DER SPİEGEL'İN BAŞKA İŞİ YOK MU? Bütün dünyada cevabı da bilinen bir soru vardır... 'Dünyadaki en kısa üç şeyi say'dediğinizde 'Arjantin'in demokrasi tarihi, İngiliz mutfağı ve Alman mizahı' cevabını alırsınız. Bu genellemenin Alman mizahçı Jan Böhmermann'ın Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yönelik okuduğu hakaret içeren şiir tarafından doğrulanması, hoş olmadı mı? Üstelik zaten çok kısa olan Alman mizahını bu Böhmermann daha da kısaltmaya çalışırken iş bununla kalmamış... Der Spiegel dergisinin kapağında yargılanması beklenilen Jan Böhmermann'ın kafası Türk bayrağındaki hilalin ortasına yerleştirilmiş. Derginin kapağında ayrıca, 'Böse, böser, Böhmermann- Kötü, daha kötü, Böhmermann'ifadesi kullanılmış. Aslında hep şaşırarak gözlemez miyiz? Bach'ın, Kant'ın, Mozart'ın, Beethoven'in torunları nasıl oldu da, Hitler'in peşinden gidip hem kendi ülkelerini, hem de dünyayı felakete sürüklediler? Ve nasıl olur da bu Almanlar 'Yabancı düşmanlığı' ve 'Soykırım' denilince ilk akla gelen ulus oluyorlar? Ve şimdi de 'Mizah' denilince akıllarına Türkiye'nin Cumhurbaşkanı geliyor. Başka yapacak işleri kalmamış gibi Türkiye'nin Cumhurbaşkanı ile uğraşmayı, kendilerine meslek ediniyorlar. Ama dünya da, milletlerin doğaları da böyle işte... Diğer milletler de başka milletleri mizah konusu kılmazlar mı? Almanlar hakkında diğer milletlerden insanların neler söylediklerini de Der Spiegel kapak konusu yapsaydı kim bilir ne kadar ilgi çekici şeyler çıkardı ortaya... Mesela Amerikalı film yıldızı Bette Midler 'Bir Almanla evlendim. Her gece Polonya'yı giyerek yatağa giriyorum. Alman kocam da her gece beni işgal ediyor'demiş. İskoçyalı oyun yazarı Robert D. MacDonald da 'Bir Alman filozoftur, iki Alman mitingdir,üç Alman ise savaştır' diyor. Aktris Joey Adams da 'Almanlar çok iyi şofördürler, kimi hedef aldılarsa onu mutlaka ezerler' demekte. Aktör Robin Williams'ın şu anlatımı da Der Spiegel'in ilgisini çekebilir... Film yıldızı şöyle demiş: - Bir defasında Almanya'da bir televizyon programına katılmıştım. Sunucu kadın 'Sizegöre Almanya'da komedi türü gösteriler neden fazla değil' diye sorunca, ben 'Komik insanları da öldürmeyi hiç düşündünüz mü' diye cevap verdim. İSLAM ZİRVESİ NEDEN ÖNEMLİYDİ? Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında düzenlenen 13. İslam Zirvesi, sonuçları itibariyle önemli fırsatlar sunan bir buluşma oldu. 'Dünya beşten büyüktür' şiarıyla Birleşmiş Milletler'in bir kaç küresel aktörün satranç tahtası haline gelmesine güçlü bir itiraz geldi zirveden. Yeni bir refleksle, küresel sistemde Müslüman ülkelerin hak ettiği yeri yakalaması için zemin arayışlarına sahne oldu. Zirvenin önemini anlamak için momentumu en basit haliyle tasvir edelim. Müslüman ülkelerden savaşlar, felaketler, göç dalgaları eksik olmuyor. Batı başkentlerinde neredeyse aylık periyotlarla, Ortadoğu kentlerinde ise aşağı yukarı günlük formatlarda bombalar