Kazakistan hakkında...

Kuzeyden Rusya Federasyonu, doğudan Çin Halk Cumhuriyeti, güneyden Özbekistan ve Kırgızistan cumhuriyetleri, batıdan Hazar denizi ve güneybatıdan Türkmenistan Cumhuriyeti ile çevrilmiştir. Yüzölçümü 2.724.900 km2, nüfusu 16.700.000 (2001 tahmini) ve başşehri 1998 yılından itibaren Astana'dır (1999 tah. 313.000). Diğer önemli şehirleri eski başşehir Almatı (Alma Ata) (1999 tah. 1.129.000), Çimkent (1999 tah. 360.100), Tarâz (330.100), Karaganda (437.000) ve Öskemen'dir (311.000).

I. FİZİKÎ ve BEŞERÎ COĞRAFYA
Doğu ve güneydoğudaki dağlık alanlar bir tarafa bırakılacak olursa Kazakistan'ın büyük kısmı ovalar ve dalgalı platolardan meydana gelir. Ülkenin güneydoğu kesimine Tien Şan (Tianjin) dağlarının, doğu kesimine de Altay ve Tanrı dağlarının uçları sokulmuştur. Kazakistan'da bâriz bir kara iklimi hüküm sürer; kış ve yaz mevsimleri arasındaki ısı farkı büyüktür. Yağışlar fazla değildir ve kuzeyden güneye doğru azalır. Ortalama yıllık yağış miktarı 300 ile 200 mm. arasında değişir; toprakların onda dokuzu 300 milimetrenin altında yağış alır. Akarsular bakımından zengin bir ülke olan Kazakistan'ın büyük nehirlerinden İrtiş, İşim ve Tobol Kuzey Buz denizine, Ural ile Emba Hazar denizine ve Siriderya Aral, İli Balkaş göllerine dökülür; küçük akarsuların büyük bir kısmı ise çöllerde kaybolur. Kazakistan'da genellikle bozkırlar hâkimdir ve görünüm kuzeyden güneye doğru gittikçe yarı çöl manzarası alır. Akarsu boyları çok defa çalılıklarla kaplıdır; bunlar yer yer büyükçe adalar halinde ağaçlıklara, yüksek tepelerin yamaçlarında ise sık ormanlara dönüşür. Ülkenin güney tarafları Orta Asya'nın çöl sahasını teşkil eder. Siriderya gibi büyük nehirlerin vadilerinde bazan sık ağaçlık ve çalılıklara rastlanır. Genelde ormanlar azdır ve daha çok yüksek yerlerde çam ağaçlarından oluşur.

1997 yılı sayımlarına göre nüfusun % 40'ını Ruslar, % 38'ini Kazaklar, % 6,1'ini Ukraynalılar, % 2,1'ini Tatarlar ve geriye kalanını da Beyaz Ruslar, Koreliler, Almanlar ve Özbekler teşkil etmekte idi. Kazaklar'ın kendi vatanlarında azınlıkta kalmalarının en büyük sebebi bölgenin Çarlık Rusyası'nca sömürgeleştirilmesinden sonra buraya yönelen göçlerdi. Ancak Rusların ve diğer unsurların kendi memleketlerine dönmeleri üzerine Kazak nüfus oranı % 56,6 olmuştur. Kazaklar'ın büyük çoğunluğu kırsal alanda yaşamaktadır; buna karşılık Ruslar genellikle şehirlerde toplanmıştır. Dinî dağılım bakımından nüfusun % 47'sini müslüman, % 44'ünü Rus Ortodoksu, % 2'sini Protestan ve % 7'sini diğer din mensupları oluşturmaktadır. Okuma yazma oranı % 98'lere ulaşmıştır.

Bir tarım ve hayvancılık ülkesi olarak bilinen Kazakistan'ın kuzeyindeki bozkırlarla güneyindeki yaylalar hayvancılık için en elverişli yerlerdir. Özellikle sulu tarım giderek gelişmekte (pamuk ve pirinç üretimi), halkın ihtiyacını karşılayacak derecede meyvecilik de yapılmaktadır. Ulaşımda Ruslar'dan kalan demiryollarının yanı sıra kara ve su yollarından faydalanılır; son yıllarda faaliyete geçen hava yolları da önem taşımaktadır. Kazakistan ekonomisinde tarım ve hayvancılık kadar olmamakla birlikte sanayi sektörü de söz sahibidir. Karaganda'da makine ve tekstil, Balkaş çevresinde bakır döküm ve demir çelik, çeşitli kesimlerde de gıda maddeleri endüstrileri gelişmiş durumdadır. Ülke toprakları yer altı servetleri bakımından zengindir. Karaganda bölgesinde kömür, Ural-Emba havzasında petrol çıkarılmaktadır. Ülkenin çeşitli yerlerinde bakır, kurşun, çinko, demir, manganez, kalay, nikel, volfram, molibden, antimuan, arsenik, boksit gibi madenler bulunmakta ve bunların önemli bir kısmı işletilmektedir; ayrıca göllerden tuz üretimi de önemlidir.

II. TARİH
Bugünkü Kazakistan sınırları içinde kalan topraklar tarih boyunca çeşitli kabile ve kavimlerin geçit yerini teşkil eder. Bu coğrafî sahanın Kazak denilen bir Türk kavminin adıyla anılmaya başlanması Selçuklu hâkimiyeti sonrasındaki gelişmelerle yakından ilgilidir. XI. yüzyıldan itibaren Türkler'in önemli bir kısmının Selçuklular önderliğinde batıya doğru yayılmasından sonra Orta Asya'da kalanlar istiklâllerini uzun süre devam ettirememişlerse de bunu takip eden ve yaklaşık bir buçuk asır süren Moğol hâkimiyeti devrinde kültürlerini ve varlıklarını koruyabilmişlerdi. Ardından Timur'un kurduğu devletin etrafında birleşmişler, ancak onun ölümü üzerine meydana gelen siyasî istikrarsızlık sebebiyle dağılmışlardı. Bunlardan bir kısmı Timur'un oğullarının yanında toplanırken bir kısmı da Fergana vadisiyle kuzeyinde başı boş bir hayat sürmeye başladı. Bu ikinci Türk grubu Ebülhayr (1428-1468) tarafından teşkilâtlandırılarak bir araya getirildi ve yeni bir Türk devleti kuruldu. Ancak bağımsız bir devletin kurulmasını kabul etmeyen Moğollar'ın bu yeni devlete karşı başlattıkları saldırılar önlenemeyince halkını koruyamayan hükümdarı hükümdar kabul etmediğini bildiren bir kısım halk ayrılıp kuzeye doğru çekildi. Kazak adıyla anılmaya başlayan bu grup, Kazakistan ismi verilen İdil-Altaylar arasındaki bölgede hür olarak uzun zaman varlığını devam ettirdi. Daha önce burada yaşamış Türk, Sibir ve Moğol asıllı kavimlerin kalıntılarıyla zaman içinde karıştı. Böylece bugünkü Kazak halkı ortaya çıktı. Kazakistan'da yapılan kazılarda bu fikri destekleyici nitelikte daha önce yaşamış olan İskitler, Hunlar ve diğer Türk kavimlerine ait kültür kalıntıları elde edilmiştir.

Kazaklar'ın geniş bozkırlarda başlattığı yeni hayat çok geçmeden merkezî bir yönetim ihtiyacını ortaya çıkardı. Nitekim önceleri "ulu cüz, orta cüz" ve "küçük cüz" adları altında "cüz" veya "orda" denilen üç merkezli idare sistemini deneyen Kazaklar daha sonra tek otorite etrafında toplanmak zaruretini hissettiler. Bu arada bazı küçük Moğol kabilelerinin kendilerine katılmasıyla sayıları 1 milyonu aştı. Burunduk Han (1480-1511) önderliğinde ilk merkezî idare kurma teşebbüsleri başarılı olmadıysa da Kasım (Kâzım ?) Han zamanında (1503-1523) birliği sağladılar. Kasım Han'ın yerine geçen oğlu Tâhir Han döneminde (1523-1533) merkezî idare bozularak halk cüz veya ordaların etrafında toplandı. Böylece ülke ve halk yeniden üç gruba ayrıldı. Bir müddet sonra Kasım Han'ın küçük oğlu Hak Nazar (1538-1581), Kazaklar'ı tekrar bir araya toplamayı ve merkezî otorite altına almayı başardı. Hak Nazar güneye, Türkistan bölgesine yönelerek Taşkent'i işgal edip Özbekler'e karşı üstünlük sağladı. Ondan sonra başa geçen Tevekkel Han zamanında da (1583-1598) bu siyaset devam ettirildi. Tevekkel Han Taşkent, Yesi ve Semerkant'ı ele geçirerek Kazakistan'ın sınırlarını Mâverâünnehir topraklarına kadar genişletti. Fakat 1598'deki son seferinde Buhara'da birliği yeniden sağlayan II. Abdullah Han (1557-1599) tarafından mağlûp edildi.

Tevekkel Han güneyde Buhara ile savaşırken yeğeni Oras Muhammed Han, Ruslar'a karşı Batı Sibirya'da yaptığı mücadeleyi kaybetti ve esir düştü. Ruslar, Oras Muhammed'in serbest bırakmasına karşılık Tevekkel Han'ı Sibirya müslümanlarının istiklâlini savunan Küçüm Han'a karşı savaşa zorladılar. Bu savaşta hem Tevekkel Han hem de Küçüm Han büyük zayiat verdi. Tevekkel Han'ın ardından Kazaklar'ın hükümdarı olan İşim Han ile (1598-1628) Tavke Han (1680-1718) zamanında Kazaklar büyük tehditlerle karşı karşıya kaldılar. Bir yandan Moğol asıllı Oyratlar, Kalmuklar ve Jungarlar ile, öte yandan Ruslar'la çetin mücadelelere girdiler. "Jeti jargı" (yedi yargı - yedi prensip) denilen Türk töresini yazılı hale getiren Tavke Han birleşik Kazak halkının son hükümdarı oldu.

Moğol kabileleri arasında devam eden mücadelenin sona ermesi üzerine Altan Han idaresindeki Oyratlar, XVI. yüzyılın ikinci yarısında 40.000 ailelik bir kuvvetle Doğu Kazakistan'a hücum ettiler. Bu hücum Hak Nazar Han tarafından püskürtüldüyse de Oyratlar, yeni liderleri Khu Urluk zamanında kalabalık bir Kalmuk kabilesiyle birleşerek yeniden saldırdılar ve Kazak bozkırlarını yağmaladılar. Mangışlak bölgesinde oturan Türkmen boylarını da yerlerinden eden Kalmuk istilâsı Batı Kazakistan'a kadar uzandı ve Kalmuklar, Ural nehriyle Volga nehirleri arasında bir devlet kurdular. Kalmuk saldırılarından zayıf düşen Kazaklar arasında liderleri Bolat Han'ın da ölümüyle kopmalar başladı ve üç orda ayrı hanlıklar durumuna geldi.

Bu sırada Oyratlar'ın Moğolistan'da kalan kısmı ile birleşen Jungarlar, Khungtayji Batur önderliğinde bütün Doğu Türkistan'ı ve Taşkent'i işgal ederek Çin içlerine kadar uzanan bir devlet kurdular. Fakat Çin'e hâkim olan Mançu idaresinin direnişi üzerine bu defa batıya yani Kazakistan'a doğru ilerlediler. Kazaklar bu yeni tehlikeye karşı başlangıçta başarıyla mücadele ettilerse de Jungarlar önce büyük cüzü ve ardından orta cüzü hâkimiyetleri altına aldılar. Küçük cüzün başında bulunan Ebülhayr Han Ruslar'dan yardım istedi. Bunun üzerine yıllardır bölgedeki zengin kaynaklara sahip olmak ve ticaret sahalarına ulaşmak isteyen Ruslar, Başkırt mirzalarından Kutlu Muhammed Tevkelev'i (Aleksey İvanoviç) fevkalâde elçi olarak Kazaklar nezdine gönderdiler. Tevkelev küçük cüzde Ebülhayr, sultan ve beylerden Rusya'ya sadakat yemini alacak, bu sadakate uyulmasını sağlamak üzere hükümdarın yakınlarından birinin Rus başşehrine rehine olarak gönderilmesini temin edecekti. Nitekim Ebülhayr'ın Tevkelev ile yaptığı görüşme sonunda 10 Ekim 1731'de toplanan Han Şûrası'nda Rus himayesi yerine Rusya ile barış içinde yaşanması kararı alındı. Ancak Tevkelev'in Rus tâbiiyetinin kabul edilmemesi halinde Rusya'ya bağlı Kalmuk, Başkırt, Kossak ve Sibiryalılar'ın hücum edeceğine dair tehdidi Bökenbay Batur, Eset Batur ve Hudaynazar adındaki bazı liderlerin sadakat sözü vermelerine yol açtı. Ayrıca herhangi bir saldırıya karşı Or ile Ural nehirlerinin en çok yaklaştığı noktada bir askerî kale inşasına izin verildi.

Tevkelev'in elde ettiği bu sonuç Rusya tarafından memnuniyetle karşılandı ve Or ile Ural nehirleri arasında Orenburg Kalesi'nin yapımına başlandı. Bir yıl içinde tamamlanan kale (1735) amaç dışı kullanıldı ve özellikle Rusya'nın Başkırtlar ülkesini işgalinde önemli rol oynadı. Bu sebeple Başkırt ileri gelenleri Kazak cüzlerine elçi göndererek Ruslar'a topraklarında üs vermemelerini istediler. Ebülhayr Han, Orenburg Kalesi'nin Başkırtlar'a karşı kullanılmasını önlemek için birlikte hareket etmek üzere orta cüz hanına çağrıda bulundu. Ancak çağrı reddedilince kendisi tek başına Ruslar'a karşı savaşmaktan çekinerek onlarla Başkırtlar'ın aralarını bulmaya çalıştı, fakat bunda da başarılı olamadı.

