DİYALEKTİĞİ BIRAKIN, ANALİTİK BAKIN
- Kitabınızda 'Eski Yunan'da Sanatçının Durumu' diye bir başlık var. Bugünküyle karşılaştıracak olursak ne dersiniz?
- Eski Yunan'da sanatçının enteresan bir durumu var. Yaptığı iş, ortaya koyduğu yapıt önemseniyor ama kendisi katiyen adam yerine konmuyor. El emeğiyle zihin emeği arasına, dolayısıyla sanatçı ile sanatı arasına kalın bir çizgi çizilmiş. Bugün bu ayrım çok silik. Sanatçının kendisi de tıpkı ürettiği ürün gibi metalaşma eğiliminde. Sanatçı da alınıp satılabilen bir meta muamelesi görmeye başladı. Onun da reklamı, pazarlaması, promosyonu yapılıyor; o da kendisini şu ya da bu biçimde 'piyasalamaya' çalışıyor. Oysa Eski Yunan'daki gibi olmasa da ürünü üreticiden ayırmak gerekir.
- Trajediyi bir 'değerler çatışması' olarak tanımlamışsınız. Bir değerin mutlak surette diğerine tercih edilmesi ve sonunda mutsuzluk... Hayatınızın bir trajedisi var mı?
- Aslında hiç düşünmedim bu soru üzerinde. Retrospektif olarak bakıyorum da... Sanki böyle bir şey olmadı.
- Hiç nedamet getirmediniz, pişman olmadınız mı?
- Nadim olduğum birkaç şey var hayatta. Çok özel şeyler; istersen onlara hiç girmeyelim.
- Türkiye Cumhuriyeti açısından bakarsak durum nedir?
- Cumhuriyet Türkiyesi'nin bir trajedisi varsa; o da bunun bir trajedi olarak kavranmaması gerektiğini kavramamış olmasıdır.
- Neyin?
- Ya Doğu'yu ya da Batı'yı; ya gelenekseli ya da moderni seçmek gibi bir zorunluluk karşısında kalmak. Böyle olduğunu düşünmek. Ben buna Tanpınar Sendromu diyorum.
- Sentezci yaklaşımlar da buradan mı çıkıyor?
- Evet! Bir sentez lafıdır tutturulmuş gidiyor. Böyle bir sentez olamaz. Doğu'yla Batı, geleneksel olanla modern olan arasında mantıksal olarak iki olasılık söz konusudur. Bunlardan birincisi 'ya-ya da' dır. Yani ya Doğu ya da Batı. İkinci olasılık 've' dir. Yani Doğu ve Batı. 'Ya o ya da öteki' derseniz kendinizi biriyle sınırlandırıp diğerini dışlamış olursunuz; oysa 've' demek her ikisinin de birlikteliğini mümkün kılar. Bırakın sentezi. Diyalektiği bırakın. Analitik mantıkla düşünün. Ben öyle yaptım. Hep 've' dedim.
- Böyle yapmanızın bir yararını gördünüz mü?
- Ne sağcılara yarandım ne solculara. Böyle bir çabam da olmadı zaten.
- Yahya Kemal'in deist olduğunu iddia eden yazılar yazmıştınız ve çok tartışılmıştı. Sizin durumunuz nedir?
- Ben deist de değilim ateist de. Asla! Kendimi bir Müslüman olarak görüyorum. Allah'a da inanıyorum; onun peygamber ve Resul'üne de.
BENİ DIŞLADILAR, ÖTEKİLEŞTİRDİLER
- Bir şair ve yazar olarak maddi durumunuz nasıldı? Ekonomik zorluklar çektiniz mi?
- Çok! Hâlâ da çekiyorum. Gazetecilik yaptığım dönemde bir kooperatife girmiştim. Basın sitesinde edindiğim ve kısa süre sonra elden çıkardığım konut dışında hiç gayrimenkulum olmadı. Hep kirada oturdum. Kitaplarımın çokluğu ve onları tasnif edip kullanmakta yaşadığım zorluk dışında, bundan da şikayetim yok.
- Nasıl geçiniyorsunuz?
- Şimdilik Bilkent Üniversitesi'ndeki hocalıktan, Zaman gazetesindeki yazarlıktan, yaptığım televizyon programından ve eserlerimin telif ücretinden aldıklarım bana yetiyor.
- Zaman'da yazmaya başlamak riskli bir karar değil miydi?
- Ben başıma gelecekleri biliyordum. Beni dışladılar, ötekileştirdiler; hâlâ da öyle. Ama bundan şikayetçi değilim. Çünkü ben orada kendi görüşlerimi yazıyorum.
- Paranız yok ama belli ki sevenleriniz çok. 'Hilmi Yavuz'un çok müridi var,' diyorlar. Öyle mi?
- Birçok insanın eğitimine katkıda bulunduğumu düşünüyorum ama mürit değil onlar. Bu bir aile benzeşmesi. Yani baba ile oğul birbirine benzer ama aynı karakterde olmak zorunda değildir. Aynı şiiri, yazıyı yazmazlar. Yahu, Allah rızası için söyleyin, aleyhime çok yazı yazılmıştır ve halen de yazılıyor. Ben de aslanlar gibi cevap yazıyorum, orası ayrı, ama benim arkadaşım, yakınım ya da müridim olduğu sanılan bir tek kişinin bu yazılar üzerine kalkıp 'Yahu, ne yapıyorsunuz?! Ayıp değil mi? Üstad'a nasıl böyle bir şey söylersiniz?' dediğini duydunuz mu? Oysa, adını vermeyeyim, bazı başka şairler hakkında bir şey söylemeye bakın, üzerinize köpek sürüsü saldırıyor. Onların müritleri yok, benim varmış. Böyle bir şey olabilir mi?
'MÜSLÜMAN BURJUVAZİ VAR ' DEMEK ZOR
Hilmi Yavuz, Müslüman burjuvazi konusunda dertli: "13. yüzyılda İtalya'daki ticaret burjuvazisi nasıl Katolik geleneğe, Hıristiyan mitolojisine sahip çıktıysa Müslüman burjuvazi de kendi geleneğine sahip çıkmalıdır. Eğer Mediciler ve o dönemdeki ticaret oligarşisi olmasaydı Rönesans ressamlarının hiçbiri olmayacaktı. Onlara kimse tablo ısmarlamayacaktı. Ressamlarla patronları arasında yapılan sözleşmeler yayımlandı. Adam, 'Şu kalitede boya, şu renkte yeşil kullanacaksın' yazdırmış sözleşmeye. Böyle bir sahiplenmeyle gelişmiş Rönesans orada. Böyle bir sahiplenme bilinci olmadıktan sonra o sınıfın gerçek anlamda bir Müslüman burjuvazi olduğunu söylemek mümkün değil. Burjuva ama herhangi bir Hıristiyan burjuvadan farkı yok. Mesela Koç Vakfı 10 yıldır bienali finanse ediyor. Yabancı bir küratör geliyor, herhangi bir Batı ya da Doğu ülkesinde geçerli olabilecek bir konsept ortaya koyuyor ve o doğrultuda ürün bekliyor. Tamam yani; bu bienalin anlamı nedir? Burada da yapılabilir, Londra'da da, Kuala Lumpur'da da, Rio'da da... Ne farkımız var? Böyle bir farkındalıktır ki Türkiye'de burjuvayı, burjuva yapacak olan."