Türkiye 12. Cumhurbaşkanını seçmenin arifesinde. İlk defa reisicumhuru halk olarak bizler seçeceğiz. Bunun için de her zamanki cumhurbaşkanlığı seçim atmosferinden farklı bir hava var memlekette. Ama hiç düşündünüz mü acaba önceki 11 reisicumhuru nasıl hatırlıyoruz diye. Siyasi geleneğimiz cumhurbaşkanlarını devletin başı olmaları hasebiyle doğal olarak hep ciddiyetle algılanacak şahsiyetler olarak lanse eder topluma. Siyasi tarih de bu algıyı perçinler. Bu yüzden onların insani yönlerini pek bilmeyiz. Mesela Atatürk'ün uykuya karşı direncini, Fahri Korutürk'ün müzik tutkusunu kaç kişi biliyor? Ya da Cemal Gürsel'in yardımseverliğini. Özal'ın bilgisayar programcılarını şaşırtacak kadar yazılım konusundaki uzmanlığını. Onların bu erdemleri hep gölgede kalır, o devlet ciddiyetinin altında. Oysa ki nihayetinde cumhurbaşkanları da insandır. Yaklaşan seçimleri fırsat bilip Atatürk'ten, Abdullah Gül'e bütün cumhurbaşkanlarının siyasi tarihin dışında, hatıralarda nasıl iz bıraktığını araştırdık. Onların, tarihin tozlu sayfalarında ya da kimi hatıratlarda kalan insani özelliklerini bulup çıkartalım istedik. Her cumhurbaşkanını ya birlikte çalışmış mesai arkadaşlarından ya da görevi boyunca onu takip etmiş gazetecilerden dinledik. İsmet İnönü, Cemal Gürsel, Cevdet Sunay'ı Mete Akyol, Özal'ı başyazarımız Mehmet Barlas anlattı. Fahri Korutürk ve Kenan Evren'i Ali Baransel'den dinledik. Demirel'i Yavuz Donat, Abdullah Gül'ü Hasan Bülent Kahraman yazdı. Atatürk, Celal Bayar ve Ahmet Necdet Sezer'i ise hatıratlardan, kitaplardan ve gazete haberlerinden derledik. İşte Türkiye'nin cumhurbaşkanlarının farklı yüzleri!
METE AKYOL
Mete Akyol uzun yıllar Ankara'nın nabzını tutan efsanevi gazetecilerdendi. Meslek hayatının ilk günlerinden itibaren İnönü'yü takip etti. İnönüler'in evine girecek kadar aileye yakın bir gazeteci oldu. Gazetecilik serüveninde Cemal Gürsel ile Cevdet Sunay'la da yolları kesişti. Onlarla söyleşiler gerçekleştirdi. Asker kökenli bu üç cumhurbaşkanını en iyi anlatacak isimlerden biriydi.
İSMET İNÖNÜ NEZAKETİ VE DİPLOMASİYİ BİLİRDİ
"Tam bir devlet adamıydı. Ölçülü, kudretli, ilkeleri olan, kadınlara karşı her zaman centilmen olmasını bilen biriydi. Diplomasiyi de nezaketi de çok iyi bilirdi. Yeri geldiğinde babacan olmasını da. Sakal tıraşına önem verirdi. İnönü'yü tam anlatan bir olay vardır aklımda. 1969 seçimleri gecesi. Seçimlerde Adalet Partisi müthiş bir başarı gösterdi. Ben de İnönü'nün evine gittim. Sonuçlar geldikçe İnönü haberdar ediliyor. Ama üzüntü belirtisi yok. 'Paşam hiç üzüntü ifadesi yok sizde' dedim. Bana 'Oğlun Ufuk'a elektrikli tren aldın mı?'diye sordu. Şaşırdım ama nereye bağlayacaktı konuyu Paşa, merak ettim ve tren almamış olduğum halde 'Aldım' dedim. 'Onunla tren yarışı yapıyor musun?'dedi. 'Evet' dedim. 'Peki oğlunun treni senin trenini geçince kızıyor musun?' dedi 'Hayır Paşam' dedim. 'Ya seninki onun trenini geçince seviniyor musun?' diye sorunca yine 'Hayır' cevabını verdim. Paşa 'Bu seçim yarışında Adalet Partisi'nin önde koşması beni üzmeyeceği gibi geride kalması da sevindirmeyecektir. Demokrasi kuralları zedelenmeden yapılan her seçimde asıl kazanan memleketin kendisidir' dedi. İşte İnönü tam da budur."
