Gazeteci-Yazar Savaş Ay'ın aramızdan ayrılışının ikinci yılı. 59 yaşında vefat eden usta gazeteci özellikle de A Takımı programı ile sevilmiş ve yıllarca programına devam ederek habercilik hayatını sürdürmüştü. Savaş Ay, gırtlak tedavisi gördüğü hastanede 9 Kasım 2013 tarihinde hayatını kaybetmişti. İşte Türk basınının son muhabiri Savaş Ay gitti, makinesi kaldı yadigar. Usta'nın boynundan hiç çıkarmadığı makinesindeki son fotoğraflara baktık.168 fotoğraf karesinin içinde Savaş Ay vardı. ERHAN ÖZTÜRK / SABAH Şükran Ay, bir gün oğlunun elinden tutar ve Dünya gazetesine götürür, 'Alın bu çocuğu gazeteci yapın' der... Savaş Ay böyle başlar muhabirliğe. Ardından Tercüman, Vatan, Milliyet, Posta, Takvim ve son olarak, 'Benim gazetem, burada ölmek istiyorum' dediği SABAH. İliklerine kadar gazeteciydi Savaş Ay. 14 yıl mücadele ettiği hastalığına rağmen her zaman haberciliğin merkezinde, reflekslerini kaybetmeyen, bir şehirden diğer bir şehire hep haber peşinde koşan bir muhabirdi. Haberle beslenip, haberle yaşardı. Tedavi gördüğü İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nden de zaman zaman kendi deyimiyle, 'kaçıp' habercilik yaptı. Kolunda serumla ABD Büyükelçisi'ni takip edip haber yaptı. Taksiciyle, büfeciyle, sokakta yaşayan insanla her an görüştü. Eylül ayının ortalarında yattığı hastanede doktorlar, arkadaşları ameliyat olması için sık sık dil döküyorlardı. Son ana kadar direndi ameliyat olmamak için. Sonunda ikna oldu ama zaman bitmişti. TABUT VE FOTOĞRAF MAKİNESİ Bir sohbetimizde bana, 'Gece bile bu makineyle yatarım evlat' dediği Canon PowerShot I1X'e uzun uzun baktım. Kendi kendime, 'Acaba o makinenin içinde neler vardır, Savaş abi kimbilir yine neler çekmiştir?' dedim. Tek kişilik bir orkestra gibi çalışan Savaş Abi'yi sevdiği annesinin yanına defnettik. Ulaş'a, 'Bir isteğin olursa ara' dedikten sonra gazeteye döndüm. Aklım makinedeydi. Nihayet geçen cuma günü Ulaş gazeteye geldi. Hem çok heyecanlıydım, hem çok hüzünlü. Makinenin içindeki fotoğraflara bakmak için açtığımızda, 'Acaba Savaş Abi bize hangi haberleri atlattı yine?' diye içimden mırıldandım. Açtık o küçük makineyi... YİNE MUZİPLİK YAPMIŞ Gamze yorgunluktan uyuyor. O ise her zamanki muzipliğini yapıp, şapkasını yatağın üstünde koyup, Gamze'yle birlikte çekmiş son karesini... Ardından, hastane odasının penceresinden çektiği muhteşem Marmara fotoğrafları... Kızı Sanem, hastaneye gelen ziyaretçileri Hıncal Uluç, Can Dündar, İstanbul Valisi, Emniyet Müdürü, hemşireler, doktorlar... Savaş Ay'ın, 'Yatakta bile yanımdan ayırmam' dediği o makinesinde 168 kare vardı. Onların hepsinde bir haber, bir öykü, bir hüzün vardı. Yaklaşık iki ay yattığı hastane odasında özellikle doktorlar ve hemşirelerle sık sık karşı karşıya geliyordu Savaş Ay. Tedavisinin sağlıklı geçmesi için 24 saat görev yapan hastane personelinin avucuna sığmıyordu. Sık sık, 'Ben habere gitmek istiyorum' diyerek doktorlara 'posta' koyuyordu. Ara ara da bu dediğini çaktırmadan yapıyordu. Hastane önündeki büfenin sahibi ve müdavimleriyle görüşüp onların fotoğraflarını çekiyordu Savaş Abi. Zaman zaman da kadim dostu Tahsin Tiryaki'yle 'kebap sefası' yapıyordu. Hastanedeki hastaların 'Savaş Abi'si olmuştu. Başka odalara, katlara inerek oradan da haber yapıyordu. Gazeteci olduğu kadar insandı da Savaş Ay. Özellikle yakın dostu, can arkadaşı Ahmet Kaya'ya çatalların fırlatıldığı olaylı gecede sanatçıya siper olmuştu. Onunla en son öldüğü gün, (cumartesi) sabah saat 08.30'da konuştum. Telefonu açar açmaz, 'Sıkıldım evlat, beni habere gönder' diyerek kızdı bana. Sonra 14.30 civarı haberi geldi; 'Kalbi durdu...' dediler. Yazı işleri katında bir sessizlik, hüzün... Son telefon, 'Savaş Ay öldü...' Haber, haberci öksüz kalmıştı. 40 yılını bu mesleğe vermiş, her kesimden seveni olan bir ustaydı o. O MAKİNE OĞLUNDA ŞİMDİ 'O benim çocuğum, laf etme' diyerek sert baktı. O an anladım ki gazetecilik onun çocuğuydu ve bir evlatla eşdeğere sahipti. Öldüğünde hastaneye koştum. Odasından makineyi alıp, boynuma taktım. Galata Köprüsü'nden Kabataş'a dört kez gidip geldim. Fotoğraf çektim bol bol. Makineyi kokladım, elimden hiç bırakmadım. Sonra İstiklal Caddesi'ne çıktım. Güneş batarken çektim caddeyi. Sonra da SABAH'ın önündeki töreni. Kendi kendime 'Babam olsaydı ne yapardı?' sorusunu sordum. Babamın tabudu bir tarafta, diğer tarafta arkadaşları, dostları. Bir tarafta da onları görüntülemeye çalışan meslektaşları. Ben de onun meslektaşlarını çektim...'