İran ve S. Arabistan, 1979 Molla Devrimi'nden bu yana birbirlerinin karşı kutbunda yer alıyorlar. ABD'nin Irak işgali sonrasında Bağdat yönetimi de tamamen İran'ın yörüngesine angaje olunca, bu karşıtlık iyiden iyiye arttı. İki ülke, birbirleriyle amansız bir güç mücadelesi içindeler ve bunu mezhep karşıtlığı altında yaymaya çaba gösteriyorlar. Söylendiği gibi S. Arabistan Sünni bir ülke değil, Vahhabi- Selefi inancını temsil ediyor. Bu mezhep de aynı İran'ın Şiilik inancı gibi karşıtını tekfir etmek üzerine kurulu. O yüzden İran ve S. Arabistan, inanç alanında da birbirlerinin 'kurucu dışarı'sını oluşturuyorlar. …Ancak mevcut durumda Türkiye'nin, hiçbir şey yapmasa ve söylemese dahi uluslararası mahfillerde 'İslâmcı, Sünni yanlısı, neo-Osmanlıcı ve mezhepçi' olarak anılıyor olmasının, İran'ın mevcut yayılmacılığı ile Türkiye'nin Ortadoğu'ya açılan her tür yolunu kesme çabasının da bu pozisyonu almaya teşvik ettiğini görmek gerekiyor. Türkiye- S. Arabistan arasında Stratejik İşbirliği Konseyi'nin kurulması kararının çıktığı ziyaret de bunun yansımalarından biriydi. Ticaret ve savunma alanında S. Arabistan ile Türkiye arasında önemli gelişmelerin vuku bulmasının, S. Arabistan'ın askerî teknoloji alanında Türkiye'den 2.5 milyardan 10 milyar dolara kadar alım yapmasının beklendiği bu süreçte Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Şii aktivist Nimr dahil 47 kişinin idam edilmesini 'iç mesele' olarak tanımlaması şaşırtıcı değil. S. Arabistan bir Şii'yi idam ettiğinde 'mezhepçi' diye ayağa kalkanların, İran hemen her sene yüzlerce Sünni'yi astığında, Irak ve Suriye'de Şii milisler eliyle Sünni katliamı yaptığında ve yapmaya devam ettiğinde neden sustuğunu da görmek gerekiyor. Hilal Kaplan/Sabah Hiç kusura bakma, sen kaşındın! Bizim askerle ilişkimizi, kendininkine benzeterek geçmiş defterlerin açılmasına neden oldun. Sen askerden bahsedince, biraz geriye dönüp arşivleri karıştırdım. Meclis'te oluşturulan 28 Şubat Araştırma Komisyonu'na yaptığın açıklamalar ve 27 Şubat 2007 tarihinde kaleme aldığın yazı, askerle girdiğin kirli ilişkiler üzerine yorum yapmaya bile gerek bırakmadı. Önce, komisyona yaptığın açıklamalardan başlayalım: - Genelkurmay Başkanlığı'na bir kere gittim brifinge. Çevik Bir'in odasına gittik. Bir'le bir defa da telefonla konuştum, o da Fetullah Gülen okullarıyla ilgiliydi. - Gazetecilik hayatımda utandığım konular var. Andıç meselesinde dolduruşa geldik. Gurur verici, övünç duyacak bir şey değil. Şimdi de 27 Şubat 2007'de 'İmzam hâlâ aynı yerde' başlıklı yazından ilgili bölümü yayımlıyorum; İşte demokratlığın! '...Brifingi veren komutan o gün şu hatırlatmayı yapmıştı: 'Kanunlar bize anayasal düzeni korumak için gerektiğinde silah kullanma yetkisi veriyor'. Bu sözler ertesi gün Hürriyet'in manşetiydi. Bugün 28 Şubat'ın 10. yıldönümü. Evet destekledim ve desteklemeye devam ediyorum... 28 Şubat, Türkiye demokrasisinin gerçek bir balans ayarıdır.' Bir de hatırlatma; Kendine bu kadar güveniyorsun ve '28 Şubat'ın altına imza atarım' diyorsun ya; peki 28 Şubat soruşturması başlayıp, davanın sivil ayağının olacağının duyurulması üzerine, neden paçaların tutuşup, bir gazetenin genel yayın yönetmenini arayıp - ismi bende gizli kalacak- aman diledin? Duracaksan, dik duracaksın. 