Bundan 65 yıl önce Kırklareli'nde, Bulgaristan sınırına yaklaşık 35 kilometre mesafedeki bir köyün 50 metre dışındaki ormanlık alanda çürümüş bir ceset bulundu. O zamanki rejimin; sopalı bir suikast ile hunharca öldürülmesini 'münasip buyurduğu' bir muhalif yazarın cesediydi bu. Oysa her halükarda öldürülecek olan biri için hiç olmazsa 'daha acısız' bir 'suikast senaryosu' yazılabilirdi! Dönemin Türkiye rejiminin, muhalif yazarına bir mermiyi bile çok gördüğü(!) o tarihten çok değil, beş yıl önce Naziler de gaz odalarında Yahudi katlediyordu. Kurşuna dizmek pek hesaplı (!) değildi. Öyle ya, mermi savaş zamanında altın değerindedir. Savaşın, cinayetin ve başka tekmil kötülüklerin bir de hoyratlık ve vahşetle ilaveten kirletildiği bir devirdi. Kötülüğün bile bir raconunun olduğu unutulmuştu. Cesedi bulunan kişi, son olarak Kürk Mantolu Madonna adlı 'novella'yı kaleme almış bir yazardı. Cinayet gününe kadarki 41 yıllık kısa hayatına, pek çok öykü, şiir ve roman sığdırmıştı. Katil; resmi kayıtlara göre, Ali Ertekin adında biriydi. Vaktiyle ordudan atılmıştı, geçimini insan kaçakçılığı ile sağlıyordu. Cinayeti ilginç kılansa Ali Ertekin'in başka bir özelliği idi. Ertekin, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) atası olan Millî Emniyet Hizmeti Riyâseti'ne (MEH) bilgi veren bir muhbirdi. O zamanlar istihbarat teşkilatı, bütünüyle askerin kontrolündeydi. Teşkilatın başında, Balkan Savaşları'na ve 1. Dünya Savaşı'na katılmış Mehmet Naci Perkel adında bir asker vardı. MEH, Mustafa Kemal Atatürk'ün emri ile Fevzi Çakmak tarafından kurulmuş bir teşkilattı. Teşkilatın isim babası da Atatürk'tü. Ne var ki, Atatürk'ün, hem MEH kısaltmada kulağa hoş gelmiyor diye, hem de şifreli konuşmak için MAH kısaltmasını tercih etmesi üzerine teşkilatın adı yanlışlıkla Milli Amele Hizmet olarak bellendi. Yani MAH, Cumhuriyet tarihinin en yanlış anlaşılan kısaltması idi. Teşkilat'ta Fevzi Çakmak'ın önemli etkisi vardı. İlk reis Şükrü Âli Ögel, Çakmak'ın referansı ile atanmıştı. Çakmak'ın, Perkel döneminde de teşkilat üzerinde nüfuzu vardı. Bu haftaki Üç Boyutlu Portre'nin konusu Sabahattin Ali cinayeti, Hrant Dink suikastının atasıdır. 'Resmi katil' Ali Ertekin de Ogün Samast'ın... Katil ile maktul cinayetten beş gün önce, yani 28 Mart 1948'de İstanbul Edirnekapı'da tanıştılar. Bir gün sonra kamyonla yola çıktılar. Sonradan katilin verdiği ifadeye göre Sabahattin Ali, yazar olduğunu yolda açıkladı. Bulgaristan sınırına yaklaşınca da, "Ben buradan gideceğim. Ruslarla beraber döndüğüm zaman bu memlekette hürriyetin ne demek olduğunu öğreneceksiniz. Buradan Tırnova'ya gideceğim. Oradan Sofya'ya ve oradan da Moskova'ya. Böylelikle memleket içindeki teşkilatı kuvvetlendirip işin başına geçeceğiz. Bu rejimi yıkacağız," dedi.
GİZLİ SERVİS İTİRAFI
Katil, sözümona, bu sözlere sinirlenmiş ve milli hislerle Ali'yi öldürmüştü. Kayıtlara göre katil, elindeki sopa ile maktulün kafasının sol tarafına şiddetle vurdu. Arkasından aynı yere yine şiddetle bir darbe daha indirdi. Maktulün kafası sağ omzuna düştü. Maktule, 'hislerine yenilip' vurduğunu söyleyen katil nedense hâlâ hafif hâfif nefes alan kurbanının öldüğünden emin olmak için üçüncü darbeyi de enseye indirdi. Cinayetten aylar sonra -Ocak 1949'da- katil, tatbikat için olay yerine götürüldü. Katilin tatbikat sırasında kolluk kuvvetlerini götürdüğü yer sınıra çok yakındı. Oysa ceset sınırdan 35 kilometre içeride bulunmuştu. Ceset ya cinayetten sonra taşınmıştı ya da katil, olayı karartmak için 'crime scene'in (suç mahalli) tam olarak neresi olduğunu gizlemeye çalışıyordu. Yargılama sırasında katilin avukatları, Ali Ertekin'i korumak için olsa gerek onun Milli Emniyet Hizmeti Riyâseti'ne çalıştığını söyleyiverdiler. Erteken'i adil yargılamadan korumak için yapılmış bir hamleydi bu. Ne var ki cinayette, dönemin Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) denetimdeki gizli servisinin ve dolayısıyla devletin rolünün olduğunun ikrarı anlamına da geliyordu bu. MEH de bu ilişkinin varlığına itiraz etmedi, hatta mahkemede yapılan gizli oturumlara elemanı Zeki Kayraklı'yı gönderdi. Neticede Ali Ertekin yalnızca dört yıl ağır hapis cezası aldı. Birkaç hafta sonra afla serbest kaldı. Böylece Cumhuriyet tarihinin derin devlet bağlantılı ilk siyasi cinayeti kapatıldı. Ali'nin ve ailesinin büyük trajedisi, yazarın mezarının dâhi bulunmamış olmasıdır. 'Kendinden aşırma' pahasına daha önceki yazılarımızda yazdığımız bir kaç cümleyi tekrarlayarak bitirelim: Trajedi; bir kere yaşanır, eşsiz ve devamsızdır. Ve işte tam da bu yüzden iz bırakır. Sabahattin Ali de iz bıraktı. Bunun sebebi; edebi değeri olan eserler bırakmasının yanı sıra hem yaşamının hem de ölümünün trajik olmasıdır.
İLLEDE 'NOVELLA' OLSUN
Sabahattin Ali, 25 Şubat 1907'de Gümülcine'de doğdu. Geçimini bir süre öğretmenlikle sağladı. 1935'te Aliye Hanım'la evlendi, bu evlilikten bir kızı oldu. Sabahattin Ali, Türk öykücülüğünün en önemli isimlerinden biri olarak kabul ediliyor. Ali'nin öykü türündeki eserleri şunlar: Değirmen (1935), Kağnı (1936), Hanende Melek (1937), Ses (1937), Yeni Dünya(1943), Sırça Köşk (1947). Ali, pek çok şiiri bestelenmiş bir şair. Bestelenen şiirleri arasında Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz, Aldırma Gönül, Melankoli, Benim Meskenim Dağlardır yer alıyor. Sabahattin Ali'nin üç romanı var: Kuyucaklı Yusuf(1937), İçimizdeki Şeytan (1940) ve Kürk Mantolu Madonna (1943). Sonuncusuna roman değil de, 'novella' demek daha doğru.
İNÖNÜ MUHALEFETİ ÖLDÜRDÜ!
Sabahattin Ali, İsmet İnönü muhalifliği ile tanınan bir yazardı. Markopaşa, Malumpaşa, Merhumpaşa, Öküzpaşa gibi siyasal mizah dergilerinde Paşa ifadesiyle İsmet Paşa'ya gönderme yapıldığı söylenir.
Sabahattin Ali bu dergilerdeki yazılarından yargılandı ve hapse mahkûm edildi. Son mahkûmiyetini CHP'li siyasetçi Cemil Sait Barlas'a hakaret ettiği gerekçesiyle almıştı. Barlas, Sabahattin Ali'nin Aziz Nesin'le birlikte çıkardığı Markopaşa Dergisi için "Kökü dışarıdadır," deyince dergi de "Topunuzun köküne kibrit suyu" başlıklı bir yazı yayınlanmıştı. Sabahattin Ali bu yazı yüzünden hapse girdi. Çıktıktan sonra zor günler geçirdi. Yurtdışına gitmek istedi. Pasaport alamayınca yurtdışına kaçak yollardan çıkmaya karar verdi. Yurtdışına kaçıp İsmet İnönü rejimine muhalif kimliğiyle yazarlığı sürdürme planı onun sonu oldu. Bu CHP çevrelerince bile kabul edilmiş bir gerçek. Öyle ki, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bile, "Sabahattin Ali'yi CHP öldürttü" dedi.