CEMAL GÜRSEL YARDIMSEVER BİRİYDİ
"Ordu'da ona Cemal Aga derlerdi. Yardımsever, babacan, esprili bir insandı. Halkla iç içe olmayı da severdi. Fırsat buldukça arabasıyla Köşk'ten ayrılır halkın içine karışır, onların dertlerini dinlerdi. İhtiyacı olana da yardım edermiş kendi cebinden. Bunu yaşadığım bir olay sonucunda öğrendim. Milliyet 1963'te Atatürk Anıtı Kampanyası başlatmıştı. Cemal Gürsel'den kampanyaya destek vermesi için Köşk'e gittim. Konuyu açtım. Bağışta bulunmasını istedim. Zeki Müren 10 bin lira vermiş. Cemal Gürsel'den de 10 bin lira istedim. Şaşırdı. 'Olmaz evladım' dedi. Israrcı oldum 'Fakat benim o kadar param yok ki' dedi. Israrcı olunca yanına çağırdı beni. Masasının çekmecesinden bir karton çorap kutusu çıkardı. İçindeki listeyi gösterdi. 'Bu ayki maaşımdan, ne kadar harcamışım, elimde ne kadar kalmış bir bak' dedi. Baktım Mersin'den bir vatandaş eşi ve çocuğu ile aç kaldığını yazmış yardım istemiş, Gürsel de 4 bin lira göndermiş. İkinci sırada Gölbaşı'ndan atı ölen bir at arabacısına bir at almış ve araba yaptırmış 1500 lira ödemiş. Bir astsubay evlenmiş 800 lira göndermiş. Liste uzuyor. 1000 lirası kalmış Gürsel'in. Onu da bize bağışladı."
SUNAY KOMUTANLIĞINI ÜZERİNDEN ATAMAMIŞTI
Aslında Cemal Gürsel hastalanınca Genelkurmay Başkanı olduğu için Cumhurbaşkanı oldu. Muhtemelen böyle bir makama geleceğini kendi de beklemiyordu. Komutan olduğu için o komutan halini Köşk'teki görev yıllarında da sürdürdü. Özünde iyi bir insan olsa da devlet adamlığı konusunda diğer cumhurbaşkanlarına göre toydu. Zaten İnönü'nün ona verdiği bir ders vardır. Bu olay Sunay'ın durumunu özetler. 1967'de Kurtuluş Savaşı'na katılan komutanların katılımıyla Ankara Orduevi'nde bir tören düzenlendi. İnönü de toplantının en önemli konuğu. Ev sahibi Cumhurbaşkanı olarak Cevdet Sunay. İnönü, eşi ile geldi. Sunay 'Buyurun oturun' diyor, İnönü 'Yok önce siz buyurun oturun' karşılığını veriyor. Bu durum bir süre daha devam edince. İsmet Paşa sinirlendi ve 'Cumhurbaşkanı olmanız hasebiyle bir toplulukta önce sizin oturmanız gerekmektedir. Etrafınızdakilerin nereye oturacağı sizin meseleniz olmayacaktır. Önce siz oturacaksınız ondan sonra etrafınızdakiler oturacakları yerleri size göre tayin edecekler. Hadi bakalım şimdi dediğimi aynen yapın' dedi. Sunay bloke olmuş yarı şokta en yakındaki koltuğa çöktü kaldı. İnönü de onun yanına oturdu. Ben bu olayın ses kaydını almıştım. Ankara'da bu ses kaydını o yıllarda dinlemeyen siyasi kalmamıştı. Sonra kulaktan kulağa yayıldı ve bir kıssadan hisseli anı olarak anlatılıp durdu."
ATATÜRK HAYVANSEVERDİ, AZ UYURDU, İNCE ELEYİP SIK DOKURDU
Cumhuriyet 29 Ekim 1923'te ilan edildi ve yeni bir anayasa yapıldı. Bu anayasa 1924'te yürürlüğe girdi. Bu anayasaya göre Meclis, cumhurbaşkanını seçecek cumhurbaşkanı da başbakanı atayacaktı. Öyle de oldu. Seçime katılan 159 milletvekilinden 158'i oyunu Atatürk'e vermişti, bir oy de İnönü'ye çıkmıştı. Bu oyun sahibinin Atatürk olduğu söylendi. Atatürk de buna ne evet dedi ne de hayır. Bu cumhuriyetin ilk esprilerinden biriydi. Sıkıntılı süreç bir nebze olsun neşeyle başlamıştı. Böylece Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal oldu. Peki Atatürk bir idareci ve insan olarak nasıl biriydi? Halide Edib'den Falih Rıfkı'ya kadar birçok yazar o dönem üzerine kitaplar yazdı. Tarihçiler yığınla araştırma yaptı. Bu araştırmacıların mutlaka Cemal Granda'nın anılarından yararlandıkları görüldü. Granda 1927'de Atatürk'ün yanında çalışmaya başlamış bir hizmet görevlisiydi. Anılarını Atatürk'ün Uşağı İdim adlı bir kitapta topladı. Kitap bize Atatürk'ün bir insan olarak nasıl biri olduğunu çok iyi anlatıyor. Atatürk'ün çok iyi giyindiği biliniyor. Ama bunu Levon Kordonciyan ve Jan Pilüris adlı iki terziye borçlu olduğu pek bilinmiyor. Üstündeki her şeyi tek tek kendisi seçer alırmış. Ayakkabılarını Sirkeci'deki Altın Çizme'ye ve Beyoğlu'ndeki Nuri Usta'ya ısmarlarmış. Köstekli saati yelek içinde, mendili ceket cebinde ve şık kol düğmeleri her daim gömlek manşetlerinde bulunurmuş. Granda'nın kitabında Atatürk'ün hayvanları çok sevdiği anlatılıyor. Özellikle atları ve köpekleri. Foks adında bir köpeği olduğu biliniyor. Her yere yanında götürdüğü Foks'la onlarca fotoğrafı var. Foks; ölünce de veterinerler derisini yüzüp içini doldurarak Çankaya'ya getirerek bir camekanın ardına koymuşlar. Atatürk "Sevdiğim bir mahluku böyle görmek istemem" diyerek kaldırılmasını emretmiş. Kitaptan öğrendiğimiz kadarıyla Atatürk uykuyu pek sevmezmiş. Hayatı cephelerde geçen bir komutan olarak uyumaya pek fırsat bulamamış. Siper muharebelerinde tetik yatmak tabir edilen kısa uykulara dalarmış. Yani elbiseleriyle seyyar karyolaya uzanır öylece birkaç saat uyumaya çabalarmış. Sivil hayata geçip cumhurbaşkanı olunca yakınlarından birkaç kişi "Artık şimdi uyumalısınız" diye telkinde bulununca "Hayır esas büyük muharebe şimdi başlıyor, çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmamız için gece gündüz çalışmalıyız" diye itiraz edermiş. Atatürk, ülkenin sorunlarıyla ilgili her konuyla yakından ilgilenir ve müdahil olurdu. İstihdamın arttırılması ve yoksulluğun azaltılması, ahalinin insanca yaşaması için çaba sarf etti, reformlar yaptı. Halkın ekmeğine göz dikenler hep onu karşısında buldu. Devrin İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ ekmeğe zam yapma kararı almış ve 5 lira olan somun fiyatını ansızın 7 liraya çıkarmış ve bu kararını da Başbakan İsmet İnönü'ye onaylatmıştı. Bir gece Dolmabahçe'deki bir yemek sırasında bunu duyan Atatürk, çok sinirlenip şunları söylüyor: "Ne yaptınız Vali Bey? Bu fakir milletin zaten yemek için sadece ekmeği var sofrasında. Ona da mı göz diktiniz? Bizim millet ekmekle beslenir. Fakir köylünün yiyeceği bir baş soğanla, bir somun ekmektir. Ekmekten ne istediniz? Fiyatını arttıracağınıza, elinizden geliyorsa yüz paraya indirin..."
ALİ BARANSEL
Ali Baransel ömrünün 16 yılını Köşk'te geçiren biri. Çünkü bu kadar yıl boyunca Cumhurbaşkanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri olarak Fahri Korutürk ve Kenan Evren ile çalıştı. Türkiye'nin en çalkantılı yıllarına Köşk'ten tanıklık etti. Anılarını da kitaplaştıran Ali Baransel de bize birlikte çalıştığı reisicumhurları anlattı.
KORUTÜRK RANDEVU SADAKATİNE ÇOK ÖNEM VERİRDİ
"Çok hassas, duygusal, ilkeli, insan ilişkilerinde sevgi ve saygıya önem veren bir insandı. Esprili aynı zamanda ölçülüydü. Mesela insanların randevulara olan sadakatine çok önem verirdi. Randevusuna zamanında gelen insanları sağlam karakterli olarak kabul ederdi. Sanatın ama özellikle müziğin bütün dallarıyla ilgilenirdi. Klasik Türk Musikisi, Klasik Batı Müziği'ni ayırt etmeden dinlerdi. Münir Nurettin Selçuk ve Müzeyyen Senar'ı severdi. Bir sohbet sırasında eğer bahriye subayı olmasaydım orkestra şefi olurdum, dediği anlatılır. Zaten tambur çalarmış. Eşi Emel Hanım da resimle ilgilenirdi. O dönemin önemli ressamlarıyla mesela Fikret Mualla ile dostluklar kurmuşlardı. Köşk, sanatın konuşulduğu ve tartışıldığı bir ortamdı. Bu nedenle cumhuriyet tarihinde ilk defa, basın ve sanat çevrelerine ayrı ayrı resepsiyon verildi. Basın ve sanat dünyası Köşk ile tanıştı. 2000'e yakın sanatçı, gazeteci ilk defa köşkte ağırlandı. Sinema, edebiyat, tiyatro, resim dünyasının en yetkin isimleri o gece köşke çıktı. O geceden aklımda kalan Zeki Müren'dir. Uzun topuklu ayakkabı giyerek gelmişti."
ÜNİFORMALI VE ÜNİFORMASIZ İKİ EVREN VARDI
"Kenan Evren o sert görünüşünün aksine sevecen bir insandı. Karar verirken danışır, ortak aklı önemserdi. Ama onun dönemini de ikiye ayırmak gerek. Demokrasi dışı rüzgarların estiği, idamların ve işkencelerin olduğu üniformalı Evren'li sıkıyönetim dönemi ve üniformasını çıkartıp sivil olarak Cumhurbaşkanı olduğu dönem. Sivil cumhurbaşkanı olunca hükümetlerle uyumlu çalışmaya gayret etti." Ali Baransel'i bulmuşken Kenan Evren'in Emel Sayın'a yazdığı o ünlü mektubun akıbetini de sorduk: "O dönemde yabancı devlet başkanları gelince konuklara Türk müziğini dinletmek için sanatçılar Köşk'e çağrılırdı. Bu sanatçılardan biri de Emel Sayın'dı. Evren Paşa, Emel Hanım'a teşekkür etmek için bir mektup yazmış. Bu tür gecelere renk kattığı için teşekkür ediyor. Bana verdi mektubu. Ama ben 'Efendim bu mektup yanlış anlaşılabilir' dedim. Mektubu aldım ama göndermedim."
MEHMET BARLAS
ÖZAL ÇANKAYA'YA BİLGİSAYARI SOKTU
Özal Cumhurbaşkanı olduğu zaman halkla ilişkisini hiç kesmedi. Toplumun her kesimiyle ilişkisini sürdürdü. Meraklıydı, bilgiliydi ve yeni bir şey öğrendiği zaman da onu paylaşmayı severdi. Mesela Kapalıçarşıda eskiden pastırma yediğimiz bir pastırmacı vardı. Yıllar sonra gittim bir baktım havyar satıyor. İçerde de pastırmacının Özal ile fotoğrafı var. 'Hayırdır' dedim. 'Özal geldi Azerbaycan bağımsızlığını ilan etti git havyar temsilciliği al' dedi. Ben de aldım şimdi işler iyi' dedi. Özal öldüğünde iki doçent ağlıyor. 'Ne oldu?' dedim. Anlattılar: 'Bizim yazılım şirketimiz vardı. Bir gün fuardayız Özal geldi. Geçti bilgisayarın başına oturdu, diskete bizim programları yükledi gitti. Akşam otururken polisler geldi. Özal bizi Çankaya'ya çağırmış. Gittik ve bize yazılımımızda konfigürasyon hatası olduğunu söyledi.' 'Şimdi nereden bulacağız biz, yaptığımız yazılımdaki hataları bulabilecek bir cumhurbaşkanını?' diye ağlıyor işte. Öyle korkusu da yoktu. Bir gün Antalya'da plajdayız. Üzerimizden jetler geçiyor. Hemen 'Nereden geliyor bu jetler' diye sordu. 'Merzifon'dan' dediler. Üssü aradı 'Bir daha turistlik bölgede uçuş yapmayın yoksa ödeneğinizi keserim' dedi. İnsanların fikrini de önemserdi. Bir gün denize giriyorum. Aradı 'Ne yapıyorsun denizde?' dedi. 'Yüzüyorum' dedim. 'Saddam Kuvveyt'e girdi, haritalar değişiyor ve sen yüzüyorsun. Atla gel Ankara'ya' dedi. Ben de 'Bir sürü danışmanınız, komutanınız var' dedim. 'Olsun sen gel' dedi. Yeniliklere çok açıktı, öğrendiklerini de paylaşmayı severdi. Kaç kere gece yarısı aramıştır beni. Köşk'ün protokolünü de yok etti. Çankaya'ya bilgisayarı soktu. Bence dünyayı en iyi izleyen cumhurbaşkanıydı Özal.
CELAL BAYAR İYİ BİR EŞ VE HOŞGÖRÜLÜ BİR BABAYDI
Üçüncü cumhurbaşkanı Celal Bayar, siyasi arenada çok sert bir adamdı. Rakipleriyle amansızca çatışmasını bilir, kolay kolay geri adım atmazdı. İnatçı bir kişiliğe sahipti. Savaşlar, yıkımlar, kıtlıklar görmüş bir insan olmasından dolayı bu denli dirayetli ve sert olması anlaşılabilirdi. Ama evinde başka bir adamdı Bayar. Çocuklarına karşı çok hoşgörülüydü. Eşi Reşide Hanım'ın sözünü dinler, bir adım atacağı zaman ona danışmadan kolay kolay hareket etmezdi. Reşide Hanım inançlı ve çok merhametli bir insandı. Yoksul ve kimsesiz çocukların hayatının kolaylaştırılması için çaba sarf ederdi. Elinden bir şey gelmediği vakitlerde kendi imkanlarını seferber ederek yetimlerin dertlerine deva olmaya çalışırdı. Ayça Atikoğlu'nun Cumhurbaşkanı Eşleri kitabında anlatığına göre Reşide Hanım bu alışkanlığını Çankaya Köşkü'ne çıktığında da sürdürdü. Köşke bir dikiş makinesi aldırdı ve boş zamanlarında yoksul çocuklar için ceketler, paltolar dikmeye başladı. Celal Bayar "Yahu Reşide Hanım, siz koskoca cumhur reisinin eşisiniz, uygun mudur şimdi bu?" diye itiraz edince Reşide Hanım "Siz bu çocukların derdine derman olana kadar kim bilir kaç çocuk soğuklardan hastalanıp ölecek. Hiç olmazsa ben birkaç tanesini kurtarabilirim. Sizi bekleyemem efendim" diyerek restini çekmişti.
YAVUZ DONAT
DEMİREL HER ŞEYİ NAZMİYE HANIM'A RAPOR EDERDİ
BÜYÜK AŞK
Nazmiye Demirel... Süleyman Bey onu delicesine severdi. Cumhurbaşkanı Demirel'in, eleştirilerine tepki göstermediği tek kişi eşi Nazmiye Demirel'di. Demirel bir seyahate gidince... Bir toplantıda konuşunca... Hemen eşini arar ve rapor verirdi. "Toplantı şöyle kalabalıktı... Böyle başarılı geçti" gibi. Nazmiye Hanım iltifat etmekte cimriydi. Tepkisini iki kelimeyle dile getirirdi: -Eyi!..Eyi!..