10. yılında nasıl '28 Şubat'ın altına imza atarım' diyorsan, sonraki yıllarda da bu imzanı inkâr etmeyeceksin! Murat Kelkitlioğlu/Akşam Başkanlık sisteminde güvenoylaması olmaz. Çünkü bakanlar bir 'hükümet' değil, başkanın görevlendirdiği 'üst düzey yardımcılar'dır. Başkan her işe kendisi bakamayacağı için 'adamları arasında görev dağılımı' yapmaktadır. Hükümet, başkanın kendisidir. Hükümet meclis tarafından değil, halk tarafından seçilmiştir. Meclisin içinden çıkmamıştır. Başkanlık sisteminde 'bakanlardan bazılarının' (önemli sayılanların!) meclisin onayına sunulması gibi saçmalıklar da yer almaz. Hele hele üst düzey memurların (MİT müsteşarı, emniyet müdürleri vs.) atamasına meclis hiçbir şekilde karışamaz. Bu konu meclisi ilgilendirmez. Bakanlar meclise karşı değil başkana karşı sorumludurlar. Başkan, gerekli gördüğü anda bir bakanı görevinden alır, yerine başka birini atar. İsterse hepsini birden bir çırpıda değiştirir. İsterse bunu görev süresi zarfında sekiz kere yapar. Meclis bu işe karışamaz. Erklerin birbirine karışmaması için de, bakanlar meclis üyeleri arasından atanamazlar. Yani bir kişi hem bakanlık yapıp hem de kanun oylamasında el kaldırıp indiremez. Meclis, yapacağı kanunları ona sormaz. Onun işi uygulamaktır. Gerek başkanın gerek meclisin görev süreleri de kesindir ve değiştirilemez. Ne başkan meclisi feshedebilir, ne de meclis başkanı devirebilir. Dolayısıyla, bu sistemde 'erken seçim' diye bir kavram da yoktur. Başkanın icraatını beğenmiyorsan, bir daha ona oy vermezsin. O kadar. Engin Ardıç/Sabah RTÜK'de herkes FETÖ karşısında dut yemiş bülbüle dönüyor. Evet yeniden söylüyorum ki eğer RTÜK, FETÖ ile ilgili gerekeni yapmazsa bir kanunla lağvedilecek ve yeni bir kurum ihdas edilecek. Beni aratıp ağlaşacağınıza 31 Aralık'taki yalancı açıklamanızı internet sitenizden kaldırın RTÜK üyeleri. Yaptığınız hatayı fark edip FETÖ ile ilgili gerekenleri yaparsanız ben asla kendi şahsımı düşünmem. Yeter ki FETÖ konusunda gerekeni yapın ama 31 Aralık açıklama rezaletinden de haberiniz yokmuş gibi davranmayın. FETÖ'den yargılanacağı kesin olan yok hükmünde tipler Hikmet İnce-Muhsin Kılıç ikilisinin o açıklamayı kaleme alması üyelerin sorumluluğunu hafifletmez. Zaten şu an İnce-Kılıç ikilisi kendilerinin masum olduğunu ve RTÜK üyelerinin suçlu olduğunu söylüyorlar. Bazı RTÜK üyeleri de, Fethullahçı işbirlikçisi dedikleri İnce-Kılıç ikilisini suçluyor ve özellikle İnce'nin internette kendi lehine ve RTÜK üyeleri aleyhine parayla yasadışı yazılar yazdırdığını iddia ediyorlar. Sizin kendi iç kavganız beni ilgilendirmez. Nasıl 1 Kasım öncesi -Artık Tayyip Erdoğan bitti- diye düşünerek FETÖ yandaşı hain kararları hep beraber aldıysanız benim de tökezlediğimi düşünüp, 31 Aralık yalanına hep beraber imza attınız. Gerçek budur... Öte yandan RTÜK'çüler şuna da cevap vermelidir... AHaber ve 24 gibi yerli ve milli kanallara sistemli saldırılmasının ve buna karşılık Samanyolu ve Kanaltürk gibi FETÖ kanallarının sistematik olarak korunup, kollanmasının sorumluları kim? RTÜK'teki, FETÖ yardakçısı bürokratların tüm listesi Emniyet İstihbarat ve MİT tarafından tespit edilmiş durumda. Şu an savcılık soruşturması sürüyor. Birçok FETÖ yandaşı kararın altında ise tüm RTÜK üyelerinin imzası var. Öte yandan bazı üyeler FETÖ kanalları yönünde oy kullanmalarının hukuken zorunlu olduğu, aksi takdirde hapis cezaları alacakları şeklinde Hikmet İnce-Muhsin Kılıç ikilisinin kendilerini yönlendirdiğini söylüyorlar. RTÜK'ün net bir biçimde FETÖ'ye yardım ve yataklık suçu tespit edilmiş durumda. Fakat bu suçlar nasıl işlenmiş şimdi savcılarca o araştırılıyor... Cem Küçük/Star Büyük güçlerden istediğini bulamayan S.Arabistan'ın bölgesel müttefiklerini konsolide etme ihtiyacı daha acil. Ancak son idamların da tetiklediği Sünni- Şii gerilimi Suud ailesinden çok Tahran'daki Velayet-i Fakih'in elini güçlendiriyor. İran ve Irak Şiileri arasındaki tarihi ayrışmanın üstü örtülüyor. Ve Hamaney'in Suud'u DAİŞ'le özdeşleştiren 'ilahi intikam' söylemi Şii dayanışmasını besliyor. İran'ın Şia dayanışmasını seferber etme tarzı oldukça başarılı. Birbirini tahkim eden iki düzlemde yürüyor. İlk katman iç siyasi bütünlüğü ve onuru sağlayan İran milliyetçiliğinin yumuşak gücü. İkinci katman ise Şii dünyasının 'uyanışı' fikri ve mezhep kutuplaşması üzerinden devşirilen Şii milislerin sert gücü. Transnasyonal ağların rekabetinde İran'ın çok daha kritik bir avantajı var: Meşru görülen vekillere sahip. Suud'un bağlantıları 'Sünni radikalizmi, terörü' olarak mahkûm edilirken İran'ın milisleri DAİŞ ile savaşan 'kahraman Şiiler.' Sözgelimi Washington 11 Eylül sonrası kendine yöneltilen terörist parmakları arasında 'Şii' olmadığının farkında. Sünni -Şii geriliminin İran'a maliyeti ise Sünni dünyadan kopuşunun derinleşmesi. Batı başkentlerinin aksine Ortadoğu'nun Sünni halkları çatışmalardaki 'Şii' unsuru gittikçe daha fazla hissediyor. Kutuplaşmadan uzun vadede kaybeden İran olacak. S.Arabistan mezhep gerilimi siyasetini terk ederek, Türkiye gibi spesifik politikalar etrafında işbirlikleri kurarak bu süreci hızlandırabilir. Burhanettin Duran/Sabah İran bölgede sevgi-nefret uçlarında telakki edilmiş bir ülkedir. Sair zamanlarda İran'a bir şekilde değenler genelde keskin uçlar olarak İran'dan çıkmışlardır. Bir uçta İran'daki kokuşmuşluğun yarattığı bir İran nefreti, diğer uçta ise İran istihbarat kurumlarının oyuncağı haline gelmiş nüfuz ajanları. İran'a değen hemen hemen herkes İran'a dair ütopik düşüncelerini ve kitabi bilgilerini terk edip gerçekçiliğin soğuk yüzüyle karşılaşmıştır. Bu gerçekçilik dediğim gibi ya nefreti ya da hizmetkârlığı doğurmuştur. İran göründüğü gibi olmayan, olduğu gibi görünmeyen bir ülkedir. Bu ikirciklik İran'ın kültürel kodlarında vardır. Bu kodların siyasete araç olarak kullanılması meşhur tabirle Fars diplomasisi denilen mefhumu ortaya çıkarmıştır. Birbirinin yüzüne bakarak yalan söylemenin diplomasi olarak kabul edildiği bir zamanda İran bu kodları sebebiyle maça 1-0 galip başlamaktadır. İran ipte yürüyen cambazla meşgul olan kalabalığın cüzdanını çekme maharetine sahip ve iş üzerinde yakalanınca kullanacağı efsunlu ve ağdalı kelimeleri fazlaca olan bir ülkedir. Örneğin, mezhepçilik konusunda rakipsiz olup da başkalarını mezhepçilikle suçlamakta, an itibarıyla en az üç ülkede ordusuyla savaşmasına rağmen başkalarını savaşa bulaşmakla suçlamakta ve mezhep tartışmalarını körüklerken jeopolitik hesaplarını gütmektedir. İran yumuşak güçle sert gücü birlikte kullanan bir ülkedir. Başka ülkelerde- Suriye gibi- sert gücü kullanabilmek için mekanizmaları olan, halkını başka ülkelerde savaşmak için mobilize edebilen aynı zamanda