TARİHE BAKARKEN DUYGUSALIZ
- Konuşamamızın sebebi nedir?
- Tarihin insansız anlatılması. Tarih anlatılırken belli kişilerden söz edilir, sadece padişahlar, sadrazamlar ve bir iki şeyhülislamın adını biliriz. Bu nedenle. 15. ve 17. yüzyılda İstanbul'da ya da başka bir şehirde bir ciğerci, saka, vebaya yakalanan birinin ailesi ve acısı ya da cüzamlı bir hastanın yaşadıkları anlatılmaz. Sıradan gibi görünen, ki bence sıradan değiller, insanların hikayelerini duymuyoruz. Duymadığımız için de tarihi hissedemiyoruz. Hissedemezsek ezbere bir tarih olur. Açıkçası ezberlediğiniz bir şeyi sevmeniz mümkün değildir. Ezberlediğimiz için çocuklarımıza tarihi sevdiremiyoruz. Hal böyleyken nasıl Mimar Sinan'ı öğretelim?
- Oysa Osmanlı'yla barıştık.
- Evet, barıştık. Mesela artık Osmanlıca kelimelere de çok daha fazla ilgi var. İlginçtir ki bu ilgi gençler de daha fazla. Bu eskiden pek görülmeyen bir şeydi. Dile olan merak tarihe olan merakla el ele gider. Çünkü bu dürtü aynı yerden geliyor. Fakat önümüzde büyük bir engel var, çok duygusal ve tepkiseliz. Bir laf ettiğimiz zaman adeta ecdadımıza söz söylenmiş gibi hareket ediyoruz. Bu bence herkesi çok yıpratıyor.
-
Kitap 'Öğrenme aşkıyla bitti ömrümüz' cümlesiyle bitiyor. Bu aşk hâlâ baki mi?
- Keşke diyebilsem ki, çok açığız ama ezbere daha yatkınız. Bu da eğitim sistemimizden ve aile yapılarımızdan kaynaklanıyor biraz. Gerçekçi olalım ki, bizde öne çıkanı ve farklı olanı maalesef azarlayan bir kültürel yapımız var. Teşvik etmek yerine insanların cesaretini kırıyoruz. Bunlardan çok kaygı duyuyorum. Bu nedenle kitapta benim için en önemli sloganı sorarsanız, öğrenme aşkıydı derim. Mimar Sinan da bana zaten öğrenme aşkını ifade ediyor. Öyle bir insan ki 70 yaşında bile öğrenme aşkıyla dolu. Mimar Sinan ve onun gibi insanlar, kendilerindeki kabiliyeti Tanrı'nın onlara verdikleri bir hediye olarak görüyor. O hediyeye layık olmak için bu kadar özverili çalışıyorlar ve tembellik yapmıyorlar. Kaçımız bunu yapabiliyoruz ki?
İntihal iddialarına üzülüyordum, artık üzerinde durmuyorum
- Yine bir intihal iddiasıyla karşı karşıyasınız. Bu iddialar ortaya çıkınca neler düşünüyorsunuz?
- Kitap matbaadan çıkmamış, kimse okumamış ama kapağından yola çıkarak bu iddialarda bulunuyorlar. Kimse de okumadan eleştirmeyin, insaf demiyor. Böyle de bir edebiyat dünyamız var işte. Üzüldüğüm de oluyor ama üzerinde çok durmuyorum. Ama biz birbirimizi çok didikliyoruz. Eseri konuşmak yerine şahısları didikliyoruz. Oysa bizi zenginleştirecek şey eseri konuşmak...
301'den yargılanırken yalnız hissettim
- Baba ve Piç sonrası 301'den yargılandınız. Travma yaşadınız mı?
- Tabii ki de yaşadım. O dönem beni çok sarstı, üstelik hamileydim ve çok hassastım. İnsanların sizin hakkınızda tanımadan, bilmeden, sırf kulaktan dolma bilgilerle atıp tutmaları hoş değil. İnsanız, bu tür şeyler hepimizi incitir. Ama bunlara rağmen
Baba ve Piç'in çıktığı dönemi nasıl hatırlıyorsunuz derseniz, kesinlikle olumsuz hatırlamıyorum. Kadın okurun bana olan kıymetini kavratan bir kitaptı. Çünkü kadın okurlarımdan çok destek gördüm. O zor dönemde bana iyi geldi.
- Peki, bu yargılama sonrasında, bir konuyu yazarken 'Başım belaya girer şimdi' diye bir tedirginlik yaşıyor musunuz?
- Hayır. Ama bir süre kendimi çok yalnız hissettim. Gerçi bu yalnızlık hissini Türkiye, zaman zaman herkese yaşatıyor. Bunu birçok sanatçı ve gazeteci yaşamıştır, yani bana mahsus olduğunu düşünmüyorum. Ama mahkeme sürecinde hiçbir yere ait değilim duygusunu yoğun yaşadım. Buna rağmen yazarken kendimi sansürlediğimi düşünmüyorum. Ben yazmayı çok seviyorum ve o dünyanın içine girince de kendimi kaptırıyorum.
Reklamın kredi kartı kısmına takıldılar
- Siz, bir banka reklamında da oynadınız ve eleştiri aldınız. Ben de çok garipsedim. Bir yazarın banka reklamında oynaması kültürel kodlarımızda yok. Neden oynadınız?
- Dünyada da tartışılan bir durum bu. Mesela edebiyatın babaları dediğimiz birçok yazar da reklamda oynamıştır, başta Hemingway olmak üzere. O kadar da yabancı bir şey değil. Ama çok yapılan bir şey de değil. O reklamda verilen mesaj bana yakın geldi. Bir basketbolcuyu, bir edebiyatçıyı, bir müzisyeni, öne çıkararak 'Sen de yapabilirsin' deniliyor. Herkes kredi kartı kısmına takılsa da ben bu tür bir söylemin içinde bir de edebiyatçı olsun istediğim için reklamda oynadım.
- Aldığınız parayı bir yere bağışladınız mı?
- Bu soruyu bir edebiyatçıya soruyorsunuz ama ses sanatçısına sormuyorsunuz. Ben de bunu anlayamıyorum!
- Daha önce sinemacılara da sormuştum. Çünkü bir bağış söz konusuysa bilinsin isterim.
- Belki kendimce bir şeyler yaptım ama bunu söylemek istemiyorum.