GÜNİZ SOKAK-31
Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanı seçilmişti ama... Henüz Çankaya Köşkü'ne taşınmamıştı. Güniz Sokak-31'deki evindeydi. Bir gün "Ne zaman taşınacaksınız" diye sordum. Demirel "Önümüzdeki hafta" diye söze başlarken... Nazmiye Demirel araya girdi: -Demirel Demirel... Çankaya'ya taşınmamız şart mı?... Bu evin nesi var?... Burada oturmaya devam etsek olmaz mı? Süleyman Bey "Olmaz" deyince... Nazmiye Hanım "Neden olmazmış" diyerek itirazını sürdürdü: -Sen her sabah Çankaya'ya git... Devlet işleriyle uğraş... Akşam olunca da buraya dön... Evine... Burası her yerden rahat... Ayrıca arka bahçedeki tavuklar ne olacak? Cumhurbaşkanı Demirel eşine "Devlet protokolünü... Cumhurbaşkanı'nın güvenliğini... Mutlaka Çankaya'ya taşınmak gerektiğini" uzun uzun anlattı. Sonunda taşındılar. Ama Nazmiye Demirel her hafta sivil plakalı bir araçla Çankaya'dan çıkar ve Güniz Sokak'taki evine gelirdi. Tavukların yumurtalarını alırdı. Ayrıca... Isparta'dan zaman zaman Demirel'in evine bir şeyler gönderilirdi... Reçel, yağ, peynir, erişte gibi... Nazmiye Hanım da onları Çankaya Köşkü'ne taşırdı.
SEVGİLİLER GÜNÜ
Cumhurbaşkanı Demirel bir yurt gezisinden dönüyordu... Uçağın ön bölümünde üç kişiydik. Cumhurbaşkanı, hanımefendi ve ben. Uçak Esenboğa havaalanına doğru alçalırken Nazmiye Hanım, Cumhurbaşkanı'nı uyardı: -Demirel kemerini bağla... Uçak iniyor. Cumhurbaşkanı "Nazmiye" dedi, gülerek: -Ben sana bağlandım. Sonra da... Bana döndü: -Yavuz bugün ayın kaçı? "14'ü efendim" dedim ve... Bende jeton düştü: -14 Şubat Sayın Cumhurbaşkanım... Sevgililer Günü.
CEPTEKİ YUMRUK
Öfke kontrolü... Süleyman Demirel'de tam puandır. Sinirlendiğini, bağırıp çağırdığını, küfrettiğini, masayı yumrukladığını hiç görmedim. Bir gün sordum: -Efendim sizin hiç kızdığınız olmaz mı?... Hiç yumruğunuzu havaya kaldırmaz mısınız?... Elinizi masaya vurmaz mısınız? Süleyman Demirel "Ben de insanım... Elbette kızdığım zamanlar olur" diyerek söze başladı: -Hepimiz etten, kemikten, sinirden yapılmışız... Ben de kızarım... Yumruğumu havaya kaldırırım... Ama sonra... Yumruğumu indirir ve ceketimin cebine sokarım.
HASAN BÜLENT KAHRAMAN
ABDULLAH GÜL DEVLETİN SOĞUK YÜZÜNÜ YUMUŞATTI
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye yakın siyasal tarihinin çok ilginç bir döneminde, çok ilginç özellikler taşıyan bir oluşumun sonunda, bulunduğu makama geldi. 2007 yılında Cumhurbaşkanı oldu. Fakat 2000'lerin başından itibaren sürdürülen bir siyaset ve onu taşıyan çevreler Gül'ün seçilmesini şiddetle engellemeye çalıştı. Buna mukabil başardı. Gül, o noktaya uzun bir kariyerle gelmişti. 1960'larda siyasetle tanışmış, 1970'lerde eylemli siyaset yapmış, 1980 askeri darbesinde tutuklanmıştı. Yıllar sonra cumhurbaşkanıydı. Yakın dönem cumhurbaşkanları arasında Gül barışçıllığı, yapıcılığı ve olumluluğuyla tanınıyor. Bir proje nedeniyle onun tüm yaşamını irdelemiş biri olarak bunu bütün yakın çevresinin ortak kabulü şeklinde saptamak mümkün. Son dönemin çok çetrefil olaylarından da gene onun bu tutumu sayesinde çıkıldığını biliyoruz. Hatta, Cumhurbaşkanlığı döneminde, Çankaya'yı, seçilmemesi için çalışanların bile gittiği son devlet kapısı haline getirmesi bu niteliğinin bir sonucu. Bunu onun özgüvenine bağlamak mümkün. Gene özgüveninin bir sonucu olarak kendisini gösteren diğer bir karakter özelliği Gül'ün tevazuu. Bulunduğu makamın değerini ve onurunu her şeyin üstünde tutarken Gül'ün ilişkilerinde kararlı, çok güçlü ama çok yumuşak ve bunları kapsayacak bir tevazu ile hareket ettiği çok açık. O zaman ciddi bir iletişim kapasitesine sahip oluyor Gül. Türkiye Cumhuriyeti devletinin daima biraz soğuk yüzü ve yurttaşa mesafeli tutumu onun döneminde tam zıttı yönde gelişti. Gül'ün sosyal medyayı kullanma hevesi, hatta hırsı bu anlayışının bir sonucu. Bu tutumunda devlet yönetiminde zorunlu olduğunu düşündüğü hesap verme, saydamlık gibi unsurların da muhakkak bir katkısı vardır. Fakat hepsinden önemlisi onun iletişim kurma yetisi ve becerisidir. Kendine kapalı insanların sahip olmadığı bir koşuldur bu. Unutmamak gerekir ki, iletişim aynı zamanda paylaşmaktır. Dönemine bakıldığında Gül'ün bir kültür insanı olarak makamını çok zenginleştirdiğini vurgulayabiliyoruz. Çankaya Sofraları, Kültür Sanat Bilim ödülleri, Liyakat Nişanları onun bu yöndeki çabalarının bir sonucu. Gene yakın dönem cumhurbaşkanlarının içinde kimse bu alanlarda onun kadar çaba harcamadı. Bütün bunlarla Gül gündelik siyasetle uğraşırken dahi onun üstüne çıkabilen, devlet adamı niteliğini somutlaştıran, çok ciddi ve sorumlu ama bir o kadar da içten, yumuşak ve yapıcı bir Cumhurbaşkanı oldu. Bu özellikleri olmasaydı dönemindeki toplumsal dönüşümün bu kadar kolay gerçekleşmesi olanaksızdı.
SEZER, KİMSELERİ DAVET ETMEDİ DAVETLERE DE PEK GİTMEDİ
Ahmet Necdet Sezer kendinden önce gelen tüm cumhurbaşkanlarından farklı bir portreye sahip. Görev süresi boyunca kendisine tanınan ayrıcalıkları minimum seviyede kullanmayı tercih etti. Makam aracıyla yolculuk ettiğinde kırmızı ışık yanıyorsa arabasını durduruyordu, hastanede tüm vatandaşlar gibi kuyruğa girip sırasını bekliyordu, annesinin cenaze törenine sivil plakalı araçla ve benzin parasını kendi cebinden ödeyerek gidiyordu. Tasarrufa aşırı önem verirdi. Çankaya'da fazla elektrik harcıyor diye normal lambaları çıkartıp floresan taktırmıştı. Görev süresi boyunca hiç tatile çıkmadı. Ama önemli konserleri, tiyatro ve film gösterilerini kaçırmadı. Sanata ve sanatçılara önem verdi ama Nobel ödüllü Orhan Pamuk'a ne bir kutlama mesajı çekti ne de Köşk'te ağırladı. Resmi davetler dışında Köşk'ü özel davetlere kapadı. Resmi davetlerin masraflarını kısmak için tedbirler aldırttı. Köşk'teki resmi davetlere gidenler aralarında "Çankaya'ya giderken yanına termosunu da al" diye espriler yapıyordu. Yurtiçi ve yurtdışı gezilerini de pek sevmezdi. Hiçbir düğüne gitmedi, hiçbir gazeteciye özel röportaj vermedi. Onun döneminde Köşk dışa tamamen kapandı.