mezhep kartı ve propaganda yumuşak güçlerini yürüttüğü savaşın hizmetine sunabilen bir ülkedir. Örneğin özünde Fars Haber Ajansıyla Devrim Muhafızları Ordusu arasında bir fark yoktur ve aynı amaca koordineli bir şekilde hizmet etmektedir. Velhasıl-ı kelam, İran'la düşman olmak da zordur, dost olmak da. Ufuk Ulutaş/Akşam Mezhepçiliğin fitilini yakan, mütemadiyen Peygamber ashabına ve en yakınlarına söven, Hz. Ömer'e, Peygamberimizin eşi Hz. Aişe'ye durmaksızın hakaret ederek ehli sünnet yolunu seçenleri tahrik eden İran oldu. Bugün Selefilik Türkiye topraklarında bile taraftar topluyorsa nedeni, İran'ın kanaat önderlerinin Müslümanların sevdiği şahıslara yönelttiği hakaretlerdir. Beşar Esad'ın rejimini destekleyen, destek ne kelime, onun yerine savaşan İran oldu. Burnumuzun dibinde bir ceset havuzu var ve bunun tek nedeni İran'ın Şii hilali kurma ve yaşatma projesi. Bu projeyi hayata geçirmesi için uygun zemin yaratan da ABD'nin Irak'ın yönetimini Şia eksenli bir idari sistemle tanımlaması. Başta İran'ı 'dengelemek' için düşünülmüştü. Fakat Ruhani'nin gelmesiyle hadise Obama yönetiminin bölgeyi İran'a teslim etmesine dönüştü. İran, Irak Bağdat merkezi yönetimini, Suriye'deki yandaşı Esad'ı, Lübnan Hizbullah'ını yan yana dizerek ve Şii tabanı da yanına alarak bu unsurların oluşturduğu silahlı gücü ve nüfuzu bahsi geçen hilali ya da Şii koridorunu oluşturmak için 'savaşıyor'. Bu aynı zamanda bölgedeki diğer ülkeleri dizginleme; ekonomik ve siyasi alanlarını daraltma ve belki giderek her birini İran'ın hinterlandı haline getirme ütopyasını da içinde saklı tutuyor. İran sadece geçen yıl 200 kişiyi idam etti. Dünya ölçeğinde idam sıralaması ikincisi. Ülkesindeki Kürtleri, sırf kaşının altında göz var diye idam ediyor. Öte yandan Kasım Süleymani gibi istihbaratçı-Özel Harekâtçı kırması figürlerini Kandil'e göndererek Suriye'nin Türkiye sınırındaki kantonlaşma faaliyetlerini destekliyor. Türkiye'nin Güneydoğu illeri cehennemi yaşıyorsa bunun öncelikli nedeni İran. Bunun nedeni 2011'e dayanıyor. Türkiye, Baas rejiminin değişmesini isteyen Suriye halkının yanında durdu. Katile katil dedi. Esad'la artık yürümez dedi. Bunlar İran için yeterli sebepler. Nihal Bengisu Karaca/Habertürk Mülteciler mecburen dayanıksız tekneler, sallar ve botlarla yola çıkıyorlar. O araçların kendilerini geri götüremeyecek durumda olması çok önemli çünkü. Bindikleri aracın ulaştıkları kıyıya varınca ya da daha varmadan, içindekilerin canlarını kıyıya atabilecekleri şekilde batması ya da batırılması da, işin püf noktası. Bu durumda kazazede ve dolayısıyla hukuken mülteci oluyorlar. Aksi durumda ya geri çevriliyor ya da çeşitli defalar şahit olunduğu gibi, boğulmaya terk ediliyorlar. Hatta boğulmalarına yardımcı olunduğu da, vaki. Aylan (Kurdi) Bebek olayı Avrupa'ya geçebilmek için ölümü göze alan mültecilerin dramı açısından bir milat oldu görünüşte. Bu olayın dünya medyasında yer almasının ardından ciddi girişimler oldu ve insanlık alemi, mültecilerin dramı konusunda bazı adımlar atılabileceği beklentisine kapıldı. Ancak üzerinden geçen bunca zamana rağmen, Avrupa'ya geçişi başaramayan mültecilerin ölü bedenleri kıyılarımıza vuruyor. Avrupa'nın mültecileri kısmen olsun rahatlatmak adına taahhüt ettiği hususlar, müthiş bir bürokratik kıskaçla karşı karşıya olmalı ki, atılabilmiş doğru dürüst bir adım yok. Oysa evlerinden yurtlarından uzakta, son derecede sıkıntılı bir hayat yaşayan mültecilerin, bürokratik gelişmeleri bekleyebilecek takat ve vakitleri yok. Bir bekleme odasında değiller ve onlar beklemeye razı olsalar da açlık, hastalık ve soğuk gibi problemlerin bekleme alışkanlığı yok. Ekrem Kızıltaş/Takvim Gazetecilerle çok samimi sohbet etmiş Genelkurmay Başkanı… Hatta en samimi sohbet rahmetli Hasan Karakaya ile olmuş… Ve sonunda şuna bağlamış; 'Demek ki neymiş.., İnsan Genelkurmay Başkanı ile sohbet edince hemen 'darbeci' olmuyormuş…' Yazısının da başlığı şu; 'Meğer hepsi askerpervermiş…' Yine salağa yatmışsın Dürülüş Ertuğrul… Biz tabii ki 'askerperver'iz… Peygamber ocağıdır, canımızdır… Ama sizin gibi 'cuntacıperver' olmak başka bir şeydir… Aradaki kalın çizgiyi göstereyim istersen… 28 Şubat'ın kudretli komutanlarıyla resepsiyonlarda ve karargahta 'samimi' sohbetler etmişsin.., 'Gerekirse silah bile kullanırız' diye 'samimi' manşet atmışsın.., Komutanların 'siyasete ayar çekme brifinglerine' senin gazetecilerin 'büyük bir samimiyetle' topukları kıçlarına vurarak, koştura koştura gitmişler.., 2007'de Büyükanıt'ın brifinginde cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili olarak 'Özde-sözde' çıkışından sonra, 'Ohh, kurtar bizi komutanım' diyen 'samimi' Babıali puştu senin yazarın.., '27 Nisan gece yarısı bildirisi' yayınlandığında senin gazetende 'samimi' orgazm olan bir sürü yazar, gazeteci vardı.., Neticede siz, 'Cuntacıperver'siniz, 'askerperver' değil… Siz, silahını 'meclise, milli iradeye, halka' doğrultan cuntacılarla samimi sohbet ederdiniz… Biz ise, bu toprakların ve halkın onurunu korumak adına silahını 'Rus jetine doğrultan' komutanla samimi sohbet ederiz… Aradaki farkı bilelim, lütfen karıştırmayalım… Hikmet Genç/Yeni Şafak Hepsi Cumhurbaşkanı Erdoağan'a takmış durumda. Demirtaş 'Seni Başkan yaptırmayacağız' sloganıyla meydanlara çıkıyor. Kılıçdaroğlu, 'Diktatör bozuntusu' diye bağırıyor. Bahçeli de 'Fanus içine hapsedelim' diyor. Tamamının aldıkları oy ise ortada. Toplasan bir Tayyip Erdoğan etmiyor! Şimdi eğri oturup doğru konuşmak lazım. Başkanlık Sistemi'ne kimler karşı, kimler en fazla eleştiriyor: Başta Paralel Yapı var. Ardından şehirlerde hendek kazanların destekçisi Selahattin Demirtaş ve avanesi geliyor. Buna Kandil'deki Duran Kalkan ve Murat Karayılan gibi terör baronlarını eklemek lazım. O hendek kazanlara 'kardeşlerim' diyen Kılıçdaroğlu'nu da buraya koymazsak eksik olur. Devlet Bahçeli'yi de eklersek ekip tamamlanır. Medya destekçileri ise The New York Times, CNN, BBC, Aydın Doğan, Zaman ve Cumhuriyet gazeteleri. Var mı başka eklenecek? Yok, varsa bile onlar da bunların türevleri. Son kamuoyu araştırmaları ise ortada: Halkın yüzde 55'i Başkanlık Sistemi'ne 'evet' diyor. Hem de bunca saldırı ve çarpıtma çabalarıyla oluşan bu ittifaka rağmen! Peki vatandaş Başkanlık Sistemi'nin ne olduğunu çok mu iyi biliyor? Bence hayır. Sadece karşısında oluşan ittifaka bakıp, ona göre karar veriyor. Eğer imkân verilse, sistem enine boyuna düzgün bir şekilde tartışılsa, bu oranın çok daha yükseklere çıkacağı aşikâr. Kim ne derse desin, Türkiye Başkanlık Sistemi'ne doğru yol alıyor. Bazı çevreler çatlasa da patlasa da bugün için ülkenin gerçeği bu! Emin Pazarcı/Akşam