Fas ... Fas'ın eski başkenti...

Ülkenin kuzeyinde Orta Atlas platosundaki Sâyis ovasında ve Zelağ (Zelâġ) dağının eteklerindeki Sebû ırmağı havzasında kurulmuştur. Sebû'nun önemli kollarından Fas ırmağının sağ ve sol kıyısı boyunca yayılmış olan şehir bugün Fâsülbâdî (Eski Fas) ve Fâsülcedîde (Yeni Fas) diye iki kısma ayrılır. Coğrafî konumu itibariyle kuzey-güney ve doğu-batı yönlerinde devam eden iki tabii ana yolun kesiştiği noktada bulunan Fas ülkenin en önemli tarihî şehirlerinden biridir ve çeşitli dönemlerde devletin, bazan da nüfuz kazanmış birtakım idarelerin merkezi olmuştur. Şehrin kuruluşuyla ilgili bilgiler birbirinden farklıdır. Ebû Ubeyd el-Bekrî ve diğer bazı müelliflere göre Fas'ın Endülüs mahallesi (udve) II. İdrîs tarafından 192'de (808), Karaviyyîn mahallesi ise 193'te (809) kurulmuştur. Bazı müellifler de şehrin yarısını I. İdrîs'in ırmağın sağ kıyısına ve 172'de (789) Medînetü Fâs adıyla, diğer yarısını da bundan yirmi yıl sonra oğlu II. İdrîs'in ırmağın sol kıyısına ve Aliyye adıyla kurduğunu ileri sürmektedirler. Şehrin neden Fas ismiyle anıldığı tam olarak bilinmemektedir; Ravżü'l-ḳırṭâs müellifi bazı rivayetler zikretmekteyse de bunların tamamında efsanevî bir hava vardır.

Fas tarih boyunca çeşitli alanlarda büyük bir gelişme göstermiştir ve bunun sebebi mevkiinin çok sulak olmasıdır. Toprağı verimli hale getiren, yüzlerce değirmeni çalıştıran ve halka hiçbir zaman sıkıntı çektirmeyen suyun kaynağı Cevâhir vadisi de denilen Fas vadisinden akan ırmaktır. İdrîsîler zamanında (789-926) döşenen ve XX. yüzyıla gelinceye kadar fevkalâde randımanlı hizmet gören su şebekesiyle ilgili olarak 1127 (1715) tarihinde kaleme alınan bir belge (Abdülkādir Zimâme, sy. 31, s. 143-150), suyun şehre dağıtımı hakkında çok ince ayrıntılar vermektedir. Fas ırmağı ve birleştiği Sebû Ortaçağ'da iktisadî canlılığa ve Fas'ın diğer şehirlerle, hatta dış ülkelerle mübadeleye dayalı ticarî faaliyetlerini geliştirmesine de yardımcı olmuştur.