Ebülhayr'ın rakipleri tarafından 1748'de öldürülmesinin ardından yerine bir zamanlar Ruslar'a rehin bıraktığı büyük oğlu Nur Ali getirildi (1748-1775). Ruslar, 1760'ta çıkarılan bir fermanla küçük cüz Kazaklar'ının en verimli otlak yeri olan Ural nehri kıyılarını yasak bölge ilân ettiler. Bu durum onların Ruslar'a karşı düşmanlığını açık hale getirdi. Nitekim halkının çıkarlarını korumaya çalışan Don Kossakları'nın lideri Emelyan İvanoviç Pugaçev'in 1773'te başlattığı isyan başta Kazaklar olmak üzere Başkırtlar ve Kalmuklar'ca da desteklendi. Ancak isyan bastırıldı ve küçük cüz yavaş yavaş Rus hâkimiyetine girdi.

Bu sırada Irgız ve Turgay nehirlerinden Siriderya'ya, Altay ile Targabatay dağlarından Balkaş gölüne kadar uzanan toprakları içine alan orta cüz Kalmuklar ve Ruslar tarafından tehdit edilmekteydi. Bir denge olması düşüncesiyle Çinliler'e yaklaşan orta cüz hanı Abılay'ın bu siyaseti bir müddet bütün ordaları rahatlattı ve herkeste birlik ümidini canlandırdı. Ancak Çinliler'in bir süre sonra Abılay Han'ın kendilerine tâbi olmasını istemeleri aranın açılmasına sebep oldu. Abılay Han, kendilerini orta cüzü işgal etmekle tehdit eden Çinliler'e karşı 1739'da Ruslar'dan yardım istedi. Fakat Ruslar'ın küçük cüzde olduğu gibi orta cüz Kazaklar'ını da Rus idaresine sokmaya kalkışması ve Kazak topraklarında bazı askerî kalelerin inşasını talep etmesi Abılay Han'ı yeniden müttefik değiştirmeye sevketti. Bu sırada daha olumlu bir tavır içine giren Çin'le Kazak-Çin ittifakı kuruldu. Orta Asya'daki hâkimiyetlerine önemli bir darbe sayılan bu ittifak üzerine Ruslar, Kazaklar'a karşı yumuşak bir siyaset izleyerek Abılay Han'ın dostluğunu kazanmaya çalıştılar. Bundan faydalanan Abılay Han Sayram, Çimkent ve Suzak gibi kültür merkezlerini yönetimi altına aldı. Siriderya'dan İli ve Çu vadilerine kadar uzanan geniş sahada huzur ve asayiş sağlandı.

Bu huzur dönemi Abılay Han'ın 1781'de vefatıyla sona erdi. Yerine geçen oğlu Abdullah Han zamanında Ruslar orta cüze baskıya başladılar. Abdullah Han, babası gibi Çin tarafına meylederek Rus baskısını önlemeye çalıştıysa da bunda başarılı olamadı ve 20 Nisan 1782'de bir seyahat esnasında Ruslar tarafından esir alındı. Bunun üzerine orta cüz hanı olan Veli Han Ruslar'a karşı açıkça mücadele başlattı. Buhara Emirliği ve Çin ile dostane ilişkiler kurarak güney ve güneydoğu sınırlarını emniyete aldı. Ruslar ise bir yandan askerî tedbirlere başvururken öte yandan Kıpçak, Argın, Nayman, Kerey, Vak ve Kongırat gibi Kazak boyları arasında karışıklık çıkarmak için harekete geçtiler. Nihayet Argın boyu sultanı Bökey, 1812'de hanlığını ilân ederek orta cüz Kazaklar'ını iki hanlı bir duruma düşürdü. İki hanın birbiriyle mücadelesi Kazaklar'a büyük zarar verdi. 1817'de Bökey Han'ın, 1819'da Veli Han'ın ölümü Kazaklar'ı bu sıkıntıdan kurtardıysa da başa dirayetli bir hanın gelmeyişi, Ruslar'ın Balkaş gölüne kadar Kazak topraklarını işgaline sebep oldu. Ruslar, Kazaklar'ın birleşmesine engel olmak için her Kazak boyunun sultanını o boyun hanı olarak tanıdılar. Bu durum Kazak boylarını birbiriyle mücadeleye sevketti. Sonunda Ruslar bütün orta cüz Kazak topraklarını ellerine geçirdiler.

Almatı, Evliyaata, Çimkent, Talas, Yedisu bölgelerini kapsayan ve on bir Kazak boyunu içine alan büyük cüz, Moğolistan sınırına yakın olması dolayısıyla Moğol kabilelerinden Kalmuklar'ın hücumuna uğramış ve 1723'te Kalmuklar'a boyun eğmişti. 1750 başlarına kadar Kalmuk hâkimiyetinde kalan Kazaklar bu defa Çinliler'in saldırısıyla karşılaştılar ve topraklarının doğu kesimini Çinliler'e bıraktılar. Ülkenin diğer kısmındaki Kazaklar ise düşmanlarına karşı Türkistan hanlıklarıyla iş birliği yollarını aradılar. Nitekim Türkistan (Yes/Yesi) şehrine kadar olan güney toprakları Taşkent Hanlığı'na katıldı. Öte yandan Hokand ordusu büyük cüze davet edildi. Bu gelişmeler karşısında Ruslar harekete geçerek Soyuk Han önderliğinde ayakta kalmaya çalışan ülkenin kuzey kesimini hâkimiyetleri altına aldılar. Böylece XIX. yüzyılın ilk yarısında orta cüzle büyük cüzün kuzey kısmı Rus hâkimiyetine girdi.

Rus Hâkimiyeti Dönemi. Bütün Kazak cüzlerini himayeleri altına alan Ruslar bir müddet sonra Kazaklar'a bir tebaa muamelesi yapmaya başladılar. Daha 2 Eylül 1756'da bir tebliğ yayımlayarak Kazaklar'ın Ural'ın sağ yakasına geçmelerini, ayrıca Rus askerî mevkilerine 12-15 kilometreden fazla yaklaşmalarını yasaklamışlardı. 13 Ağustos 1799'da ceza hukuku değiştirildi. Bununla suçlular Kazak mahkemeleri yerine Rus mahkemelerinde yargılanacaktı. 1800 yılından itibaren seçilen her Kazak hanının Rus hükümeti tarafından tasdiki şartı getirildi.

Ruslar küçük cüzün kesin olarak parçalanmasına karar verince 25 Mayıs 1810'da Rusya İçişleri bakanı, küçük cüz hanının iç ihtilâflardan ötürü yeniden seçilmesine dair emir çıkardı. Aynı yıl han seçimi için 10.000 kişinin bulunduğu Kazak Temsilciler Meclisi Orenburg'da toplantıya çağrıldı. Seçimde Ruslar'ın tesiriyle, Sultan Bökey Nur Ali'yi destekleyen Hazar denizi havzası Kazaklar'ı ile (Astarhan civarı) Şîr Gazi'yi destekleyen Siriderya havzası Kazaklar'ı olmak üzere iki grup ortaya çıktı. Ruslar'ın siyaseti sonucu bu iki grup birbirinden tamamen ayrıldı ve her biri meclisi kendi hanı ile terketti. Rus yönetimi, Kazaklar arasında çıkacak muhtemel bir çatışmaya engel olmak bahanesiyle küçük cüz topraklarına bir tümen gönderdi. Böylece Ruslar Kazaklar'ın han seçimini 1845 yılına kadar idare ettiler. Bu tarihten sonra yeni han seçimine izin verilmedi. Rus subaylarının yönetiminde Rus taraftarı bazı Kazak ileri gelenlerinden meydana gelen bir şûra teşkil edildi ve 1917 Bolşevik İhtilâli'ne kadar yönetim bu şekilde sürdü.

