika arasında artık bir tercih yapmasının zorunluluk haline geldiğini hatırlatmıştır muhtemelen. Peki PKK ne yapıyor? Şimdilik, her iki tarafla da arayı bozmadan, iki taraftan da yardım alarak ikisini birden idare etmeye çalışıyor. Hatta, 'Aranızda anlaşın, ikiniz de beni destekleyin' demeye getiriyor. Ne var ki bu ikili oyunu uzun süre devam ettirmesi mümkün değil. Rusya PYD'ye ne vaat edebilir? Esad'lı bir Suriye'de – ya da Esad'ın Rusya'nın tam vesayeti altında küçük butik bir devlete sahip olduğu parçalanmış bir Suriye'de- Türkiye'nin güney sınırı boyunca uzanan özerk bir Kürdistan! Ancak kendi koruması altında ayakta kalabilecek olan ve yine ancak kendisinden aldığı güçle sınırlarını Türkiye'ye doğru genişletme umudu taşıyabilecek olan bir Kürdistan... ABD'nin vaat edebileceği teklif bu kadar parlak olamaz. Putin'in ayranının kabardığı yeni koşullarda NATO'nun kanat ülkesiyle arayı bozmayı göze alamayacağına göre, Amerika'nın yapabileceği en iyi teklif, PYD'yi kantonların daha fazla genişlememesine ikna ederek, Suriye Kürdistan'ının tıpkı Kuzey Irak gibi Türkiye'ye dost bir oluşum haline gelmesi için arabulucuk yapmak, bu temelde PYD'yle Türkiye'nin arasını düzeltmek ve PKK'ya silah bıraktırarak barış masasının yeniden kurulmasını sağlamak olabilir. İlk bakışta, PKK'nın Güneydoğu'da otonom bölge hedefinden vazgeçip yerel yönetimlerin güçlendirilmesine fit olması zor görünüyor. Ama Putin'e ne kadar güvenebileceğini; Rusya'nın bu ekonomik durumuyla Ortadoğu'da ne kadar kalabileceğini de hesap etmesi gerek. Gülay Göktürk/Akşam