Akşehir Neresidir?

Sultan dağlarının eteğinde, aynı adı taşıyan gölün 9 km. güneyinde deniz seviyesinden 1020 m. yüksekte bulunan Akşehir, ilk olarak milâttan önce III. yüzyılda Makedonyalı bir prens olan Philomelos tarafından Philomelion adı ile kuruldu. Roma imparatorluk döneminin başından itibaren Asia eyaletinin, İmparator Diocletianus'tan itibaren de Pisidia eyaletinin sınırları içinde yer aldı. Anadolu'nun Türkler tarafından fethi ile birlikte Anadolu Selçuklu Devleti idaresine girerek Akşehir adı ile anılmaya başlandı. Şehrin adı bazı kaynaklarda Akşar, Ahşar veya Ahşehir şeklinde geçmekte olup bu durum Akşehir adının mahallî telaffuzlara göre kaynaklara yansımış olmasından ileri gelmektedir.

Anadolu Selçuklu Devleti döneminde sultanlara yakın olanlara ve beylere temlik* veya has* olarak verilen Akşehir, bu devletin zayıflaması üzerine bölgede kurulan Türkmen beyliklerinin mücadelelerine sahne oldu. Bir ara Eşrefoğulları beyi Mübârizeddin Mehmed Bey tarafından beyliğinin sınırlarına katıldı. Daha sonra bölgeye Hamîdoğulları Beyliği'nin hâkim olmasıyla onların idaresine girdi. Bu beyliğin Karamanoğulları ile yaptığı mücadelelere de sahne olan Akşehir, 1381'de Hamîdoğulları beyi Kemâleddin Hüseyin Bey tarafından birkaç kasaba ile birlikte Osmanlılar'a satıldı. Şehir bundan sonra Anadolu'da uzun süre devam eden Osmanlı-Karaman nüfuz mücadelesinden büyük ölçüde etkilendi. Nihayet Fâtih Sultan Mehmed'in 1468'de Karamanoğulları Beyliği'ne son vermesinden sonra kesin olarak Osmanlı idaresine girdi.

1501 yılında şehir halkından birer hânenin Karaman ve Yalvaç'tan, iki hânenin Aksaray'dan, üç hânenin "Acem diyarı"ndan geldiği, XVI. yüzyıl ortalarında ise altı hânenin Konya'nın ova bölgesini kendisine yurt edinen Atçeken (Esb-keşân) oymaklarına mensup olduğu anlaşılmaktadır. Şehirdeki hıristiyan nüfus ise ayrı bir mahalle teşkil etmeyip Türkler'le aynı mahallelerde oturmaktaydı. Bunlardan Seydi Mahmud Hayran ve Ahî Yâdigâr Mescidi mahallelerinde oturan bir kısmı, Türkçe adlar taşımaktaydı. Aynı tarihte şehirde kırk, 1525'te kırk bir, XVI. yüzyıl ortalarında ise kırk iki mahalle vardı. Bunlardan Medrese, İmaret, Nakkaş Mescidi, Ahî Celâl Mescidi, Hacı Kuş Mescidi, Ahî Yâdigâr Mescidi ve Seydi Mahmud Hayran (Zâviyesi) vb. mahalleler birer sosyal müessese etrafında gelişmiştir.

Şehirde Osmanlı öncesinde de oldukça hareketli bir ticarî ve iktisadî hayat vardı. Bunda, ticarî ve sınaî fonksiyonu olan pek çok dükkânı ve işyerini elinde bulunduran vakıfların büyük rolü olmuştur. Şehrin bu gelişmesi, Osmanlı döneminde önemli bir ticaret yolu olan İstanbul-Bağdat yolu üzerinde bulunması sebebiyle daha da arttı. Nitekim 1525'te şehirde en az elli altı dükkân ve on sekiz han ile bir bozahâne, bir mumhâne ve on bir değirmen vardı. Bunun yanında ekonomik faaliyetin ağırlığını ziraî mahsuller teşkil etmekte idi. Civarda yetişen çeşitli meyveler yakındaki şehirlerle beraber İstanbul'a da gönderiliyordu. Akşehir gölünde de balıkçılık yapılıyordu.

Kanûnî dönemine kadar idarî statüsü hakkında açık bir bilgi bulunmayan Akşehir, 1525'ten itibaren Karaman eyaletine bağlı bir sancak oldu. Bu tarihte sancağa bağlı olarak merkez kazadan başka İshaklu, Çimenili, Ilgın, Belviran ve Aladağ kazaları bulunmaktaydı. Sancaklık statüsünü XVII ve XVIII. yüzyıllarda da korudu. Cuinet, XIX. yüzyılın ortalarından itibaren Konya'nın bir kazası haline gelen Akşehir'in Doğanhisar ve Cihanbeyli adıyla iki nahiyesinin bulunduğunu kaydeder.

Günümüzdeki Akşehir, Evliya Çelebi'nin bu şehir için yaptığı tasvirlere uygun bir şekilde, meyve bahçelerinin kuşattığı yeşillikler şeridi içinde yer alır. Afyon'u Konya'ya bağlayan işlek yol üzerinde özellikle ziraî ürünler bakımından canlı bir alım satım merkezidir. Sultan dağlarını 1700 m. yüksekliğindeki bir geçitle aşarak Göller yöresine giden yol, burada Afyon Konya yolundan ayrılır. Ayrıca Haydarpaşa Afyon Konya demiryolu üzerinde de istasyonu vardır. Şehrin nüfusu, 1927'de yapılan Cumhuriyet'in ilk sayımında 10.000'in altında idi. 1950'de 13.000, 1970'te 33.000 olan nüfus 1985'te 45.320'ye ulaştı.

Akşehir'de Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden kalma birçok tarihî eser vardır. 1525'te burada dört cami, kırk altı mescid, üç medrese, altı zâviye, yedi çeşme ve altı hamam bulunuyordu. Bu eserler arasında, XIII. yüzyılda Fahreddin Ali Sâhib Atâ tarafından bir külliye olarak inşa ettirilen Taşmedrese ve Mescidi, yine XIII. yüzyılda yaptırılan Altın Kalem Mescidi, aynı yüzyıla ait Seydi Mahmud Hayran Zâviyesi ve bugün Ulucami adıyla bilinen yine XIII. yüzyılda inşa edilmiş Sultan Alâeddin Minaresi Camii ile II. Bayezid'in oğluna ait Sultan Abdullah Zâviyesi ve XVI. yüzyıl başlarında yapılan İmaret (Hasan Paşa) Camii en önemlilerindendir. Ayrıca Nasreddin Hoca'nın türbesi de burada bulunmaktadır.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA