Centilmen/
The American aslen 'varoluşçu bir tetikçi öyküsü' olarak orijinal adına nazire bir yandan da Amerikalı olma haline de dokunduruyor. Başlıcası, çöreklendiği yabancı kültürlere karşı gayet kayıtsız kalmayı her nasılsa becermekle ilgili. Aynı zamanda, bezgin tetikçi George Clooney, saklandığı ıssız ve turistsiz İtalyan köyünde 'fotoğrafçıyım' diyerek eli cebinde dolanırken köylülerce umursanmıyor. (Kimse katil var!, diye bağırmıyor) Oysa ki birkaç gün önce 80 yaşında kaybettiğimiz Fransız üstad Claude Chabrol'ün uzun ve verimli filmografisinde cinayet neredeyse kaçınılmazdı ve ipler bu noktada kopardı. Fransız sinemasının meşhur 'Yeni Dalga' akımını tetikleyen Godard ve Antonio gibi yönetmenliğe kalkışmadan önce eleştirmenlik yaparken Hitchcock üzerine kitap döşenmesi tesadüf değil. Ne var ki, Hitchcock'un başı nafile derde giren nevrotik kadınlarına olan zaafını aldı, sosyal bir bilince taşıdı ama onlara cinayetten başka çıkış yolu bırakmadı. 50 yılı aşan sinema kariyeri ve 70'in üzerindeki filmiyle Chabrol'un kadınlara olan ilgisi neredeyse Hitchcock'un tam tersi. Aksine Chabrol, hiç Holywood'a gitmedi. Çünkü polisiye veya dram türünde, küçük burjuvaziyi eleştirme derdini oralarda talim terbiyeye sokamazdı. Geleneksel değerlerle sınırlanmış Chabrol karakterlerinin başına gelen türlü belaları adeta bir magazin haberi okuyormuşcasına sinsi bir hazla izlediğimiz gerçek. Hakkında konuşacaksak anahtar kelime 'haset' olmalı belki. Duyarsız ve parasıyla oluşturduğu gücü kadınlara, eşlerine karşı psikolojik işkence aracı olarak da kullanan erkekler.... Sofistike stili ve kamerası derdini bize oyuncunun lafından önce anlatır. Mesela,
La Ceremoni'nin küçük burjuva ailesinin zengin evi ve alışkanlıkları öylesine incelikli resmedilir ki, hizmetçi Sandara Bonnair ile arkadaş olan postane çalışanı İsabelle Huppert'in eve dair 'hayranlık' cümlesi haset duygusunu sadece pekiştirir. Sınıfsal ve geleneksel değerlerin çarpışması Chabrol'un olmazsa olmazı.
Les Biches Les Bonnes Femmes,
Innocents with Dirty Hands ve
Madame Bovary gibi filmlerindeki histeriye bahane. Ne var ki Chabrol, sosyal farkındalığa dair uyanışın beklentiler ve kişisel nevrozlarla nasıl da sekteye uğradığını da gösterir. Dolayısıyla bu uyanış 'haset' etmekle tetiklenmişken, aslında politik bir uyanışa varamaz. Başyapıtı olan
La Boucher veya
La Ceremonie'de gösterdiği gibi karşıdaki gücü kıracak bir irade oluşamaz. Dolayısıyla cinayet kaçınılmaz olur ve güçsüz/fakir de aslında köşeye sıkışmış olur. Hitchcock'un aksine Chabrol, bu sömürü sisteminin içinde kimsenin ihya olamayacağını vurgulayarak 'gerçekçi' oldu.
Centilmen ise ağıt yakıyor.