Le Carre, sofralardan çok hayatın içindedir aslında. Köstebek romanında Hong
Kong'ta teknelerle boğazda geçen bir kovalamaca vardır. O bölümü evinde güncelliğini yitirmiş bir seyahat rehberinden yazmıştır. Hong Kong'a gidince adayla anakara arasına tünel inşa edildiğini görür. Yayıncısını arayıp baskıyı durdurmasını ister ve kendine bir söz verir: "Bir daha hiç bulunmadığım bir yerde geçen sahneyi asla kurgulamayacağıma ant içtim." Kendisi gibi casusluktan gelme ünlü bir yazar olan Graham Greene'nin "İnsanın çektiği acıyı anlatacaksan, bu yönde bir deneyim kazanmak senin görevin" sözleri kulağında yollara düşer. Bir gün Vietnam'da Kızıl Kmerler'e karşı savaşın tam ortasında siperde, bir gün Filistin-İsrail sınırında bombalanmış yıkılmış bir evdedir. Büyük bir katliam yaşamış ve hâlâ durulmayan Ruanda'da, Kongo'dadır, yukarda bir yerlerde Rusya'da kara para ve mafyanın hakim olduğu zamanlarda diskotekte bir katille sohbettedir...
Necef Çölü'ndeki bir İsrail hapishanesinde Filistinlilere yardım eden sarışın güzel Alman kadını Brigette'le söyleşidedir. Ya da 2006'da Almanya'nın kuzeyinde Murat Kurnaz adlı bir Türk'ün hikayesini dinliyordur.
Murat, Bremen'de doğup büyümüş bir Türk- Alman. 2001'deki El Kaide saldırıları sırasında Pakistan'da yakalanıp 3 bin dolar karşılığında Amerikalılara satılmıştır. Kandehar'da ABD'nin işkence merkezinde iki ay boyunca elektrik verilmiş, bilincini kaybedene dek dövülmüş, üzerine su dökülerek boğulma hissi yaratılmış, bir kancaya asılmış ve fiziksel gücüne rağmen ölecek hale gelene dek orada tutulmuş Kurnaz.
Bir yıl süresince onu sorgulayan Alman Gizli Servisi ve Amerikalılar onun saf ve zararsız biri olduğuna kanaat getirmiş. Yine de ABD'nin meşhur Guantanomo hapishanesine gönderilmekten kurtulamamış. Beş yıl burada tutulduktan sonra Almanya'ya dönebilmiş.
Le Carre dinlediği hayat hikayesini ölümsüzleştiriyor: "İnsan Avı adlı romanımda Murat'la yaşıt, dindaş ve aynı sosyal çevreden gelme, Almanya doğumlu bir Türk var. Adı Melik ve o da işlemediği suçlar yüzünden bir bedel öder. Cüssesi, konuşma tarzı ve davranışları Murat Kurnaz'ınkilerle büyük benzerlikler taşır." Tolstoy'un Savaş ve Barış'taki savaş sahneleri sarsıcıdır, gerçektir.
Film izler gibi olursunuz. Çünkü Toltsoy, Fransız-Rus savaşına subay olarak katılmış ve gözlemlerini yansıtmıştır.
Le Carre de öyledir; onu sahici kılan da odur. Romanlarındaki karakterlerin sağlam, ayağı yere basan, gerçekliği tartışılmaz hikayelerle örülü olmasının nedeni bizzat yerinde gözlemlemiş olması ve yaşamasıdır.
Ayrıntıları atlamaz, çevreyi ve insanları detaylıca tasvir eder. Yaşam öyküsünü kaleme aldığı kitapta da romanlarındaki gibi herkesi ayrıntılarıyla aktarıyor. Yüz hatları, kaşı, gözü, davranışları... En çok merak ettiğim Kim Philby hakkında düşündükleriydi...
Cambridge Beşlisi olarak tarihe geçen çift taraflı ajanların en ünlüsü Philby, diğer dört kişiyle birlikte İngiliz Gizli Servisi MI6'nın içine Sovyetler tarafından yerleştirilmişti.
1960'larda Philby'nin yolu İstanbul'dan da geçmişti. Anılarında, İngiliz Elçiliği'nde görev yaparken Anadolu yakasındaki bir yalıda kaldığını ve Sovyet gemileriyle nasıl bağlantı kurduğunu anlatır. Batı'nın yaptığı onlarca operasyonu önceden Sovyetler'e sızdırarak engeller ve yüzlerce kişinin ölümünden sorumlu olduğu ortaya çıkar.
Le Carre, ona olan kızgınlığını gizlemiyor. Zaten Köstebek romanında onun ipliğini pazara çıkarmıştır.
Philby'i sorgulayan bir ajanın ona anlattıklarını da yıllar sonra açıklıyor. Ve onun kaçışına nasıl göz yumulduğunu da gösteriyor.
Le Carre'nin babasıyla hesaplaştığı bir bölüm var ki değme psikolojik esere taş çıkartır. Üçkağıtçı, kumarbaz, dolandırıcı, sık sık hapse giren, yalancı babasıyla olan ilişkisine Son Casus romanında değinmişti ancak bu kez tam anlamıyla hesaplaşıyor.
Hâlâ kalem kağıt kullanan, çok nadir söyleşi yapan, İngiltere kırsalında münzevi bir hayat yaşayan Le Carre'nin yaşam öyküsünün her bölümü birer kitap gibi okunabilir. Her birinde başka bir dünya başka bir hikaye var. Hal böyle olunca o muhteşem romanlarını nasıl yazdığını da anlıyorsunuz.
25 yaşında İngiliz Gizli Servisi İç İstihbaratı MI5'e girip dört yıl sonra Dış İstihbarat MI6'ya geçmesi ve 1964'te istifa edip ayrılma sebebi yazmaktır. Yazar olacaktır. O günden beri kendine sürekli sorduğu sorunun yanıtını da verir Güvercin Tüneli'nde:
"Bir casus daima casustur; ben kendi yazdıklarıma inanmasam da başkaları inanıyordu, dolayısıyla bununla yaşamayı öğrenmeliydim..."