Orta cüz Kazak bölgesinde ise Ruslar çok daha rahat hareket ettiler. Nitekim Batı Sibirya genel valiliğine bağlanan orta cüz bölgesinde 1819'da Veli Han'ın ölümünden sonra yeniden han seçimi yasaklandı. 22 Haziran 1822'de Rus hükümeti, 319 maddeden meydana gelen Sibirya Kazakları'nın statüsünü tebliğ etti. Bu tebliğle orta cüzde han ve sultanlar tarafından yürütülen kabile esasına dayalı idare kaldırılarak eyaletin başına, kendisine Rus binbaşısı rütbesi verilecek ve Ruslar'ın emriyle hareket edecek bir yönetici sultan (ağa sultan) seçme usulü getirildi. Böylece küçük cüzden sonra orta cüzde de Rus idaresi kurulmuş oldu.

Ancak Ruslar'ın en verimli topraklara el koyup buralara Kossaklar'la bir kısım Rus göçmenini yerleştirmeleri, ağır vergiler toplanması ve anlaşmalara aykırı olarak yeni kaleler inşası Kazaklar arasında tepkilere yol açmıştı. Bu tepkiler zaman zaman isyana dönüştü. Nitekim Ruslar, çıkan huzursuzluğu önlemek için o zamanki küçük cüz hanı Nur Ali'ye ve ailesine verimli topraklardan istifade hakkı vermiş, fakat tatmin olmayan halk Ural nehrinin sağ tarafına geçerek burada sürülerini otlatmaya başlamış, buna karşılık Ruslar o topraklara yerleştirilen Kossaklar'ı müdafaasız halkın üzerine sevketmişti. Bunun üzerine halk isyan etti ve Ruslar'a ait ne varsa yağmalamaya başladı. Rus birlikleriyle takviye edilen Kossaklar isyanı bastırdılar ve büyük katliamda bulundular. Mücadele Kazaklar arasında millî bir hüviyet kazandı. Nitekim Sırım Batur, Ruslar'la mücadelesinde etrafında pek çok kimseyi topladı ve 1783 sonbaharında Rus ve Kossak birliklerine karşı ilk başarısını kazandı. Sırım Batur, ikinci başarısını Sagız-Uil ve Temi ırmakları çevresini Ruslar'dan geri alarak elde etti. Rus hükümeti bu millî ayaklanmayı çevredeki birlikleriyle bastıramadı. Takviye birlikleri geciken Ruslar, Orenburg Valisi Baron Igelstrom'u Kazaklar'a elçi göndererek 1785'te bir halk kurultayı toplamasını sağladılar. Kurultayda Kazaklar'ın iç işlerine karışılmamasını şart koşan halk temsilcileri ayrıca Sırım Batur başkanlığında bir taht şûrası oluşturulmasını ve idarî işlerin bu şûra tarafından yürütülmesini istediler. Bunu kabul eden Ruslar aradan beş altı yıl geçtikten sonra yeniden baskıya başladılar ve Nur Ali Han'ı azlederek yerine küçük kardeşi Er Ali'yi han ilân ettiler. Sırım Batur, bu tür hareketlerden vazgeçilmediği takdirde millî mücadelenin yeniden başlayacağını bildirdi. Ancak 1796-1797 kışında çıkan salgın hastalık yüzünden Kazaklar'ın hayvanlarının çoğunun ölmesi üzerine baharda yapılması düşünülen sefer yapılamadı.

Sırım Batur'dan sonra Ruslar, Kazaklar'ı yeniden tam kontrol altına almak için çalışmalara başlamışlardı; fakat Sırım Batur'un halefi Sultan Arıngazi, ardından Colaman Tilence mücadeleyi devam ettirdi. Tilence, iki ayrı Rus kuvvetini yenmesine ve pek çok Rus askerini esir almasına rağmen Ruslar'ın bütün Kossak birliklerini bölgede toplamaları üzerine yeni Kazak toprağı işgal edilmemek şartıyla antlaşma yapmak mecburiyetinde kaldı.

Bundan sonra küçük cüzde millî ayaklanma, bir Rus taraftarı olan Cihangir Han'ın halka ait otlakları bazı şahıslara satması ve Ural hattında yeni Rus kaleleri yapımına izin vermesi üzerine çıktı. Küçük cüzün Berş boyu önderi İsatay Tayman, halkın şikâyetlerini dile getiren bir mektubu Orenburg askerî valisi General Petrovski'ye gönderdi, vali şikâyetleri reddedince de mücadele başladı. 15 Kasım 1837'de yapılan ilk savaş Kazaklar'ın lehine sonuçlandıysa da 12 Temmuz 1838'deki ikinci savaşı Ruslar kazandı. Bunun üzerine halk Ruslar'a boyun eğmek mecburiyetinde kaldı.

Küçük cüzde Rus baskıları devam ederken orta cüzde Kazaklar'ın verimli topraklarını alan Ruslar halka ağır vergiler koydular, ödenemeyen vergilere karşılık da hayvanları aldılar. Bunun yanında orta cüzün stratejik yerlerine yeni askerî kaleler yapılmak istenmesi neticesinde halk ayaklandı. Abılay Han'ın torunu Sultan Kenasarı Kasımoğlu liderliğinde başlayan mücadelede ilk anda 20.000 kişiye yakın bir silâhlı kuvvet toplandı (1837). Kenasarı Ruslar'dan, orta cüzde dedesi Abılay Han zamanında olduğu gibi hanlık sisteminin yeniden tesisine izin verilmesini istedi. Ayrıca Ruslar tarafından işgal edilen Kazak topraklarının boşaltılmasını ve stratejik bölgelerde inşa edilen kalelerin yıktırılarak gasbedilen hakların geri verilmesini talep etti. Öte yandan Rus idaresinin yürütülmesinde polis gücü olarak kullanılan Kossaklar'ın da mutlaka durdurulması gerektiğini bildirdi. Ruslar bu istekleri reddettiler. Kazak lideri, üzerine sevkedilen askerî birlikleri geri püskürttü, arkasından Rus ticaret kervanlarının Kazak topraklarından vergisiz geçişini yasakladı.