Fas şehrinde kuruluşundan beri Araplar'la Berberîler birlikte yaşamaktadır. Araplar'ın bir kısmı İfrîkıye'den (Tunus), Endülüs'ten ve hatta Irak'tan gelmişlerdir. I. Hakem devrinde (796-822) Kurtuba'da (Cordoba) ortaya çıkan Rabaz ayaklanmasının arkasından binlerce Arap buraya göç etmiş ve sonradan Endülüs mahallesi denilen kesime, Kayrevan'dan gelenler de Karaviyyîn mahallesi adını alan kesime yerleştirilmiştir. Bunlar arasında zaman zaman çatışmalara varan geçimsizlikler meydana gelmiştir. 312 (924) yılında Mûsâ b. Ebü'l-Âfiye ez-Zenâtî tarafından işgal edilen Fas İdrîsîler'in idaresinden çıktı ve ertesi yıl Fâtımîler'e bağlandı. 322'de (934) Endülüs Emevîleri'nin nüfuz alanına giren şehir, daha sonra Cevher es-Sıkıllî ve Zîrî b. Menâd es-Sanhâcî vasıtasıyla yeniden Fâtımîler'in eline geçti (349/960). Ancak Fâtımî yönetimi çok sürmedi ve 973'te Emevîler tekrar duruma hâkim oldular. Emevî-Fâtımî rekabetini Emevî-Zenâte rekabeti takip etti. Önceleri Büyük Zenâte kabilesinden Zîrî b. Atıyye el-Mağrâvî'ye bağlı kalan şehir onun ardından Mağrâve, Benî İfren ve Miknâse kabileleri arasında hâkimiyet mücadelesine sahne oldu. Sonraları Miknâse kabilesi çekişmeden vazgeçtiği halde diğer ikisi Fas'ın Murâbıt hâkimiyeti altına girdiği tarihe kadar (462/1070) mücadeleye devam etti. Zenâteler Fas'ın iktisadî ve stratejik konumunu daha iyi değerlendirdiler; zira mevkii itibariyle onların Doğu Mağrib (Fas) boyunca Sicilmâse'ye kadar yayılmalarına imkân veriyordu. Fas'ın Murâbıtlar'ın eline geçtiği dönemde yaşayan Ebû Ubeyd el-Bekrî (ö. 487/1094) burayı yahudi iskânın yoğun olduğu, 300'den fazla değirmenin ve yirmiden fazla hamamın bulunduğu bir şehir olarak tanıtır. Yahudilerin faaliyetlerine de temas eden Bekrî onların buradan diğer ülkelere gidip geldiklerini yazmakta ve o dönemin Fas'ında oynadıkları ekonomik rolü vurgulamaktadır.

Merakeş'in başşehir olmasından sonra Fas'ın siyasî yönden gerilediği, buna karşılık iktisadî ve içtimaî hayattaki rolünün artarak devam ettiği görülmektedir; özellikle meşhur coğrafyacı İdrîsî'nin (ö. 560/1165) vermiş olduğu bilgiler bu doğrultudadır. XI. yüzyılda Kurtuba ve Kayrevan'dan gelerek buraya yerleşen gruplar şehirdeki kültürlü ve meslek sahibi nüfusun artmasını sağlamıştır. Fas 541 (1146) yılında Muvahhidler'in hâkimiyetine geçti ve yaklaşık bir asır devam eden bu dönemde önemli bir medeniyet seviyesine ulaştı. Abdülvâhid el-Merrâküşî Fas'ın bu dönemdeki durumunu anlatırken halkının son derece zeki, medenî ve zarif, dillerinin ise bölgenin en fasih dili olduğunu söyler; buranın verimliliğinden bahsettikten sonra da Murâbıtlar'ın Masmûde kabilesini kontrol edebilmek için Fas'ın yerine Merakeş'i başşehir yaptıklarını anlatır. XII. yüzyılın ilk yarısındaki Fas hakkında geniş bilgi veren İdrîsî, şehrin önemli bir ırmakla birbirinden ayrılmış iki kısımdan meydana geldiğini ve Karaviyyîn kısmında Endülüs kısmına göre daha bol su bulunduğunu, görkemli bir mimariye sahip şehrin son derece temiz göründüğünü, çevrede bulunan çok sayıda değirmenin, saray ve evlerde devamlı akan çeşmelerin dikkat çektiğini, topraklarının çok mümbit, havasının temiz ve halkının müreffeh olduğunu belirtmektedir (Ṣıfatü'l-Maġrib, s. 86-87).

