Türkiye'nin en iyi haber sitesi
EMRE AKÖZ

Ağaç yaşken İngilizce öğrenir

Söyledim, anlattım, örnekler verdim, adeta yalvardım. Dilimde tüy bitti ama olmadı, beceremedim.
Konu: İngilizceyi öğrenme yaşı ve şekli... Ülkedeki eğitim sisteminin doğru dürüst İngilizce öğretemediğini biliyoruz. Bu yüzden imkanı olan aileler çocuklarına yabancı dadı tutuyor. Kimi aile çocukla İngilizce konuşuyor.
İyi eğitim veren okullarda okutmak için harcanan çabaya ve kamyon dolusu paraya değinmiyorum bile...
Halbuki bunun gayet pratik ve görece ucuz bir çözümü var: 10-12 yaşlarındayken çocuğu ABD'ye veya İngiltere'ye yaz kampına göndermek. (Burada en önemli şart kampta Türklerin olmaması...)
Geçenlerde uzun süredir görmediğim bir arkadaşımla karşılaştım. Washington'daymışlar. 10 yaşındaki oğlunu bir yaz okuluna yerleştirmiş.
Çocuk iyi bir okulda, ayrıca özel öğretmeni de var. Kampın bir yararı olur mu? "Üç günde telaffuzu değişti" dedi arkadaşım. Nasıl sevindim anlatamam. Nihayet kafamdaki programı gerçekleştiren birisini bulmuştum.
Bugüne kadar o yaşlarda çocukları olan tanıdıklara ne zaman "Gönderin" desem hep aynı cevabı alıyordum: "Çok küçük. Kıyamam..." Böyle diye diye çocukların yıllarını boşa harcadılar. Çocuklar büyüyor, dili layıkıyla kavrama yaşı geçiyor.
Arkadaşıma, "Aslında İngilizce işin sadece temeli... Çocuğun bir başka dil daha, mesela Çince öğrenmesi çok iyi olurdu. Ancak Amerika'ya gönderdiğiniz gibi gönül rahatlığıyla Çin'e gönderemezsiniz" diyecek oldum.
Konuyu çoktan enine boyuna araştırmış olan arkadaşım cevabı patlattı:
"Amerika'da, Çinlilerin kurduğu, Çince öğreten yaz okulları var. Seneye ona gönderebiliriz."
Not 1: 10-12 diyorum ama aslında o bile geç. Çocuk bir dili yedi yaşına kadar temellük ediyor (acquisition). Yedi yaşında sonra ise öğreniyor (learning). Yani yedi yaşına kadar iki dilli oluyor, yedi yaşından sonra bir dil daha biliyor.
Not 2: Bu vesileyle İspanya Kralı ve Kutsal Roma Kralı Beşinci Charles'i hatırlayalım. Şöyle demişti: "Tanrı ile İspanyolca, kadınlarla İtalyanca, erkeklerle Fransızca, atımla ise ... Almanca konuşurum."

***

İKNA ETMENİN DÖRT İLKESİ

1) İstemeden önce bir şey verin... Hesaplamışlar: Yemek sonunda müşteriye minik bir şeker sunan garsonun bahşişi yüzde 14 artmış. Bir şeker verip tam gidecekken, geri gelip bir tane daha vereninki ise yüzde 21 artmış.

2) Para her zaman işe yaramaz... Bir iş için para verirseniz, insanlar, "Bunu para için yapıyorum" deyip az çalışabilirler. Överseniz, takdir ederseniz, kutlarsanız "Zevk için yapıyorum" derler ve daha çok çalışırlar.

3) Başkalarına benzeme güdüsünden yararlanın. Bireyciliğe rağmen insanlar toplumsal normlara uyuyorlar. Otellerdeki gibi "Başkaları yapıyor, siz de yapabilirsiniz" mesajı verilebilir: "Misafirlerimizin yüzde 80'i bir havluyu en az iki gün kullanarak doğanının korunmasına yardımcı oluyor. Siz neden yapmayasınız?"

4) İkiyüzlülüğü kullanmak... İnsanlar ikiyüzlü ve çelişkili görünmek istemezler. Sağda solda çektikleri söylevlere uygun davranmalarını isteyebilirsiniz.

***

HER İŞİN BAŞI MATEMATİK
Galileo 400 yıl önce söylemişti: "Tabiatın dili matematiktir." Köprü yapmak için matematik bilmek gerekir. Tünel yapmak, gökdelen yapmak, yol yapmak için de...
Peki ya size, "Amacınız milyarder olmaksa, zekanız da yeterliyse, matematikle zengin olmayı başarabilirsiniz" desem.
Gelin size Jim Simons'u hikayesini anlatayım. Tam adıyla James Harris Simons 1938'te ABD Massachusetts'te doğar. Zeki bir çocuktur. Ünlü MIT'de matematik okur. Doktorasını California Üniversitesi'nden alır.
1960'larda yazdığı bir makale, önce dikkatleri çekmez ama sonraki yıllarda String Kuramcısı fizikçilerce kullanılacaktır.
Elektronik haberleşme alanında istihbarat toplayan NSA'de şifre kırıcı olanak çalışır. Üniversitelerde görev alır, ödüller kazanır.
Derken Simons 40'lı yaşlarında para kazanmaya karar verir ve 1982'de Renaissance Technologies adlı bir yatırım şirketi kurar.
Şimdi geldik olayın kritik noktasına: Simons şirketinde çalıştırmak üzere kimleri işe alır biliyor musunuz? Borsacıları? Hayır. İktisatçıları Pazarlamacıları? Yine bilemediniz.
Simons şirketinde fizikçileri, astronomları, istatistikçileri istihdam ediyor. Bu zeki uzmanların ortak noktası, matematiği bir probleme uygulamayı bilmeleriydi...
İşte böyle bir kadroyla yola çıkan şirket, bugün 18 milyar dolarlık bir değere sahip. Simons, Forbes'un "En Zengin 400 İnsan" listesinde 24'üncü sırada bulunuyor.
Matematik bilmeyene gelişmiş ülkelerde kız vermiyorlar.*


Jim Simons en zengin 24'üncü kişi.

***

KURTULUŞ TOPRAKSIZ TARIMDA
Son günlerde tufan şeklinde başımıza yağan yağmurlara bakarak suyumuzun bol olduğunu sanmayın.
Bugün Türkiye'de kişi başına bin beş yüz metreküp su düşüyor. 13 yıl sonra, 2030'ta bu rakam bin yüz metre küpe düştüğünde artık "su fakiri" sayılacağız Peki bu şartlarda ne yapmalı? Suyun azaldığı bir dünyada nüfusumuzu nasıl besleyeceğiz?
Korkmayın. Çözümü var: Frenklerin "hydroponics" dediği "topraksız tarım". Gizli bir bilgi değil bu. Türkiye'de bunu yapan çiftçiler bulunuyor.
Diyelim ki salata yetiştireceksiniz. Köklerini suya değdiriyorsunuz. Akvaryumdakine benzer bir cihazla suya oksijen veriyorsunuz. Bir de tepesine güneş ışığı etkisi yaratan floresanlardan koyuyorsunuz. Bitti.
Evet gerçekten bu kadar. Toprak kullanmadan, normal sulamanın 10'da biri 20'de biri kadar suyla gayet lezzetli salatalar elde ediyorsunuz.
Bir de kırsala çıkıp arazi kiralamanız gerekmiyor. Şehrin içindeki bir depoda veya apartmanın terasında bile yapabilirsiniz üretiminizi. Böylece sadece su değil, taşıma masrafı da çok azalır.
Not 1: Bir işim olmasa, pazarlamadan anlayan kafa dengi bir arkadaşla kent içinde topraksız tarım işine girerim.
Not 2: "Şarlo" karakteriyle şöhret kazanan aktör Charlie Chaplin'in "Yağmurda yürümeyi severim, böylece ağladığımı kimse görmez" dediğini biliyor musunuz?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA