Özcan Deniz, yıllar önce Ya Sonra ile yönetmenliğe başlayınca onun için 'türkücü yönetmen' deyip dudak bükülmüştü. Film potansiyel seyircisine ulaşmış olsa da bu tür küçümsemelere devam edildi. Açıkçası Deniz bu tür tavırlara pek takılmadı. Hep serinkanlı yaklaştı ve sinema macerasına devam etti. Sonraki yıllarda başrolde oynadığı, Evim Sensin, Su ve Ateş'i çekti. Geçen yıl kendisinin oynamadığı sadece yönettiği Sevimli Tehlike ile çıktı seyircinin karşısına. Dört filmin sonunda artık sinemacı olarak kabul görüyor mu derseniz, görüyor diyebilirim. Çünkü Deniz geçen çarşamba Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi'ne sinemacı kimliğiyle konuk oldu. Öğrencilerin karşısına çıkıp sinema macerasını anlattı. Naçizane söyleşinin moderatörlüğünü yapmak da bendenize düştü. Mithat Alam Film Merkezi'nden teklif gelince "Hay hay" dedim ve dersime çalışıp Özcan Deniz'le söyleşiye tutuştuk. Yaklaşık iki saat süren söyleşinin satırbaşlarını aktarıyorum. Söyleşinin tamamı ise ilerleyen zamanlarda merkez tarafından çıkarılacak kitapta yayımlanacak.
13 YAŞIMDA TİYATRO İLE BAŞLADI HER ŞEY: "Yoksul bir ailenin çocuğuydum. Dolayısıyla çalışmak zorundaydım. Bu durum haliyle okul hayatını sekteye uğratıyordu. Okulda bütün derslerim kötüyken sadece müsamere kolu iyi gidiyordu. Benim gibi tembel üç beş arkadaş müsamerelerde kendini gösterince şöyle düşündük: Madem bu alanda kendimizi gösteriyoruz hadi bir araya gelelim. Yaklaşık altı arkadaş, Aydın'da bir tiyatro grubu kurduk. Aydın'a gelen tiyatrocularla bire bir konuşup bu işlerin nasıl yapıldığını öğrenmeye çalıştık. Hiç unutmam Ercan Yazgan ile konuşmuştuk. Biz metinler yazıp oyunlar sahneliyorduk. Mesela Arabesk diye bir oyun yazdığımı hatırlıyorum. Dolayısıyla 13 yaşımda sahne, oyunculuk, hikaye anlatma gibi durumlarla tanışmış oldum. Oyunlarımız ilgi de görüyordu, bilet satıyor para kazanıyorduk. Sonra bir gün bir arkadaşımın düğününde beni sahneye çıkardılar, şarkı söyledim ve tomarla para verdiler. Ben de müzikte daha fazla para varmış deyip o alana yöneldim ve müzik alanında yol almak zorunda kaldım."
MEMDUH ÜN BENİ ÇAĞIRDIĞINDA YIL 1992'YDİ: "İlk albümümü yapmışım. Şöhret olmuşum ve Laf Lafı Açıyor programına çıkmışım. Programda 'Kendi kariyerini gelecekte nasıl görüyorsun?' diye bir soru geldi. Ben de programa şarkıcı olarak katılsam bile 'Sinemayı, oyunculuğu çok seviyorum, sinemacı olmak istiyorum' demişim. Ertesi gün şirkete geldim. Memduh Ün seni çağırıyor diye telefon geldi. Atladım, Yeşilçam'a, Ün'ün ofisine gittim. İçeri girdiğim an Memduh Ün 'Çık dışarı, tekrar gir. Ama bana kızgınsın, bu mekanı bilmiyorsun ve tedirginsin. Bu duyguları bana belli etmeden odaya gir, şuraya otur' dedi. Ben de dediğini yaptım. Oturur oturmaz Memduh Ün 'Tamam yarın settesin' dedi ve ertesi gün Yerçekimli Aşklar: Ona Sevdiğimi Söyle'nin setine çıkmış oldum. Sette bir röportaj verdim. Yıl 1992. Röportajda sesim içime kaçmış, oldukça gariban bir şekilde 'Türk sinemasını çok seviyorum bir faydam olsun diye geldim' demişim. Hâlâ gülerim bu cevabıma... Yani benim sinema maceram müzikte çok popüler bir insanın bu popülerliğin ekmeğini bir de sinemada yiyeyim diye başlamadı. Anlattığım gibi evveliyatı var. Bazı meslekleri siz seçersiniz ama sinemacılık sizi seçen bir meslektir. Benim hayatımda da bu meslek beni seçti diye düşünüyorum. Ben de beni seçtiği için teşekkür edip elimden geleni yapıyorum."
TÜRKÜCÜ ALGISINI KIRMAM ÇOK ZOR: "Şimdi insanlar bir eğitim alır eğitimden sonra iş yapmak için sahaya çıkar. Dolayısıyla sahaya yetişmiş, olmuş olarak iner. İnsanlar da sizin eğitim sırasındaki acemiliklerinizi bilmez. Benim şanssızlığım şu: Olmamış dönemlerim insanların gözünün önünde cereyan etti. Yani şöhret nedir bilmediğim, şarkı söylemek nedir bilmediğim, sinema nedir bilmediğim dönemlerim biliniyor. Tamam bunların hepsine karşı bir hevesim var ama bunların bir olgunlaşması, üzerinize oturması gerekiyor. Ben bir anda şöhret olunca bütün bunları insanların gözünün önünde yaşadım. Sonra bir gün artık ben yönetmenlik yapayım dediğiniz zaman insanların hafızasında o olmamış dönemime dair ezberleri nedeniyle bir beton duvarla karşılaştım. Onu kırmak, insanların aklında yeni bir kimlik yaratmak öyle çok kolay değil. O türkücü, o şarkıcı nidalarıyla hâlâ karşılaşıyorum. Mesela ben şu an astronot olarak Mars'a gitsem emin olun gazetelerde 'Türkücü astronot Mars'a gitti' diye yazarlar. Ya adam astronot niye türkücü yazıyoruz demezler. Ben sinemayı işin sahasında öğrendim. Deneyime ihtiyacım vardı. Allah'tan çok iyi yönetmenlerle çalıştım. Mesela Yavuz Turgul'un senaryo oluşturma, Çağan Irmak'ın reji, Ezel Akay'ın bir dünya kurma, atmosfer yaratma konusunda bende çok önemli etkisi vardır."
İYİ Kİ YOKSUL BAŞLADIM HAYATA: "Herkesin hayatında kayda değer çok ciddi hikayeler vardır. 13 yaşımda hayatın içine atılmış olmam, zorlu koşullarda kendi hikayemi kendimin oluşturma durumu, karşılaştığım insanlar, olaylar, genç yaşta yaşadığım deneyimler sonucu, hikaye dolu bir bünyeye dönüştüm. Bunun için film çekmek istediğim zaman da ilk başvurduğum yer kendi hikayelerim oluyor. Kendi hikayem derken, benim başımdan geçmesi gerekmiyor hikayenin, şahit olduklarım da olabiliyor. Bunun için derinliği olan insan hikayesi anlatmak bana kıymetli geliyor. Tabii yoksul bir aileden gelmek, aşağıdan yukarıya doğru çıkmak büyük bir zenginlik oluşturuyor insanda. Gerek ekonomik gerek psikolojik olsun tek başınasınız hayatta. Her şeyi kendiniz yapmalısınız. Bundan dolayı galiba bütün duygularım idmanlı ve reflekslerim dinç. İyi ki böyle olmuş!"
Vizontele şimdi çıksa 100 bin yapmayabilir
"Şimdiye kadar sinemada tökezledim. Ama zannedildiği gibi büyük kazançlar da elde etmedim. Türk seyircisinin eğilimi çok değişken. Ki seyircinin eğilimiyle ilgili elimizdeki veri de hep bir yıl öncesine dayanıyor, üç yıl önceki veri, eğilim çok da geçerli olamıyor. Mesela Babam ve Oğlum ya da Vizontele şimdi vizyona girsin 100 bin yapmayabilir. Dolayısıyla seyircinin hangi türe eğilim göstereceğini kestirmek güç. Bu da bizi, film dizayn ederken iki arada bir derede bırakıyor. Ama temelde üç aşağı beş yukarı ucuz komediye hep bir rağbet oluyor. (Tabii bunun altında katman katman birçok neden yatıyordur, onu bilemem.) Bir de drama. Ki zaten sinemamız komedi ve dram arasında sıkışıp kalmış gibi görünüyor. Aksiyon filmleri, politik filmler, polisiyeler pek rağbet görmüyor. Korku türünün bir seyircisi var ama iyisi yapılamıyor. Bu ne zaman çeşitlenir bilemiyorum. Sinemamızın çeşitlenmesini heyecanla ve sabırla bekliyorum."
Ah şu oyuncu egoları
"Bizim sektörde ciddi bir ego sorunu var. Özellikle oyuncu tarafında. Oyuncu kendini, yönetmene, projeye, yapımcıya teslim etmezse ondan bir şey çıkarmak çok zor. Türkiye'de bir dizi durumu var. Dizilerden oyuncular çok büyük paralar kazanıyor. Ben de kazandım. Bu paralar onlarda ekonomik rahatlık oluşturuyor. Gelecek kaygısı rafa kalkıyor. Zaten oyunculuk yapıyorum, setteyim, para kazanıyorum diye bir yayılma durumu söz konusu oluyor. Sonra siz, o oyuncuya, dizide kazandığı paranın onda bir fiyatına 'Şöyle şahane bir rol var oynar mısınız?' diyorsunuz. Oyuncu heveslenemiyor. Yazın iki ayı var, tatil yapacak. 'O tatil vaktimde çok ciddi bir karaktere dönüşmek için neden zaman harcayayım' diyor. Bunu hepsi içi söyleyemem. Ama böyle bir hava var. Ama bunun yanında bir açlığı olan ya da belli bir olgunluğa ulaşan oyuncular da var. Onları bulunca yapışıyorum, onlarla çalışıyorum"
Yeni filmimde Nurgül Yeşilçay ile çalışacağım
"Mayıs ayında sete çıkmayı düşünüyoruz. Nurgül Yeşilçay ile birlikte oynayacağız. Yine ben yöneteceğim. Romantik komedi diye yola çıktık. Ama daha farklı bir şey oldu. Psikolojik aşk filmiydi ama finale bir sahne koyduk drama da kaçtı. Neticede güzel bir aşk filmi olacağını düşünüyorum filmin."
Seyircinin bir ezberi var sizden o ezberi talep ediyor
"Hem sinema hem de TV seyircimiz sizi belli bir kimlikte, rolde ezberliyor ve bıkana kadar da sizden bunu talep ediyor. Açıkçası seyircimiz çok fazla değişikliğe açık değil. Diyor ki 'Ey Özcan Deniz, ey Kıvanç Tatlıtuğ, ey Kenan İmirzalıoğlu, ben seni belli ezberle kafama oturttum. Senin bu halinden bıkana kadar sakın başka hale bürünme.' Gün gelip bıkıyorlar ve "Başka bir şey yok mu?" diyorlar. Ama hali hazırda benden talep edilen güven veren, romantik adam rolleri. Elbet jönü oynamayacağım, kendimi 18 yaşındaki kıza beğendirmeye çalışamayacağım zamanlar gelecek, işte o zamana hazırlanıyorum. Ama açıkçası bunu beklemem de gerekmiyor. Yarın öyle bir proje çıkar ki, riske girer, çok farklı bir rolle insanların karşısına çıkabilirim. Bu, o projeye bağlı."
İnsanların aklında sinemacı olarak kalmayı istiyorum
"Sinema sektöründe, Özcan Deniz senaryo yazan, film yöneten, yapımcılık yapan bir adam şeklinde bir kabul var. Film çekeceğim duyulunca merak ediliyor. Bu da bana artık ciddiye alındığımı gösteriyor. Ama, halkın kafasında benimle ilgili birçok kimlik var. Şarkıcı, oyuncu, hikayeci, yönetmen. Bu gülle gibi algıyı parçalayıp birini kabul ettirmek zor. Belki 60 yaşıma gelince olur. Ama ben insanların aklında sinemacı olarak kalmayı istiyorum. Bu şarkıcılığımı küçüksüyorum anlamına gelmesin. Ama 60 yaşımda kendimi, Günay Restoran'da 'Haydi eller havaya' derken görmek istemiyorum. Bir film setinde '3, 2, 1, kayıt' derken görmek istiyorum."