patlıyor. Patlayan her bombanın neden olduğu onlarca kayıp da Müslüman ülkelerin hanesine fatura ediliyor. Batılı için, yönetenlerinin özenle hazırladığı stratejilerinin sonucu olarak domuz eti yemeyen, alkol almayan her kişi potansiyel terörist, kelime-i şahadet getiren her Müslüman irkilerek bakılacak bir hedef haline gelmek üzere. Cadı avına az kaldı Batı dünyasında. İslam adını kullanarak teröre başvuran odaklarla mücadeleyi Müslüman ülkelerin ortak mücadelesi sonuca ulaştırabilir. Batı'nın yakalandığı İslamofobi ve ayrımcılık hastalığından kurtulmasına da yine İslam ülkeleri yardımcı olabilir. Ama önce ekonomisiyle, güvenliğiyle, kadın ve gençlik gibi başlıklardaki atılımlarıyla küresel sistemde söyleyecek sözü, yapacak itirazı ve önerecek yöntemi olan bir noktanın yakalanması hedefleniyor. Somut pek çok öneri getirildi. Daha önceki İslam Zirvelerinin aksine, lafta kalmayan, hayata geçirilecek olan kararlar alındı. Türkiye, İİT'yi alışıldık hantal yapısından kurtarmayı hedefliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında yeni bir paradigma oluşuyor. Batı'ya ters düşmeyen ama bu coğrafyanın da söyleyecek sözü var diyen, ayakları yere sağlam basan, bağırmadan altını doldurduğu gerekçeleriyle haklılığını ortaya koyan yeni bir duruş. Takipçisi olalım hep birlikte... Barış ve adalet için. SIRADA HANGİ PARTİ VAR MANSUR BEY HDP Mİ? Yılların ülkücüsü Mansur Yavaş 2014 yerel seçimleri öncesi MHP'den istifa edip CHP'ye katıldığında 'Mahir Hüseyin Ulaş kurtuluşa kadar savaş' sloganlarıyla karşılanmıştı. E tabii CHP'nin, HDP'nin ve Pensilvanya'nın o günkü 'Kızıl Elması' Ankara yerel seçimleriydi. Cemaat'in vekillerinden Suat Kınıklıoğlu'nun Mansur Beyin seçim ofisinden verdiği pozları hatırlayın! Mansur Beye celp çıkmış olmalı ki dün de CHP'den istifa etmiş. MHP'li muhaliflerin arasına katılması bekleniyormuş. Mansur Bey ülkücü tabana, bu çaresiz rok hamlesinin tam da Pensilvanya'nın MHP'ye taarruzları konuşulurken denk gelmesini izah edebilecek mi bilemiyorum. Ama zararı yok, zaten maksat MHP içindeki muhalif genel başkan adayı sayısını arttırmak, yani 'Bahçeli'yi kimse istemiyor' imajını güçlendirmek. Klasik Cemaat taktiği işte. Sırada hangi parti var Mansur Bey, HDP mi? KABUL EDİN ARTIK. TÜRKİYE ESKİ TÜRKİYE DEĞİL! Herkes bilir, yine de belirtelim; Türkiye'de artık hiçbir şey eskisi gibi değil... Örneğin, kısa sayılabilecek bir süre önce tarlasında ürettiği tütünden öz kaynaklarıyla sigara bile yapamayıp Bulgaristan'dan ithal eden Türkiye'yi orta yaştakiler iyi hatırlayacaklardır... Hani kağıdı plastikten, büküldüğünde kırılmayan, o 'tam kanserojen garantili sigaralar' dönemini! Şehirlerarası hatta belediye otobüsünde bile sigara içilebilen, bebeklerin dumandan boğulma tehlikesi geçirdiği o yakın geçmiş unutulmuş sayılamaz... Kıtlık, yokluk, karaborsa, 70 cent'e muhtaç kalınan o kara yıllar, henüz hafızalarda capcanlı... Ya, IMF yetkilisinin havaalanında krallar gibi karşılandığı, kesenin ağzını az daha açsın diye yalvar yakar olunan 'Zavallı Türkiye' görüntüleri? Bu memleketin, milli imkanlarla 'tırnak makası' bile yapamadığı 15-20 yıl önceki günlerden, tamamen yerli 'uydu' üretebilen aşamaya gelmiş olması hepimiz için ne güzel duygu... 