648'den (1250) itibaren Merînîler'in idaresine geçen Fas tekrar başşehir olarak seçildi. Burası yerli halka, göçmenlere ve askerî unsurlara dar gelmeye başlayınca Ebû Yûsuf Ya'kūb yakında başka bir şehrin kurulmasını emretti (674/1275). Önceleri Medînetülbeyzâ, daha sonra Fâsülcedîde adı verilen bu yeni şehirde saltanat sarayı, şehzadelere ait köşkler, göz kamaştırıcı binalar, sultanın atlarına mahsus ahırlarla muhafız birliği için kışlalar, cami, darphâne ve bir su kemeri inşa edildi. Yahudilere de özel bir mahalle ayrılmış, ancak binaların o dönemde tamamlanamaması sebebiyle bunların büyük bir kısmının yeni evlerine taşınması XV. yüzyılın başlarına kadar gecikmiştir. XIV. yüzyıldan itibaren Endülüs'ten gelen sermaye ve meslek sahibi yahudiler Fas'taki ticarî hayatta çok önemli rol oynadılar; hatta sarayın siyaseti üzerinde de etkili olmaya başlayarak bir zaman sonra bazı vezirlikler ve önemli mevkiler elde edip mutlak nüfuzlarıyla Merînîler'in idareden uzaklaştırılmasına yol açtılar. Tarihinin en parlak günlerini Merînî idaresinde yaşayan Fas'ta muhtelif sanat dalları ortaya çıktı, özellikle Endülüs tarzı mimari ve süsleme sanatı yayılmaya başladı. Bütün Mağrib'i etkisi altına alan bu tarz, bazı değişikliklerle birlikte orijinal çizgisini koruyarak günümüze kadar gelmiştir. Bu dönemde ilmî faaliyetlerde de büyük gelişme olmuş, çok sayıda medrese inşa edilerek Mâlikî fıkhı yaygınlaştırılmıştır. Karaviyyîn Camii vakıflar sayesinde büyük bir ilim merkezi haline geldi; burada özel kitapları ve dersleri olan ilmî kürsüler kuruldu.

XVI. yüzyılın ortalarında Fas sembolik olarak Osmanlı Devleti'ne bağlı kalan Vattâsîler'in hâkimiyetindeydi. Bu dönemde (1471-1549) şehir sosyal açıdan tam anlamıyla çökmüştür; hastahane ve hanların sayısının azaldığı, Endülüs'teki son İslâm devletinin yıkılışı ve Portekizliler'le İspanyollar'ın Mağrib sahillerini ele geçirmeleri üzerine fikrî hayatın da gerilediği görülür. İktidar Sa'dîler'in eline geçtikten sonra (1549) Masmûdeler'e yakınlığı sebebiyle Merakeş merkez olarak seçilmişse de Fas'a özellikle iktisadî bakımdan büyük önem verilmiştir. Fakat Ahmed el-Mansûr'un ölümüyle (1012/1603) Fas'a hâkimiyet konusunda oğulları arasında kanlı mücadeleler patlak verdi. Altmış yıl devam eden ve Fas tarihinin en karanlık devrini teşkil eden bu karışık dönem sonunda şehir mahallî bir ailenin eline geçti. Ardından Filâlîler'den Mevlây Reşîd el-Alevî burayı istilâ ederek karışıklıklara son verdi (1667) ve bir restorasyon dönemi başlattı. Yerine geçen kardeşi Mevlây İsmâil'in uzun iktidarı sırasında (1672-1727) idare merkezinin Miknâs'a taşınması ve bazı karışıklıklar yüzünden şehir geriledi. Onun ölümü üzerine çocuklarının birbirleriyle mücadeleye girmeleri otuz yıl sürecek yeni bir anarşi dönemini başlattı ve bu kargaşa ancak 1757'de III. Muhammed'in tahta çıkmasıyla sona erdi.

XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Fas ekonomik açıdan yavaş yavaş dünyaya açılmaya başladı. Avrupalı ve Amerikalı pek çok tüccar buraya gelerek yerleşti; ayrıca Sultan Mevlây I. Hasan (1873-1895) bazı sanayi tesisleri kurdu ve imar faaliyetinde bulundu. XX. yüzyılın başında şehir yeni bir döneme girdi. 1907'de bazı karışıklıklar çıktı ve Mevlây Abdülazîz'in 1908'de iktidardan düşmesinde Fas halkı aktif rol oynadı. Yeni sultan Mevlây Abdülhafîz'in ağır vergiler koymasına sert tepki gösterilmesi ve Şubat 1911'de isyan çıkması üzerine zor durumda kalan sultan Fransa'dan yardım istedi. Gönderilen General Moinier kumandasındaki ordu şiddetli çarpışmalardan sonra Fas'a girdi ve duruma hâkim oldu (21 Mayıs 1911); bu bir Avrupa ordusunun Fas halkı ile ilk teması idi. Fâsülcedîde'nin güneyine yerleşen Fransız askerleri, 30 Mart 1912 tarihinde Fransa ile Fas arasında bir himaye (protektora) antlaşmasının imzalanmasında etkin rol oynamışlardır. Himaye yönetiminin başlaması üzerine Fas'taki askerî birliklerle Berberî kabileleri ayaklandılarsa da şehri Fransız hâkimiyetinden kurtaramadılar.

Bağımsızlığın elde edilmesinden sonra Fas vilâyetinin merkezi olan ve bugün ülkenin üçüncü büyük şehrini teşkil eden Fas, zenginlerin ve çalışan kesimin çoğunun Dârülbeyzâ'ya göç etmesi sebebiyle ekonomik yönden geriledi. Aynı zamanda Mağrib'in her tarafında açılan üniversite ve enstitüler buranın ilmî merkez olma özelliğini de gölgeledi; bilhassa bunu eski Karaviyyîn Üniversitesi'nin modern bir hal alması çok etkiledi.

Fas şehrinde kurulduğu İdrîsîler döneminden itibaren cami, medrese, han ve hamam gibi birçok tarihî eser inşa edilmiştir. İdrîsîler'in yaptırdığı ilk binalar Câmiü'l-eşyâh (192/808), Câmiü'ş-şürefâ (Câmiü'l-eşrâf, 193/809), Câmiu Fâtıma (242/857) ve Câmiu Endelüs'tür (245/859-60). Câmiu Fâtıma'nın adı Zenâteler tarafından Karaviyyîn olarak değiştirildi ve Câmiu Endelüs ile birlikte genişletilerek her ikisi de bulundukları mahallelerin en büyük iki camisi haline getirildi. Karaviyyîn Camii bugünkü şekline Murâbıtlar'dan Ali b. Yûsuf b. Tâşfîn zamanında kavuştu. Muvahhidler şehrin etrafını kuşatan bir sur inşa ettiler. Bu surun Bâbü Mahrûk ve Bâbü Cîse, daha sonra Merînîler'in Fâsülcedîde kesiminde yaptırdıkları surun da Bâbüssemmârîn, Bâbüddekâkîn ve Bâbülmahzen adlarını taşıyan kapıları günümüze kadar gelmiştir. Şehirde Merînîler döneminde inşa edilen camilerin en önemlileri Hamrâ, Lellâ Zehr ve Lellâ Garîbe, medreselerin en önemlileri ise Saffârîn, Attârîn, Bû İnâniyye, Misbâhiyye ve Sihrîc'dir. Sa'dîler'den de bugüne iki burç ulaşmıştır. Filâlîler'le birlikte yeni mimari eserler ortaya çıktı; çok sayıda cami ve medrese yapılırken eskileri de onarıldı. Yeni yapılan camilerin başlıcaları Bâbü Cîse, Resîf, Siyâc ve Mevlây Abdullah, medreselerin en önemlisi de Şerrâtîn'dir; bu dönemde birçok türbe de inşa edilmiştir. Fas bugün UNESCO tarafından milletlerarası tarihî şehir statüsüne alınmış durumdadır.

Fas dericilik, bakırcılık, dökmecilik gibi el sanatlarını yaşatmış, özellikle adını ülkenin Batı dillerindeki karşılığından (Maroc) alan maroken (kırmızı keçi derisi) ve yine adını Fas'ın Batı dillerindeki telaffuzundan (Fès, Fez) alan fes yapımında dünyaca ün kazanmıştır. Bugün dokumacılık, mutfak eşyası, süt ürünleri ve maden suyu şişelemesi gibi modern iş kolları ve sanayi dallarına da sahiptir. Ağaç ve alçı üzerine oymacılık ve bina süsleme sanatlarında ise eskiden olduğu gibi liderliğini sürdürmektedir. Şehrin 1926'da 81.172, 1952'de 179.400 ve 1982'de 448.823 olan nüfusu 1987 yılında 631.000 idi.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA