- Bir Zamanlar Anadolu'da sizin çıkış filminiz. Filmi başa sararsak, nerede başlıyor hikayeniz?
- 1992 yılında Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'ndeki tiyatro bölümünden mezun oldum. Ödenekli tiyatrolarda çalışmak istemiyordum. Antalya'da iş imkanı olduğunu öğrendim ve Ankara'dan ayrılıp oraya yerleştim. Belediye bünyesinde bir tiyatro kursu açtım. Her yaştan yaklaşık bin kişi başvurdu. Öyle bir açlık varmış meğer. O kurs, giderek ödenekli bir tiyatroya dönüştü. Burada oyunlar oynadım, yönettim, dersler verdim. Sonra belediyedeki iktidar değişince biraz önümüz kapandı. Ben de istifa ettim. Bu macera 12 yıl sürdü.
- Fakat öncesinde Gazi Üniversitesi'nde iktisat okuma döneminiz var, yanlış bilmiyorsam...
- Okudum diyemem, orada bulundum diyebilirim. İktisadı sevmedim. Ama okuldayken, birçok kulübe üye oldum. Halk oyunları üzerine epey çalıştım. Oradan Mustafa Erdoğan ile tanışıklığım vardır. Sonra okuldan ayrıldım. Ailem de bana destek oldu ve tiyatronun kapılarını araladım.
- Antalya sonrası İstanbul'a geldiniz.
- Evet. Antalya'da eleştiri alamıyorduk. Bir şeyler yapıyorsunuz, bunu değerlendiren yok. Zaman içerisinde böyle bir açlık oluştu. Mesleğin kalbi İstanbul'da attığı için buraya geldim.
- Umduğunuzu bulabildiniz mi?
- İstanbul'un dünyada yaşanabilecek ender şehirlerden biri olduğunu düşünürdüm hep. Oyunculuk anlamında da tiyatro yaptım, dizilerde rol aldım. Birkaç filmde oynadım. Benim Antalya'da kamera tecrübem yoktu. Diziler, filmler sayesinde de kamerayla haşır neşir oldum.
- Nuri Bilge Ceylan ile yollarınız nasıl kesişti?
- 'Nuri Bilge Ceylan film çekecek, roller de aslında belli ama sen yine de bir görüş,' diye bir telefon geldi. Ben de Nuri Bilge Ceylan ile tanışmak, görüşmek için gittim. Odada Ercan Abi (Kesal) ile Nuri Bilge Ceylan vardı. Ercan Abi, Nuri Bilge'ye bakıp 'Doktor, değil mi?' dedi. Ben de senaryoyu bilmediğim için 'Doktor kim?' dedim, gülüştük. Sonra bir deneme çekimi yapıldı. Ertesi gün de çağrıldım.
CANNES AŞIRI DOZ ETKİSİ YAPTI
- Bir tarafta Taner Birsel, diğer tarafta Yılmaz Erdoğan... Bir tedirginlik yaşadınız mı?
- Üzerimde bir tedirginlik vardı. Böylesi bir ekibin içerisinde ağır bir rolü nasıl taşıyacağım endişesi yaşadım. Ama bu endişelerim boşa çıktı. Bunda Ceylan'ın etkisi var. Nuri Bilge Ceylan, bu kadar farklı yollardan gelen insanları kavşağında buluşturdu. Yılmaz (Erdoğan) ile çok eskiden tanışıyorduk. Mustafa Erdoğan okul yıllarımdan arkadaşımdı, o vesileyle tanışmıştık. Ama beni hatırlayacağını ummuyordum. Hatırladı. Taner Birsel de muhteşem bir insanmış. Onunla karşılıklı oynarken mutlu oluyordum.
- Sinemada ilk başrolünüzdü, o da Nuri Bilge Ceylan filmi... Sonra Cannes'a gitmek...
- Aslında ben kendimi sinemadan uzak tutardım. Kendi kendime 'Sinemaya gönlüm kaymayacak, aslolan tiyatrodur,' derdim. Şimdilerde bu anlamda biraz şaşkın olduğumu söyleyebilirim. Ama artık daha soğukkanlı bakıyorum. Cannes konusunda da sette şaak yapıyorduk. Ama Cannes'a gitmek başka bir şey. Ben, kendi halinde yaşayan, hanesinde mutlu olan, sakin bir hayat sürmeyi seven bir insanım. Cannes aşırı doz etkisi yaptı. Çok mutlu oldum. Benim için aslolan işimi iyi yapabiliyor olmak. Oyunculukla ve hayatla ilişkimi sağlıklı tutabilmek. Yoksa gün gelir unutulabilirsiniz.
- Nasıl geçti Cannes?
- Dünyanın en önemli festivali. Ama esas olarak, film market adı altında çok önemli bir ekonomik faaliyet var orada. Bu ekonomik faaliyeti büyütmek ve önemli kılmak için de vitrinini çok iyi tutuyorlar. İçerik olarak da dünyanın en önemli yönetmenlerinin son filmlerini gösteriyorlar. Bunun yanında yeni farklı bir bakış açısıyla film çeken genç yönetmenlerin filmlerini de izleyebiliyorsunuz. Eğer filmleri seçenlerin dikkatini çekip Cannes'a katılabiliyorsanız, o yönetmen ve ülke için önemli kapılar açılabiliyor. Bir de hani dünyayı bir bütün olarak algılarsanız, Türkiye biraz dünyanın taşrasında kalıyor. Ama siz orada Jude Law'ın Nuri Bilge Ceylan hayranı olduğunu, Uma Thurman'ın Hollywood dışında üretilen filmlere ilgi duyduğunu, Robert De Niro'nun da uzun planları sevdiğini öğrenince ufkunuz genişliyor.
Oyuncu camiasını sevmiyorum
- Bir Zamanlar Anadolu'da ve oynadığınız diğer film Küf, vizyona girince o zaman ilgi odağı olacaksınız. Hareketli bir hayat sizi bekliyor. Hazır mısınız?
- Harekette bereket vardır. (Gülüyor.) Bunca yıl kendimi inşa ettiğimi düşünüyorum. Bu hareketlilik, benim hayata bakışımı, ruhumu, kimyamı değiştirmez. Açıkçası bunları mesleğin cilveleri olarak görüyorum. Bana asıl kalacak olan yaşadığım deneyimler olacak. Nuri Bilge Ceylan ve Ali Aydın ile çalışmış olmak, kendi içimde geliştirdiğim zaaflarımda baş edebilme yeteneğim... Çünkü her işte bu yeteneğiniz artıyor. Artmıyorsa zaten geri düşüyorsunuz demek.
- Sakin bir yaşamı seviyorsunuz. Antalya'da idealleriniz uğruna 12 yıl çalıştıktan sonra İstanbul'a gelince oyuncu camiasını nasıl bulduğunuz?
- Oyuncu dünyasını bilen bir insanım. Oyunculuk camiasının bir garip ruh hali vardır. Onu sevmiyorum. Oyunculuk mesleği bizde farklı algılanıyor. Hani hayatta da oynamak gerektiği düşünülüyor. Oysa hayatta, kendi içindeki temasın ne kadar güçlü ise o kadar iyi oyuncu olabilirsin. Bir arkadaşım bir kafe açmıştı. 'Muhammet gelsene, oyuncular takılıyor burada,' demişti. 'Aman orada dur,' dedim. Tabii tek tek oyuncu, yönetmen arkadaşlarım var. Onlarla görüşüyorum.
İstanbul'a gelirken ideallerimden vazgeçtim
- Peki Antalya'daki ideallere ne oldu?
- 'İdealizm, gençliğin son lüksüdür,' derler. İstanbul'a gelmekle birlikte bu cümle bende de tecelli etmiş oldu. Dolayısıyla İstanbul'da bir idealin peşinde koşmuyorum. Sadece iyi bir insan olmak için uğraşıyorum. Antalya'dayken, sahnelediğimiz her oyunla dünyayı değiştireceğimizi düşünürdüm. Şimdi daha karamsarım diyebilirim.
- Bu anlamda Bir Zamanlar Anadolu'da'daki doktor karakterini kendinize yakın bulmuş olabilirsiniz?
- Evet, buldum. Ben de doktor gibi insanlara uzaktan bakan, hayatan içine girme konusunda endişeleri olan biriyim.