'Göktürk-2' sayesinde, yılan yuvası Kandil artık tam gözlem altında... Hem de beş metrelik bir yakınlıktan, yüksek çözünürlükte, renkli olarak... 'Göktürk-2'den alınan koordinatlara göre ateşlenen bir füze, nokta atışı ile hedefi en fazla 5 santimlik yanılmayla göbekten vuruyor, berhava ediyor... Önceki operasyonlar ile son dönem operasyonlarının farkı da işte burada! Herkes bilir, yine de değinelim; Pek çok örnek var da... Velhasıl, Türkiye'nin yerli-milli bir hüviyet kazanması, böylece dış güçlerin asırlardır Anadolu üzerinde oynadıkları oyunları sona erme aşamasına ulaştıran da yine aynı kişi değil midir? Bunun hazmı, Batı için kolay olmasa gerektir! İşte... Alman televizyonunda bir zavallı meczup sunucu bu 'herkesin bildiği liderimize' hem de bel altı sözlerle ağır hakaretler yağdırdı! Almanya Başbakanı bile bu ağzı tamamen bozuk sunucu hakkında soruşturma açtırdı! Ama, Türkiye'den birileri, bu terbiyesiz haddini bilmeze vakit kaybetmeden arka çıkma sevdasına kapıldı! Ertuğrul Özkök, Bild gazetesinde; 'Sana iyi haberlerim var Jan...' diye başladığı yazısında, 'burada kimse ceza alacağını düşünmüyor' müjdesini(!) veriyor ve devam ediyor; 'Türkiye'de hür düşüncesi olan herkes senin ifade özgürlüğünü kullandığını biliyor'... Cumhuriyet gazetesi; 'Merkel'in, Türk despotu Erdoğan karşısında yerlere kadar eğildiği, ifade özgürlüğünü feda ettiği' kelimeleriyle yorum yapıyor! İnsanın, Devleti şaha kaldıran ve şu an da başında olan kişiyle ilgili bu tip galiz yakıştırmalar yapılması karşısında ve madem ifade özgürlüğü bu sanılıyorsa; 'Keşke gerçekten despot-diktatör olaydı da göreydiniz bazı şeyleri!' diyesi geliyor! Hatta, söylenebilecek 'herkesin bildiği' daha çok lâf var ama... Ona da aile terbiyemiz elvermiyor! KÖY ENSTİTÜLERİ YENİDEN AÇILSIN ÇILGINLIĞI! Bozuk saat bile günde iki kere doğruyu gösterir ya... Şu bizim 'okuyucu mektupları köşecisi' geçen gün Zeki Kentel diye birisini konuk etmiş (bu vatandaş bir yazarmış.) Kentel diyor ki: 'Köy Enstitüleri, köylü veya Anadolu halkı istedi diye kurulmamıştı(...) Köy Enstitüleri'nin başarısızlıkları 'köye rağmen köy için' yanlışlığından kaynaklanmaktadır(...)Anadolu'dan soyut bir radikal hareketin, zayıf da olsa varolan demokratik koşullardabaşarılı olması mümkün değildir(...) Milleti adam yerine koymayan bu kafa devam ettiği sürece bu bozgunlar devam edecektir.' Hadi biz de bir kere daha toparlayalım: Köy Enstitüleri, Milli Şef rejimi tarafından 'köylerde tek partinin gözü kulağı olacak 'eğitmenler', yani köylü kanaat önderleri yetiştirmek' amacıyla kuruldu. Amaç bir yandan da köylüyü 'kendi kendine yeter' hale getirerek (marangozluk vb. öğreterek) köyünde tutmak, şehire göç etmesini önlemekti. Yani, 'sosyal hareketliliği'önlemek. Eh, böylece İsmet Paşa'nın hep yaptığı gibi kapitalist kalkınmayı ve sanayileşmeyi de geciktirmek tabii! Çünkü öbür türlü bir burjuva sınıfı, bir de işçi sınıfı doğacaktı ve bu sınıflar bürokrasinin kontrolundan çıkacaklardı! Bu, Alman faşistlerinin de gönlünde yatan hinoğlu hin bir baskı yöntemiydi. Bu numara ancak tek parti diktasında yürüyebilirdi, nitekim çok partili sisteme geçince (dönünce) bir anlamı kalmadı. Dizginlenmek istenen köylü, tepki oylarını muhalif liberal partiye yağdırdı, onu iktidara getirdi, onlar da artık hiçbir anlamı kalmamış olan Köy Enstitüleri'ni tümden kapattılar. Köy Ensitüleri devrimci bir harekettir ama 'geriden' devrimci. Faşizm de bir 'negatif devrim' hareketidir. Köylü gerçekten de hiçe sayılmış, fikri sorulmamış, üstelik enstitülerin masrafı, maliyeti de zorla köylüye ödetilmiştir. Ecevit'in çılgın projesi Köykent de aynı sonucu vermiş, kurulan 'pilot kentte' köylü, sosyoloji bilimine aykırı bu zorlama girişime sırt çevirmiş, oylarını da rakip partilere yağdırmıştır. Bugün hâlâ Köy Enstitüleri yeniden açılsın diye dırlanan ve kendini solcu sanan ahmaklar var. Çünkü onlara bunun solcu bir hareket olduğu öğretilmiştir. Solu, hem de iki kere, önce 1925'te sonra 1946'da açıkça 'tırpanlamış', sol partileri ve yayın organlarını kapatmış, daha sonra da gerçek sosyalist parti TİP'in önünü kesebilmek için Ecevit eliyle 'ortanın solu' diye bir saçmalık uydurmuş olan İsmet Paşa'yı solun manevi lideri sananlar da aynı ahmaklardır. Bugün casusluktan yargılanmakta olan birisi, paşanın oğlunu da 'siyaset dehası' olarak pazarladı, onu da yuttular. Hadi o paşanın oğluyla ilgili bir belgesel film yapıp ailenin parasını alacaktı, berikilere ne oluyor? KÖŞE YAZARLIĞINA KISA BİR MOLA İşte Türkiye, kendi Tuhaf Zamanları'ndan geçerken, bu tuhaf zamanları yazmayı, anlamayı ve yorumlamayı kafasına koymuş hiçbir yazar kendine yazıyı yasaklayamaz. Ben de yasaklayacak değilim. Yazı yazamadığım bir dünyada yaşamak korkusu bile, korkuların en beteridir, böyle hissediyor ve böyle düşünüyorum. Evet bu Star'a yazmaya veda yazısı ama yazıya veda olmayacak. Rahmetli Yaşar Kemal ağabey, 'Xwede yeke deri hazar' derdi. Yani Allah birdir ama insanın önüne açılan kapılar yüzlerce.. Star'ın kapısı kapanırken, kısa ya da uzun bir zamanda, belki bir başka gazetenin kapısı açılır. Şimdilik kısa bir mola.. 16 yıla yüzlerce köşe yazısı ve on kitap sığdırmış bir yazarın yazmaya veda etmesi kuşkusuz söz konusu bile olamaz. Mola günleri, yayına hazırlamak için bir türlü zaman bulamadığım iki kitabı yayına hazırlamak için de iyi bir fırsat olacak. Star'ın yolu açık olsun. Patronum Ethem Sancak, yayın yönetmenim ve değerli dostum Nuh Albayrak ve yazılarımın kahrını çeken, elbiseyi bozmadan, elinde makas, bir oradan bir buradan parçalar kesen usta terziler misali, yazılarımı bana ayrılan köşeye sığdırmak için her defasında, çok emek harcayan Sabriye Ergin'e minnettarım.. Sevgili okurlar, Bir başka gazetede, yeni bir 'Yüzleşme' köşesinde buluşuncaya kadar şimdilik hoşçakalın.. PAZAR NOTLARI; SEN YAŞIYOR MUSUN? Yeni evler, güzel evler, şık dekorasyonlar... Fakat herkes dışarıda! Niye? Evler güzel oluyorda, mutluluk hep dışarıda kalıyor gibi. Gibisi fazla! Her yeri deterjanlarla yıka dur istersen; tek bir toz tanesinin peşine gün boyu elinde bir bezle dolaş dur... Ne fark eder? Mekanı temiz kılan, havalandıran, ferahlatan şey ilişkilerdir. İlişkilerimiz çamur gibi olduktan sonra, ne fark eder? Kime sorsam, 'içten biridir' diyor! Bir üstünlük nişanesinden söz eder gibiler. İyi de bu kişinin içinde yalnızca haset, güceniklik, hınç ve hırs var. Bunun dışarıdan görünmesine izin verişine 'içtenlik' denmesi hangi çıkmazlarda debelendiğimizi gösteriyor. Açıksöyleyeyim; zarif bir ikiyüzlülüğü bu içtenliğe (!) tercih ederim. Bir de etrafı kırıp geçiren ama buna dobralık diyenler var. Böbürleniyorlar bu halleriyle. Yazmıştım, bir daha yazayım: Hakiki doğruculuk, inceliklere özen gösterir. Çünkü bilir ki, 'doğrular' her zaman kırılgan bir çizgide ilerlerler. Sui zanda isabetli olunca sevinmek huyu peydah oldu. Oysa kahrolmalı insan buna.Hüsnü zanda yanılgıya düşünce dövünüyoruz. Oysa ismi üzerinde işte, güzeldi! İrfan, ilmin güvenlikli ve gösterişli alanından vazgeçebilmekle başlar... Varlığın ağırlığını hissedebilmek için bilginin ne kadar birikirse biriksin yine de hafif kaldığını anlamak gerekmez mi? Eski zaman alimlerinin kitaplarını Nil'e fırlatmasını veya ateşe atıp yakmasını coşkuyla anlatan akademisyenler tanıyorum. Gülünç olan şu ki, bu arkadaşlar kitaplarından teki kaybolsa, telaşa düşüyor ve bildiklerini terk ederek geçecek bir hayatı hayal bile edemiyorlar. İyilik, doğruluk, güvenilirlik istiyorsun. Tamam, anlıyorum! Hele önce sen iyi, doğru, güvenilir ol bakayım! Bundan niye kaçınıyorsun? İşten eve, evden işe... İşten tatile, tatilden işe... İşten işsizliğe, işsizlikten işe... Sen yaşıyor musun? ('Bugünkü çağ senin ölüm meleğindir, çünkü sana geçim derdi vererek canını alıyor.') İSLAM BİRLİĞİNE DOĞRU İslam dünyasında yaşayan düşünür ve siyasetçilerin bir kısmı ile merhum Erbakan'ın sıkça dile getirdikleri bir hedef vardı: İslam NATO'su, İslam Ortak Pazarı, İslam Dinarı (altın parası). Avrupa ülkeleri bu hedefleri kendi aralarında gerçekleştirdiler, başka dinden ve medeniyetten olanları da aralarına almamak için direniyorlar. Papalar ikide birde Avrupa Birliği'nin bir 'Hristiyan Birliği' olduğunu açıkladılar... İslam ülkeleri kendi aralarında bu hedefleri niçin gerçekleştirmesinler!? İslam dünyası için hayati ehemmiyet arzeden bu hedeflerin önünde iki engel var: Dış engel: İslam dünyasının nimetlerini sahiplerine bırakmak istemeyen iri devletler her türlü Makyavelist yöntemleri kullanarak engel olmaya çalışıyorlar. İslam ülkelerinde zorunlu olan bu ıslahatı yapma niyet ve kabiliyetinde olan kişileri ve kurumları ya ortadan kaldırıyor veya ellerini kollarını bağlıyorlar. Avrupa, Rusya, ABD ve Çin İslam ülkelerinde sahih İslam'ı temsil edenlerin iktidara gelmesini asla istemiyorlar; bunun yerine Marksist Kürtleri, Nusayrî Esed'i, Şiileri, laik demokratları tercih ediyorlar. Suriye'de işlenen insanlık suçuna göz yummaları hatta onu desteklemelerinin de asıl sebebi Batı'nın bu tercihidir. İç engel: İslam ülkeleri, tamamı için hayırlı olan dayanışma ve bir şekilde birleşmeyi, bunun için ve buna göre detay olan ihtilafları, parçalara ait çıkarları bir yana bırakmayı öncelemek yerine pire için yorgan yakarcasına büyük davayı, küçük hesaplara feda ediyorlar. Örnek olarak İran üzerinde duracağım. Suriye faciasında İran, Esed'i tuttu, ABD ile örtülü, Rusya ile açık işbirliği yaptı. Niçin? Bu sorunun, mezhepçilik ve ülke çıkarı dışında meşru bir cevabı olamaz. 'Rusya'nın Suriye'de bulunması bu ülkedeki güç dengelerini Beşşar Esed'den yana değiştirdi... İran ve Rusya Suriye'de yakın işbirliği içindeler.' İran bir İslam ülkesi, İslam Birliği oluşacaksa İran'ın dışarıda kalması düşünülemez; ancak yukarıya aldığım düşünce ve politikada ısrar ederse bu çatlak nasıl kapatılacak? Esed'i ve iktidarını meşru gören, kendilerinin ve Rusya'nın orada bulunuşunu ve vekalet savaşını savunan, hiçe sayılan ve katliama maruz kalan halka yardım edenleri suçlayan bir İslam devleti ile nasıl birlik kurulacak? Suudîler Vehhabiliği, İran Şiiliği yayma ve hakim kılma davalarından ve İhvan'a karşı tutumlarından vazgeçmelidirler. İhvan'ı terörist, kökten dinci, siyasal İslamcı... olarak damgayanlar yabancılardır; aynı hurafeyi tekrarlayan bazı İslam ülkesi siyasetçileri ve din adamları da birliğimizin düşmanlarına destek vermiş oluyorlar. Diğer bazı ülkeler de küçük hesapları bir kenara bırakmalıdırlar. Mahallemize bir tehdit ve tehlike söz konusu olduğunda komşular arasındaki ihtilaflar mutlaka bir yana bırakılmalı ve her bir haneye zarar verecek olan tehlikeye karşı birleşilmelidir. Bu hayırlı işe başlarken bazı ülkeler ipe un serer, bozucu davranışlarda bulunurlarsa onlarla köprüleri yıkmadan, katılma kapısını daima açık tutarak diğer ülkeler yollarına devam etmelidirler. Unutmayalım ki, başarının ve gücün büyük cazibesi vardır, eğer başarılırsa geride kalanlar da bu cazibeye kapılacaklardır. VATAN DERKEN NEYİ KASTETTİĞİNİ BİLİYOR MUSUNUZ? HDP'nin Türk Solundan ithal ettiği Figen Yüksekdağ, 'vatan' üzerine laflar söyledi. Cumhurbaşkanı'na hitaben 'Bu vatanı size yem etmeyeceğiz; parçalatıp böldürmeyeceğiz' dedi. Hep yanlış yorumlandı... Kimi bu sözleri 'dokunulmazlıkların kaldırılması korkusuna' dayandırdı. Kimisi 'sıkıyı görünce çark ettiği' yorumlarını yaptı. Doğrudur, sıkıyı gördüler. İtiraz etmem, dokunulmazlıkların kaldırılması için atılan adımlar hepsinin üzerinde ciddi bir travma oluşturdu. Hatta, düne kadar 'özyönetim' güzellemeleri yapan Selahattin Demirtaş bile, bugün 'özerklikle sonuç alınmaz' noktasına geldi. Bunların hiç birine itirazım yok. Ancak, Yüksekdağ gibilerin 'vatan' kavramı çok farklı. Emperyalizme karşı verilen Kurtuluş Savaşı'nın ardından 'vatan' yapılan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin egemenliğindeki Anadolu değil bahsettikleri. Figen Yüksekdağ, yıllarca aşırı sol örgütlerin içinde bulundu. Marksist-Leninist öğretiler çerçevesinde hayali bir vatan peşinde koştu. Sonra evrildi, çevrildi; kendisini etnik temelde siyaset yapan Kürtçü bir anlayış içindeki HDP'de buldu. Nedir HDP?.. PKK'nın kardeşi ya da akrabası falan değil, ikiz kardeşi! Birlikte düşünüyorlar, birlikte karar veriyorlar, birlikte uygulamaya koyuyorlar. İşte bu yüzden Figen Yüksekdağ da daha önce 'Biz sırtımızı PYD'ye dayadık' demişti. PYD ise, ikiz kardeş değil, PKK'nın diğer yarısı! PKK, Türkiye Cumhuriyeti topraklarında ayrı bir yapı kurmak için harekete geçti. Kandil'de bir üs oluşturdu. Kandil ise, çevre ülkelerdeki gelişmeler üzerine PYD'yi ileri sürdü. Onun görevi de Suriye'de merkezden ayrı bir yapı ortaya çıkarmak. Hep birlikte yaşayıp gördük. PKK, Türkiye'de 'özyönetim' derken, PYD de Suriye'de 'kanton' oyununu devreye soktu. İşte Figen Yüksekdağ da böyle bir pencereden bakıp, 'vatan'dan bahsediyor. Bu kelimeyi, bizim anladığımız anlamda kullanmıyor. O'nun 'vatan' derken aklından geçenler, Türkiye'deki 'özyönetim' ve Suriye'deki 'kanton' tipi oluşumlar! Meseleye bu pencereden baktığımızda, Figen Yüksekdağ'ın 'ortak vatan' dediği yapı filan kalmadı ortada... 'Özyönetim' diyenler bedelini ödediler... Yüksekdağ gibilerin savundukları barikatların altında kaldılar, kazdıkları çukurlara dolgu malzemesi oldular. 'Böldürmeyeceğiz' denilen o yapı çoktan yıkıldı. Şu anda can çekişiyor; çünkü terörle mücadele kararlılığı devam ediyor. En önemlisi ise... Bu sözde 'ortak vatana' en çok da bölgede yaşayan insanlar tepki gösteriyor. Çünkü, acıyı onlar çekip, bedeli de onlar ödüyor. Demem o ki... Figen Yüksekdağ'ın söz ettiği o vatan parçalandı, darmadağın oldu. Gerçek anlamda yok zaten ortada. 6 MADDEDE FETÖ DARBE PLANI YA DA AÇ FETÖ DARI AMBARINDA! Bir zamanlar dillerinden sivil demokrasi, vesayetle savaş, açık toplum palavraları düşmeyen FETÖ'cü güruhun bugünlerde 27 Mayıs ve askeri darbe şakşakçılığı yapması oldukça gülünçtür. 'Darbeye dur de' diyorlardı, 'En kötü sivil rejim en iyi askeri rejimden iyidir' diye akıl veriyorlardı, ordu ve asker hakkında en ufak olumlu bir ima bile onlar için 'asker postalı yalamakla' eş değerdi. Ne oldu da 27 Mayıs'a sardırdılar? Ünlü filozof Hegel, 'Tarihte bazı olaylar iki kez tekrarlanır' der, 'Birinci kez bir dram olarak ikinci kez ise acıklı bir güldürü olarak'. Ülkeyi ancak ikinci bir 27 Mayıs'ın rahatlatacağını iddia eden FETÖ'cülerin durumu işte tam da böyle, trajikomik bir hâldir. FETÖ ve etrafındaki liberaller insanların askeri darbelere karşı olan tepkisini çok iyi istismar etmişlerdi. Çok yönlü çalışıp, hem dini hassasiyetleri, hem liberal Batı özentisini, hem de bölücü akımları senkronize biçimde kullanmışlardı. Şimdi işler sarpa sarınca devlet içinde yerleştirdikleri hainlerle son bir huruç harekâtı peşindeler. Önce bulanık hava Planın birinci kademesi şudur: Önce TSK yönetiminde FETÖ'cüler olduğu iddiasıyla orduyu yıpratmak, bazı askerlerin üst kademeye danışmadan Rus uçağını düşürdüğünü iddia ederek Genelkurmay ile hükümetin arasını açmak, her gün şehitlerin geldiği bir ortamda orduya her fırsatta saldırarak bulanık ve belirsiz bir atmosfer yaratmak. 'PKK Suriye'ye' İkinci kademe şöyledir: PKK'nın kuvvetlerini Suriye ve Irak'a çekmesini gerçekleştirmek, bu bahaneyle Batı eliyle hükümete baskı yaparak operasyonları durdurtmak, PYD'ye karşı daha yumuşak bir tavır elde etmek, tüm bu girişimlere tepki verecek olan vatansever subayları kışkırtarak, orduda itiraz seslerinin yükselmesini sağlamak. Gezi yeniden Üçüncü aşama ise şöyle geliştirilmek isteniyor: Doğudaki yeni bir eylemsizlik ortamında o güne dek terör saldırıları nedeniyle kitle eylemleri düzenlemekte tereddüt eden sol kesimleri metropollerde sokağa dökmek, utangaç FETÖ'cü yazarların gösterdiği istikamette mezhepçileri kışkırtmak, etnikçi-mezhepçi ideolojilerle CHP-HDP aksı oluşturmak, bu şekilde 'Her yer Gezi' sloganını hayata geçirmek. Fitne Dördüncü etap şu şekilde planlanıyor: AK Parti içinde terör, dokunulmazlık, güvenlik önlemleri, casusluk ve yıkıcı propagandayla mücadele konularında fitne çıkarmak, yeni FETÖ medyasını ve yeni FETÖ liberallerini devreye sokarak hükümeti etkisiz kılmak, Cumhurbaşkanını tecrit etmek. Türk-Kürt Beşinci kategori eylemler dizisinde şunlar öngörülüyor: Kumpaslarla ele geçirilmiş olan MHP militanlarını memleketçi çizgiden saptırıp fanatikleştirmek ve ülke çapında Kürt-Türk kavgası başlatmak amaçları gözetiliyor. Huruç Altıncı ve son aşamayı tarif etmek için hainlerin arzuladığı nihai Türkiye tablosunu çizebiliriz: Metropollerde çapulcu eylemler son hızıyla devam eder, bazı mahallelere girilemez, Orta ve Batı Anadolu'da Türk-Kürt çatışmaları, bazı büyük şehirlerde ve Doğu Anadolu'da Alevi-Sünni çatışmaları yaşanır. Güneydoğu'da 'masaya yeniden dönme' konuşulur, PKK eylem yapmaz görünür ama yeniden ve bu kez ağır silahlarla silahlanır. PYD, Suriye sınırının hemen ötesinde Batı'nın desteğiyle güçlü bir yapılanma oluşturur, hükümet etkisiz kalır ve demokrasi tartışmalarıyla vakit öldürür, bu arada sınır bölgelerinde birden PKK saldırıya geçer. İşte bu durumda ordu içinde alt kademelerde yuvalanmış ve sayıları çok az olan FETÖ'cu unsurlar harekete geçer, ABD'nin desteğiyle ve bir kısım 'ağır abilerin' de yardımıyla ortaya çıkan bazı generaller darbe yapar. Gülen de Esenboğa'da bir mehdi gibi zuhur eder. İşte hayal budur.