Ben azgınlardandım, İpek usluydu
A.K: Ben çok cezaya kaldım, azgınlardandım İpekciğim usluydu, annesini özlerdi ama vefalıydı, sınıfça bir şey yaptığımızda katılırdı.
İ.O: Disipline de çıktık bunların yüzünden. Sevmediğimiz bir Fransızca hocamız vardı. Bir gün derste, kötü kokulu bir çiçek vardı, ondan toplayıp derse getirdik. Hepimiz 'Vive madam, vive madam!' (Yaşa madam!) diye bağırmıştık. Sınıf leş gibi koktu, o yüzden de disipline çıktık.
A.K: Ben azgınlardan olduğumdan ceza listelerinin asılı olduğu duvarın önünden geçerken yan gözle bakardım ismim var mı diye. Ortaokuldayız, bir jimnastik hocamız var; biz her nedense kadının güya Türklere hakaret ettiğine karar verdik niye hatırlamıyorum. Onun üzerine derste hiçbir, dediğini yapmadık. Bize ceza olarak 'Jimnastikten yazılı sınav yapacağız,' dediler. Ama biz öyle tenisin, basketin kuralları gibi dersler görmemiştik, sadece jimnastik yapıyorduk. Sınıfça karar verdik, sınavda hiçbir şey yanıtlamadık. Ama burslu arkadaşlarımız vardı. Onlar bu gibi şeylere katılırlarsa, burslarının kesilmesi ihtimali vardı. Ama biz küçüğüz,anlamıyoruz, 'Sınıfça karar aldık, uymanız gerek,' diyoruz. Onlardan biri yazmama kararını bozunca bir arkadaş sınav kağıdını önünden çekti. Bunun üzerine disipline gittik. Ben de biraz ukalaydım. Beni çağırdıklarında 'Öğrenci nasıl olmalıdır?' diye sordular. Ben de 'Bir öğrenci okumadığı bir dersin imtihanına sokulmamalıdır,' dedim. Sessizlik oldu 'Geç yerine,' dediler.
İ.O: Robert Kolej'e konsere gidince dönüş otobüsünde birimiz saklanır, hocanın paniğine gülerdik.
Ben Sana Mecburum kitabındaki sır
İ.O:Edebiyat kulübümüz vardı. Atilla İlhan'ı, Çetin Altan'ı davet etmiştik. Ülkü Tamer de başkanımızdı.
A.K: Ah İpek, Atilla İlhan'ı ilk kez görüşümü hiç unutmayacağım. Üstünde bir ceket, dirsekleri deri, kadife pantolon, boynunda bir eşarp, Paris'ten gelmiş, çok yakışıklı. Düz kesilmiş saçları yüzüne düşüyor ve şiirlerini dinliyoruz. Mine diye bir arkadaşımız Atilla İlhan'ın kız arkadaşıydı. Nasıl becerdi bilmiyorum?
İ.O: Allah Allah ciddi mi?
A.K: Evet, vallahi. Bizde ortak eşya çok kullanılırdı, biri randevuya giderken, birinin küpesi, birinin ayakkabısını giyerdi. Benim de bir gocuğum vardı, bana giymek nasip olmazdı. Sürekli birine ödünç verirdim. Mine, Atilla İlhan'la buluşmaya giderken onu giymişti. İlhan onun resimlerini çekmiş. Sonra da bu fotoğrafın siluetini Ben Sana Mecburum şiir kitabının ilk baskısında kapakta kullandı. Yüzü belli olmuyor, ama üstünde benim gocuk...
İ.O: Bak, bunu vallahi bilmiyordum! Senin edebi gocuk desene. (Gülüyor.)
Kulin'in elle yazdığı kayıp romanı
İ.O: Arkadaşlarımız diyor ki 'Biz Ayşe'nin yazar olacağını bekliyorduk, sen nereden çıktın?' O kadar güzel kompozisyonlar, esprili yazılar yazardı ki... Ortaokulda bir halk otobüsündeki tipleri anlattığı bir yazısı vardı hiç unutmuyorum. Romanı vardı hatta, bayılırdık.
A.K: Ah evet tefrika romanım vardı, elle yazıyorum, kızlarla yatağa toplanıyor, okuyoruz. Arkası yarın gibiydi. Bir sene yazdım, sonra kaybettim o romanı. Genç bir kızı anlatıyordu. Aile baskısından kaçıyor, sevgilisiyle buluşmak için cinlikler tasarlıyor.
Kraliçe seçildim, 27 Mayıs oldu
A.K: Bahar bayramımızda spor müsabakaları yapılır, kral, kraliçe ve iki de prenses seçilir, madalyalar verilirdi. Benim seçildiğim sene 27 Mayıs İhtilali oldu, her şey iptal edildi. İhtilal dönemi ben hafta sonları Demokrat Parti karşıtı eylemlere katılıyordum. Çünkü demokratik olmadığına inandığımız bir yönetim vardı. Şimdi liselilerin politikaya karışmaması gerektiğini düşünüyorum. Zaman içinde ihtilalin iyi bir şey olmadığını da öğrendik. Ama ihtilal sabahı ben ve arkadaşım İffet tüm okulda koştuk üstümüzde pijamalarla. Suna Kili'ye gittik. Bizim politika hocamızdı, kapısını vurduk 'İhtilal oldu,' dedik sevinçten deliye dönmüştük. O da çok sevindi. Birkaç gün önce sınıfa girdiğinde liberalizmi anlatacaktı. Ama onun yerine 'Liberalizm üstüne konuşamayacağım, kitabınızdan okuyun,' demiş, gözünde iki damla yaşla çıkmıştı. Zamanla gördük ki bir ihtilal ötekine yol açıyor. Ama ben o zaman 17 yaşındaydım...
İ.O: Ben de hafta sonları Demokrat Parti karşıtı yürüyüşlere katılırdım, o zaman şimdiki kadar müdahale yoktu. Daha rahat eylem yapardık.
Dans edebilmek için 19 yaşımda evlendim
İ.O: Fazla romantik aşk hikayelerimiz yok aslında. Kimimiz film artistine, kimimiz hocaya âşık olurduk. Aman kız okulu işte!
A.K: Ben de o yaşlarda çok büyük aşk yaşamadım, dışarı çıkmaya, gezmeye, dansa çok düşkündüm. Dans edebilmek için evlendim diyebilirim. Genç bir eşim vardı, geziyorduk eğleniyorduk. Annem babam dünyanın en iyi anne babasıydı ama beni çok sıkarlardı. Belki o kadar kısıtlanmasam 19 yaşımda evlenmezdim.
Eş desteği çok önemli
İ.O: Kızlarım büyürken, yurtdışında gençler için harika kitaplar görüyordum. Buna kafa yormaya başladım. Kışları çeviri yapıyordum. Bir kış, yayınevim yazmamı söyledi. İlk başta çocuk kitapları sonra gençlik kitapları yazdım. benim en büyük desteğim eşim Alp'ti. Onun desteği olmasa olmazdı. O bana 'Yazabilirsin, neden yazmayasın?' dedi. Öyle çıktı bu romanlar.
A.K: Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın, her başarısız kadının önünde bir erkek varmış. Aferin vallahi Alp'e. İlk kocamı hiç saymıyorum, ama ben bunu ikinci kocayla yapamazdım. Ben de çeviri yapıyordum başlarda. Daktiloda taka taka yazıyordum. Benim kocamın ufak bir tersanesi vardı. Raspa diye bir sey var tersanede taka taka ses yapar. Kocam da daktilonun sesini ona benzetir, eve gelince 'Raspa yasak,' derdi. Kocayı bırakınca raspa serbest oldu! Koca önemli. Üstelik düşünün ben yüksek sınıftan eğitimli bir kadınım. Böyle çok kadın var yani.
Ütü tahtasına pijama giydirmişler
İO: Yatakhane savaşımız olurdu. Bir gece yatakhanedeyiz, pencerede bir adam, güm güm vuruyor, geliyor gidiyor, geliyor gidiyor... Çok korktuk. Bir-iki cesur arkadaşımız camı açıp adamı paçasından yakaladı. Bir de baktık ki, üst kattaki yatakhanedekiler ütü tahtasına pijama giydirmişler, ipe bağlamış yukarıdan, odanın camına vuruyorlar. Domuzluğuna eğleniyorlar! Biz de karşılığında Arnavutköy'den hacıyağı aldırdık. Öğle yemeğinde izin aldık, yatakhanelerine girdik, bir güzel her yere serptik. Akşam oldu; bunlar ciyak ciyak... Leş gibi bir koku, çıkmıyor da. Biz tabii masumları oynadık.
İpek gibi yazar yok
İ.O: Biz bir araya gelince hatıraları falan konuşuruz. Ama Ayşe, Ayşe olarak önemlidir benim için. Yazarlığı falan hiç konuşmayız.
A. K: Evet öyle. Ama bir gün bir ödül töreninde ikimize birden ödül vermişlerdi, Üstelik haberimiz yoktu. Ödül almaya otele gidince İpek'i lobide gördüm, 'Sen de mi burdasın?' dedim. Meğer o da ödül almaya gelmiş. İşte o çok güzeldi.
İ.O: Birbirimizin kitaplarını okuruz ama. Annem hastalığının son döneminde sadece duyabiliyordu, onu oyalamak için türlü yollar arıyordum. O sırada da Ayşe'nin Türkan kitabı çıkmıştı. Annem Ayşe'nin romanlarını çok beğenirdi. Anneme o kitabı okudum. Ne kadar duydu ne kadar anladı bilmiyorum ama okudum.
A.K: Bana göre de İpek gençlik edebiyatı gibi çok önemli bir boşluğu, çok büyük başarıyla doldurdu. Benim gibi yazarlar bulabilirsiniz ama onun gibisi yok.
Şeytan dürttü
A.K: Okulumuzda bir platomuz vardı, hâlâ da var. Yokuş aşağı Arnavutköy'e iner. Lisedeyken çıkma iznimiz vardı. Ama işte şeytan dürttü... Bu yol nereye gider derken arkadaşım İffet'le kendimizi Arnavutköy'de buluverdik. Arnavutköy'e inmişken 'Özsüt'e gitmeden olmaz,' dedik ama paramız yok. Boş yere okuldan kaçmış olduk, dışarıdayız artık. Okuldan kaçmak çok ağır bir suç, atılabilirdik. Nasıl korkuyoruz durup dururken kovulacağız! Çok pişman olduk. Ama iki enayi dışarıdayız. Kapıya geldik, hiçbir şey olmamış gibi yukarı çıkan bir arabaya el ettik, adam iki öğrencinin kaçmış olmasına ihtimal vermedi. Bir şey olmadı yani yakalanmadık ama ne kadar korktuğumuzu anlatamam.