Bu arada Kenasarı yeni müesseseler kurdu ve teşkilâtlanmayı tamamladı. Hanlık sistemini tesis ederek kabile reislerinden meydana gelen bir "aksakallar meclisi" oluşturdu. Tavke Han zamanında gerçekleştirilen yarı şeriat, yarı töreden (yedi prensip) meydana gelen kanunlar yeniden düzenlenip yürürlüğe konuldu. Kenasarı başlattığı silâhlı mücadelede ordusunun silâh ihtiyacını, Ruslar'ın eline esir düşüp bozkırlara sürgüne gönderilen Polonyalı subayların yardımıyla karşılamaya çalıştı. Nitekim imal edilen tüfeklerle aynı silâhlara sahip Kossak birliklerine karşı üstünlük sağlandı. Ancak Rus kumandanları, bir müddet sonra askerî birliklerini topçu birlikleriyle takviye ederek silâh üstünlüğünü yeniden elde ettiler. Bununla beraber Kenasarı 1838'de Rus işgalinde bulunan Irgız ve Turgay bölgelerini geri almayı başardı. Yüzyıllardır otlak olarak kullanılan bu verimli toprakların Ruslar'dan geri alınması halk arasında sevinçle karşılandı. Bunun üzerine Ruslar, topçu birlikleriyle takviye ettikleri Kossak süvarilerini Kenasarı'ya karşı gönderdiler. Rus hücumunu geri püskürten Kenasarı, Ruslar tarafından Kökçetav ve Akmola civarında inşa edilen kalelere hücum ettiyse de başarılı olamadı; ancak Sibirya'dan Taşkent'e giden ticaret yollarını kontrolü altına aldı. Kenasarı'nın bu başarısı Ruslar'ın bölgeye yeni askerî birlikler sevketmesine yol açtı. Orenburg ve Sibirya istikametinde ilerleyen Rus birlikleri ilk defa Kenasarı kuvvetlerini güneye Siriderya istikametine çekilmeye zorladı.

Kenasarı, Ruslar'a karşı sürdürdüğü mücadeleyi bütün çabalarına rağmen üç cüze yayamadı. Bilhassa küçük ve büyük cüzde yaşayan Kazak Türkleri ona gerekli desteği vermedi ve mücadele sadece orta cüzle sınırlı kaldı. Kenasarı önderliğinde başlayan mücadele ve elde edilen başarılar Rus yetkililerini telâşlandırmıştı. Rus yetkilileri, Kenasarı'nın çarla görüştürülmesini ve şikâyet konularını müzakere etmek için Petersburg'a davet edilmesini istediler. Ancak Kenasarı, bu görüşmenin yapılabilmesi için Ruslar'ın işgal ettikleri Kazak topraklarından çıkmaları gerektiğini bildirdi; Ruslar da savaş birliklerini yeniden takviye ederek Kenasarı üzerine birkaç koldan saldırıya geçtiler. Bu arada Kenasarı Rus birlikleriyle savaşırken Hokand Hanlığı'na karşı Buhara Emirliği ile de bir ittifak oluşturdu.

Buhara Hanlığı ile Kenasarı'nın ittifak yapması, üçe ayrılmış olan Türkistan hanlıkları arasında yeni bir mücadelenin başlamasına sebep oldu. Bu durumdan faydalanmak isteyen Ruslar, 5 Haziran 1843'te General Lebedev ile General Bisyanov kumandasındaki birliklerle yeniden Kenasarı üzerine yürüdüler, fakat başarısızlığa uğradılar. 14 Ağustos 1844'te yapılan savaşı da kazanan Kenasarı'nın şöhreti daha da arttı. Buhara ve Hîve hanları tarafından Kazaklar'ın hanı olarak tanındı. Ruslar ise Kenasarı ile anlaşma yolları aramaya başladılar; 1845 Mayısında gelen Rus heyeti Kenasarı'dan Rusya'nın hâkimiyetinin tanınmasını talep ettiyse de Kenasarı bunu reddetti. Ruslar, Orenburg ve Sibirya'daki ordularıyla iki koldan Kenasarı üzerine hücum ettiler. 1845 sonbaharına kadar devam eden Rus saldırılarına dayanamayan Kenasarı kuvvetleri Karatav bölgesini boşaltarak önce Kök-Köl bölgesine, bir yıl sonra da Alatav istikametine çekilmek zorunda kaldılar. Burada Kenasarı birliklerine bu defa da Ruslar'ın kışkırtmasıyla Kırgızlar saldırdı. Böyle bir baskını beklemeyen Kenasarı, Kırgız topraklarını terkederek Çu ırmağının yukarı mecrasındaki Mey-Tuble vahasına çekildi. Ancak ikinci bir baskın sonucu Kenasarı ve adamları Kırgızlar tarafından esir alındı ve öldürüldü.

Kenasarı'nın ölümüyle millî mücadele ruhu zayıfladı. Kardeşi Sultan Sâdık, kendisine bağlı 20.000 aile ile Türkistan ve Karatav bölgelerine yerleşerek Hokand Hanlığı'nın hâkimiyetine girdi. Hokand ordusunda "pansad" unvanıyla hizmet veren Sultan Sâdık bu hanlığın kuzey sınırlarını Ruslar'a karşı savundu. Ancak 1860'tan sonra Ruslar'ın Hokand Hanlığı'na karşı başlattığı saldırı ve Hokand kuvvetlerinin yenilmesi üzerine Kâşgar'a gidip Yâkub Bey'in yardımcısı oldu. 1873'te Hîve'ye geçerek Ruslar'a karşı bu hanlığın müdafaasında bulundu.

Rus Çarı I. Nikola, 22 Haziran 1854'te bir ferman çıkararak bütün Kazak topraklarının Rusya hâkimiyeti altına geçtiğini ve Kazaklar'ın Rus kanunlarına tâbi olduklarını ilân etti. Buna karşılık bazı boy beyleri Rus hâkimiyetini reddederek mücadeleyi sürdürdüler.

Ruslar'ın baskıya dayanan yönetimleri ve Rus göçmenlerin iskânı bir müddet sonra Kazaklar'da yeniden millî şuurun uyanmasına sebep oldu. 1916'da başlayan ayaklanma kısa sürede bütün ülkeye yayıldı. 1917'de çıkan Bolşevik İhtilâli ve bunun getirdiği yeni prensipler ayaklanmayı yeni bir safhaya soktu. Ülkede seçim kararı alındı ve yapılan seçimi her tarafta milliyetçiler kazandı. 1917 başlarında Ak-Tübe, Ural ve Orenburg'da toplanan Umumi Kazak Kurultayı memleketin modern bir ülke olarak teşkilâtlanması için kararlar aldı. Bu kararlar doğrultusunda Alaş Partisi kuruldu. Daha sonra oluşturulan hükümetin adı Alaş Orda oldu. Rusya'da iç savaş devam ederken Kazakistan muhtariyetini ilân etti (Aralık 1917). İç savaşın sona ermesinden sonra 1919'da Kızılordu birlikleri Kazakistan'ı işgal ederek özerk Kazakistan'ın yerine 20 Ağustos 1920'de Kazak Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'ni kurdu. Bu cumhuriyete 1924'te yeni Sovyet cumhuriyetlerinin teşkili esnasında bazı topraklar ilâve edildi, böylece Kazakistan'ın bugünkü sınırları belirlenmiş oldu.

Ruslar, Kazakistan'ı tamamen idareleri altına aldıktan sonra burada büyük bir asimilasyon siyaseti uyguladılar. Halkın ibadet hürriyeti kaldırıldı, camiler kapatıldı. Müslüman halk ateistlik konferanslarına katılmaya mecbur bırakıldığı gibi ateistlik okullara ders olarak konuldu. 1948-1975 yılları arasında 126 adet din aleyhtarı kitap Kazak Türkçesi'ne çevrildi. Rus yönetimi bununla da yetinmeyerek Türk lehçeleri arasındaki farklılıkları arttırıp her birini ayrı bir dil şekline sokmaya çalıştı. Kiril alfabesi kabul ettirildi; II. Dünya Savaşı'ndan sonra eğitim ve bilim dili olarak Rusça kullanılmaya başlandı. Öte yandan millî kültürü aksettirecek edebî eserler de yasaklandı. Bunun yerine Türk Lehçelerinde proletarya ve kolhoz edebiyatının gelişmesi için edip ve şairler desteklendi.

III. KÜLTÜR ve MEDENİYET
1. Dil ve Edebiyat. Türkçe'nin Kıpçak dil grubuna giren ve Kazakistan Cumhuriyeti'nin resmî dili olan Kazak dili Kazakistan, Doğu Türkistan, Moğolistan, Kırgızistan ve Özbekistan ile değişik ülkelerde dağınık olarak yaşayan Kazaklar tarafından konuşulmaktadır. Arapça ile Farsça'nın fazla tesir etmediği Kazak dili ünlü-ünsüz uyumu bakımından diğer lehçelere göre daha gelişmiştir. Genel Türkçe'deki "ş" yerine "s", "ç" yerine "ş" kullanılması, bazı yazılı durumlarda m/b/p ile n/d/t ünsüzlerinin ortaya çıkması önemli özelliklerindendir.

Üç defa alfabe değiştiren Kazaklar 1929'a kadar Arap, 1929-1940 yılları arasında Latin, 1940'tan sonra Kiril harflerini kullandılar. 1991'de bağımsızlığın kazanılmasıyla birlikte bazı Kazak aydınları Arap alfabesine dönülmesini, bazıları ise diğer Türk halkları ile ortak bir alfabenin benimsenmesini istediler. Halen çoğunlukla Kiril alfabesi kullanılmakta, Latin harflerine dayanan bir alfabe üzerinde de çalışılmaktadır. XIX. yüzyılın ortalarında başlayan yazılı Kazak edebî dili halkın en çok kullandığı şiveye dayanır. Çokan Velihanov, Abay Kunanbay ve Ibıray Altınsarin gibi Kazak aydınları bu dili kullanmışlardır.

Kazak edebiyatının ilk eserleri olarak Türk dünyasının ortak dil ürünleri olan Orhon yazıtları kabul edilmektedir. Bunları Oğuznâme ve Dede Korkut Kitabı takip eder. Kadırgali Celâyir'in Türkler'in eski tarihini, XIV-XVI. yüzyıllardaki Kazakistan'ı, Kazak hanlarının soy kütüğünü anlatan Câmiu't-tevârîh'i (1602) bölgenin ilk yazılı edebiyatının kaynaklarından sayılmaktadır.

Sözlü edebiyat Kazak Hanlığı'nın kurulmasından sonra gelişmiştir. Halk ozanlarının çalıp söyledikleri cırlar en eski nazım türünü oluşturur. Güzel söz söyleme, irticâlen şiir okuma, olayları canlı bir dille meclislerde aktarma, cenaze merasimlerinde şaman duaları, düğünlerde şarkı okuma ve şiir yarışmaları Kazaklar'ın itibar ettiği sosyal faaliyetler arasında yer alır. XX. yüzyıl başlarına kadar göçebe hayatını devam ettiren Kazaklar'ın zengin bir halk edebiyatı teşekkül etmiştir. Hemen tamamı anonim olan añız-ertegi (rivayet, efsane, masal), makal-metel (atasözü), şeşendik söz (kıssa, hikmetli söz), turmıs-salt (gelenek, görenek), tarihî cırlar, arnav (kaside, methiye), tolgav (koçaklama), öleñ (türkü) ve aytıs (atışma) bu edebiyatın çeşitli türlerini oluşturur. Halk şarkılarına "cır", bunları söyleyenlere "cırav" veya "cırşı" denir. Akınlar da (halk ozanları) cıravlar gibi dombıra veya kopuz çalarak hikâye, destan anlatır, yarışmalara katılır. Başlıca örnekleri Koblandı, Alpamış, Edige, Kanbar Batır olan batırlar cırı nesilden nesile ulaşan, kopuz veya dombırayla birlikte söylenen kahramanlık destanlarıdır. Hemen bütün Doğu halklarının edebiyatlarında yer alan kırk vezir, Kelile ve Dimne, tûtînâme gibi halk hikâyeleri Kazaklar arasında da yaygındır.

Kazak halk edebiyatının ilk cıravları bütün Deştikıpçak'ta adı duyulan Asan Kaygı, Kodan Tayşı ve Kaztugan'dır. Bunların ortak konuları dostluk, yiğitlik, namus, adalet ve vatan sevgisidir. XIV. yüzyılda yaşayan Cirenşe Şeşen ve Sıpıra Cırav'ın söylediği kıssa ve cırlar günümüze kadar ulaşmıştır. Bu tarz şiirin gelişmesinde Dosmambet ve Şalkıyız önemli rol oynamıştır. XVI. yüzyılda Tensufi Bek ile kadın ozanlardan Çal Kiyiz Hala ve Kerulan Hala, XVII. yüzyılda da Kazdabıstı Kazıbek'in adları bilinmektedir.

XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinde Cungarlar'ın Kazaklar'a yaptığı baskınlar dolayısıyla bunlara karşı mücadele verenlerin kahramanlıkları Aktamberdi, Ümbetey, Tötikara gibi ozanların eserlerinde görülür. Bu devirde yazdığı siyasî hiciv şiirleriyle Kazak edebiyatının en büyük temsilcisi, özellikle Rus tehlikesine dikkat çekerek halkın uyanmasını isteyen Buhar Cırav olmuştur. Köteş ve Şal Akın da zenginlik-fakirlik, din, ahlâk ve adalet üzerine didaktik şiirler söylemişlerdir.

XVIII. yüzyılın sonunda Kazakistan'ın büyük bir bölümü Ruslar'ın eline geçince Kazak bozkırında yeni bir dönem başlamış, halkı Rus baskısına ve işgallere karşı mücadeleye çağıran şiirler söylenmiştir. XIX. yüzyılın ilk yarısında İslâmî eğitim görmüş, Rusça bilen, 1830-1845 yılları arasında çarlık rejimine ve Cihangir Han'a karşı mücadelelere girişmiş olan Muhammed (Muhambet) Ötemisûlı şiirlerinde bu isyanların hikâyesini anlatmıştır. Yine medrese eğitimi gören Kuramsaûlı Akın Sarı da Rus istilâsına karşı gelmiş, bu arada Muhammediyye'yi Kazak Türkçesi'ne çevirmiştir. Aynı yolda şiir yazanlar arasında Dulat Babataev, Şortanbay Kanaev ve Murat Monkeev de Kazak kültürünün yayılmasında rol oynamıştır. Bu yüzyılın önde gelen yazarları etnograf ve halk bilimcisi Çokan Velihanov, eğitimci yazar Ibıray Altınsarin ve yenilikçi şair Abay Kunanbay'dır.

XIX. yüzyılın sonları ile XX. yüzyılın başlarında bir taraftan "Kadîmci" ve "Cedîdci" diye ikiye ayrılan medreselerde eğitim gören, diğer taraftan yeni okullarda Rusça ve modern bilimler okuyan yazar ve şairlerin hemen hepsinin ortak hedefi halkı uyandırmak ve cehaletten kurtarmak olmuştur. Basın hayatının gelişmesiyle de sözlü edebiyat ve Doğu edebiyatı ürünleri, şecereler, dinî kitaplar, Rusça'dan tercümeler ve Kazak yazarlarının eserleri yayımlanmıştır.

1905 Rus İhtilâli'nin getirdiği serbestlik Kazak aydınlarını da etkiledi. Petersburg'da Abdürreşid İbrahim tarafından Serke adıyla ilk Kazakça gazete sadece birkaç sayı çıkarılabildi (1906). Bunu 1907'de yayımlanan Kazak Gazeti ve Dala, 1911-1913 yılları arasında çıkan Kazakstan gazeteleri takip etti. Ahmed Baytursun'un yayımladığı Kazak ise Muğcan Cumabayev, Alihan Bökey Hanov, Mîr Yâkub Dulatov gibi ünlü Kazak ediplerinin yazı yazdıkları, günlük 8000 gibi yüksek tirajlara ulaşan en ciddi gazete oldu (1914-1917). Muhammedcan Siralin'in çıkardığı Kazakça ilk dergi olan Aykap (1911-1916, seksen sekiz sayı) Kazak edebî dilinin gelişmesinde rol oynadı. İşim Dalası (1913) ve Alaş da (1916-1917) dönemin iki önemli dergisidir.

Böylece XX. yüzyıl başlarında eğitim ve basının gelişmesiyle Kazak edebiyatında yeni türler ortaya çıktı. XIX. yüzyılda eserlerini vermeye başlayan Bircan Kocagulov, Aset Naymanbayev, Sara Tastanbekova, Akın Sere, Cayav Mûsâ Baycanov gibi şairler baskıya ve adaletsizliğe karşı şiirler yazdılar. Kazaklar'ın en ünlü şairlerinden olan Cambıl Cabayev ise Hokand hanlarının ordusunda Ruslar'a karşı savaşırken Kazak millî kahramanlarını öven şiirler kaleme almış, fakat 1917 Bolşevik İhtilâli'nden sonra Bolşevikler'in tarafına geçerek daha önce söylediklerini yeni dönemin siyasetine göre değiştirmiştir. Aykap dergisi etrafında toplanan ve Abay'ın hiciv ve tenkit tarzındaki şiirlerini örnek alan Sultanmahmud Toraygirov, Sabit Dönentaev, Spendiyar Köbeyev, Muhammedcan Siralin, Beket Utetilevov, Tâhir Cömertbayev ve Berniyas Kuleyev de 1917 ihtilâlinden sonra sosyal gerçekçi bir politika izlediler. Aynı dönemde eser veren Nurcan Navşabayev ve Yûsuf Köbeyev gibi aydınlar folklor malzemelerini ve yazılı edebiyat örneklerini topladılar, eserlerinde dinî görüşlere ağırlık verdiler.

Kazak edebiyatının ilk romanı Mîr Cakıp Dulatûlı'nın Bahtsız Jamal adlı küçük hacimli eseridir (1910). Aynı yazar daha sonra pek çok kısa roman ve uzun hikâye yazdı. Bu yıllarda Tâhir Cömertbayev'in Kız Körelik (kız görelim, 1912), Akiram Galimov'un Beyşara Kız (bîçare kız, 1912), Spendiyar Köbeyev'in Kalıñ Mal (başlık, 1913), Muhammedsâlim Kaşimov'un Muñlu Mariyem (dertli Meryem, 1914), Sultanmahmud Toraygirov'un Kamar Sulu (1914), Beyimbet Maylin'in Şuganıñ Belgisi (Şuga'nın yâdigârı, 1914), Bolgan İs (olmuş iş, 1914), Seksen Som (1918), Saken Seyfullin'in Cubatû (avutma, 1917) romanları ile B. Ercanov'un Okuga Mahabbat (1912) yayımlandı. Eğitimsizlik ve cehalet yüzünden Kazak halkını tehlikelere karşı uyaran Bahtsız Jamal'ın tesiriyle bütün bu romanların ortak teması eğitim olmuştur. Eserlerin sonunda kadın kahramanların trajik ölüm veya intiharları da ortak motiflerden biridir.

1917 Bolşevik İhtilâli sonrasında Îsâ Bayzakov, Kalmakan Abdükadirov, Abdilda Tacibayev gibi şairler yeni bir imaj, üslûp ve değişik konularla Sovyet Kazak edebiyatını güçlendirmeye çalıştılar. Gabidin Mustafin ve Gabit Müsirepov gibi romancılar da yazarların ideolojik eğitiminde ve burjuva ile mücadelesinde önemli rol oynadılar. 1926'da Emekçi Kazak Yazarları Birliği kuruldu. 1928'de Caña Adebiet (yeni edebiyat) adlı gazete yayımlanmaya başlandı. 1934'te Kazakistan Yazarlar Birliği oluşturuldu. Bu tarihlerde yazar ve şairler rejimin prensipleri doğrultusunda eser vermeye başladılar. Saken Seyfullin, Lenin'i anlatan ve halkın bağımsızlık mücadelesini yansıtan şiir ve romanlar yazdı. Beyimbet Maylin de milliyetçiliğine rağmen Kazak köylerinin kolektifleştirilmesi için yapılan mücadeleyi anlatan Azamat Azamatiç adlı eserini yayımladı (1934).

Saken Seyfullin, Beyimbet Maylin, Muhtar Avezov, Ciyengali Tilepbergenov, İlyas Bekenov, Gabit Müsiperov, Sabit Mukanov, Smagul Saduvakasov, C. Aymavıtov ve İlyas Cansugirov gibi genç yazarlar 1920'li yıllarda Kazak edebiyatına damgalarını vurdular. Sosyalist gerçekçi Sovyet Kazak edebiyatının kurucuları sayılan bu yazar ve şairlerin çoğu Sovyet hükümetinin çizgisinde yazmadıkları için 1930'lu yıllarda hayatlarını kaybettiler.

Saken Seyfullin Tar Col, Taygak Keşû (kaygan geçit, 1923-1927) adlı romanlarıyla o zamanın emekçi yazarı kabul edildi. Fakat Kazak halkının köydeki hayat tarzını idealize etmesi, köylüleri ve olayları tasvir edişi Sovyet eleştirmenlerinin işini güçleştirdi. Beyimbet Maylin de Estay Avılı (Estay köyü, 1922), Gülşara Cengey (Gülşara yenge, 1923) ve Ravşan-Komünist (1929) gibi 1917 Bolşevik İhtilâli'ni öven hikâyeler yazdığı halde tenkide uğradı. Talak (1926) ve Şarigat Buyrugı (1928) gibi din karşıtı hikâyeleri bu tenkitlerin biraz hafiflemesine sebep oldu.

II. Dünya Savaşı'nda ve sonrasında edebiyat üzerindeki baskılar nisbeten hafifleyince yazarlar konularını daha serbestçe seçme imkânı buldular. Nitekim Kazak edebiyatının babası sayılan şair ve yazar Muhtar Avezov, önce Abay Kunanbay'ın hayatını anlatan iki ciltlik Abay adlı kitabını çıkardı, daha sonra 1952 ve 1956'da Abay Yolu adıyla iki cilt daha yayımladı. Bu kitaplarda Avezov, Sovyet döneminden çok önce Kazak aydınlarının uyanışını hazırlayan Abay'ın ideallerine ve XIX. yüzyılda Kazak hayatının değerlerine dikkati çekti. İhtilâl öncesini idealize etmekle Komünist Parti çizgisinin tamamen dışına çıkan bu roman 1950'lerden sonra yazılacak olan Kazak tarihî romanlarına da ilham verdi.

1953'te Stalin'in ölümüyle yazarlar biraz daha rahatladı. Tarihî şahsiyetlerin biyografilerini konu alan romanlar kaleme alınmaya başlandı. Çokan Velihanov hakkında dört ciltlik bir roman yazmaya girişen Sabit Mukanov 1967 ve 1970'te ilk iki cildi Akkan Culdız adıyla bastırdı. Dikhan Abilev de Akın Armanı (şairin gayesi, 1965) ve Arman Colında (gaye yolunda, 1965) adlı iki ciltlik kitabını kaleme aldı. Abilev reformcu şair Sultanmahmud Toraygirov'un hayatını anlattı. İlyas Esenberlin gibi yazarlar ise XIX. yüzyıldan gerilere giderek tarihî şahsiyetleri ön plana çıkardılar. İlyas Esenberlin üç ciltlik eserinde XV. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadarki Kazak tarihini ele aldı.

Dükenbay Doscanov, Orta Asya'nın İslâm öncesi ve İslâmî dönemlerini anlatan romanlar yazdı. Zeval (1970) adlı romanında Cengiz Han dönemindeki Moğol istilâsı sırasında Orta Asya Türkleri'nin çektiği sıkıntıları hikâye etti. Doscanov'un diğer romanları Otırar (1973), Farabi (1975) ve Tabaldırınga Tabın (1980), İslâm'ın Orta Asya'daki ilk yıllarını ve o dönemin Fârâbî gibi tarihî şahsiyetlerini konu aldı. Diğer Kazak yazarlarından Abiş Kekilbayev Ürker (Ülker, 1980) ve Cumabek Edilbayev Türkistan (1982) romanında Sovyet dönemi öncesindeki Orta Asya'yı anlattılar.

XX. yüzyılın başından itibaren ortaya çıkmaya başlayan yeni edebî türler arasında tiyatro eserleri de görüldü. Kazak Sovyet edebiyatının oluşmaya başladığı bu yıllarda Beyimbet Maylin, İlyas Cansugirov, Sabit Mukanov gibi yazarlar roman ve şiirle birlikte piyes de yazdılar. Aralık 1929'da Kazakistan Ölkelik Parti Komitesi'nin düzenlediği toplantıda tiyatro meselesi tartışıldı. Sosyalist gerçekçiliği gösteren, yeni devri öven piyeslerin yazılması tavsiye edildi. 1 Kasım 1931'de Kazakistan Ölkelik Parti Komitesi, Kazak drama tiyatrosunun durumu ve meseleleri konulu toplantıda sanatçıların yetiştirilmesini ve büyük yerleşim birimlerinde tiyatrolar kurulmasını kararlaştırdı. 8 Eylül 1933'te Halk Eğitimi Komiserliği'nin kararıyla vilâyet merkezlerinde tiyatrolar açıldı. Muhtar Avezov'un Tas Tülekter, Alma Bağı, Şekara, İlyas Cansugirov'un Türksib ve Min de Şap adlı eserleri ortaya çıktı. 1930'lu yıllarda tiyatronun gelişmesine en çok emeği geçen Beyimbet Maylin Bizdiñ Cigitter, Calbır ve Amankeldi'de bağımsızlık mücadelesi veren gençleri anlattı. Tiyatro yazarı Avezov aynı zamanda tiyatro eleştirmenliği de yaptı ve ilmî yazılarla tiyatronun gelişmesine hizmet etti. Kazak tiyatrosunun gelişiminde Sheakespeare, Molière, Goldoni, Puşkin, Gogol, Ostrovski, Pogodin, Kirşon, Furmanov, Trenev'den yapılan tercümelerin de etkisi oldu.

II. Dünya Savaşı yıllarında Kazak drama yazarları savaşı anlattılar ve halkın milliyetçi duygularını harekete geçirmeye çalıştılar. A. Abişev'in Nayragay, Ş. Hüsayınov'un Curtın Süygen Cürek (yurdunu seven yürek) adlı piyesleri Sovyet insanının düşmana karşı koyuşunu, vatanı korumaya girişenlerin kahramanlıklarını ve halkın eline silâh alıp kendi iradesiyle cepheye gidişini tasvir etti. Bu konuda Muhtar Avezov ile A. Abişev'in Namus Gıvardiyası önemli bir rol oynadı. Savaştan sonra A. Abişev'in Dostık pen Mahabbat (1947), Bir Semya (bir aile, 1950), Gabidin Mustafin'in Milliyoner (1949), Abdilda Tacibayev'in Gülden, Dala (1949), Ş. Hüsayınov'un Köktem Celi (1950) piyeslerinde savaş ana motif olarak kullanıldı. Gabit Müsirepov'un Amankeldi (1949), M. Akıncanov'un Ibıray Altınsarin (1953), Sabit Mukanov'un Şokan Velihanov (1954) adlı piyesleri tarihî konuları ve şahsiyetleri işledi. Puşkin'in, Lermontov'un, N. Nekrasov'un, T. Şevçenko'nun ve A. Çehov'un eserleri tercüme edildi.

1956-1975 yılları arasında Kazak tiyatrosunun gelişmesinde Muhtar Avezov, Gabit Müsirepov, Sabit Mukanov, Saken Seyfullin, Beyimbet Maylin ve Abdilda Tacibayev gibi yazarların emeği geçti. Kız Cibek, Er Targın gibi Kazak klasikleri Moskova'da sahnelendi ve büyük üne kavuştu. Kazak tiyatrosunun oluşmasında Rus ve dünya klasiklerinden yapılan çeviriler ve bunların sahnelenmesi önemli rol oynadı. Muhtar Avezov'un tercümelerinin yanında Ş. Hüsayınov'un Kıyın Tagdırlar (kötü kader) piyesiyle Tahavi Ahtanov'un Kütpegen Kezdesü (ansızın karşılaşma) adlı piyesi devre damgasını vuran eserlerdir. Ahtanov daha sonra Ant adlı tarihî dramasını yazdı.

2. Mimari. Kazakistan'da geniş çaplı arkeolojik araştırmalar yapılmamıştır. XX. yüzyılın ortalarından itibaren özellikle Güney Kazakistan bölgesindeki birçok kurganda sondaj kazılarının yapıldığı görülmektedir. Açılan kurganlar, milâttan önce V. yüzyıl ile milâttan sonra XV. yüzyıllar arasına tarihlendirilmiştir. Yenikent'in 5 ile 15 km. çevresinde Altıntepe, Tokaytepe, Çaplaktepe, Pıçakçıtepe; Sütkent civarında Bayırkum, Aktepe, Öksüz, Kavganata, Artıkata, Buzuktepe; Sâdıkatatepe çevresinde birbirinden 8-10 km. mesafedeki Mîrtepe, Şornaktepe, Çuytepe, Karaspontepe ve Cuvantepe'nin bulunduğu yerlerde yapılan incelemelerde iskân mahallerine rastlanmıştır. Yetersiz veri yerleşimlerin niteliği hakkında bilgi sahibi olmayı engellemekteyse de büyük ölçekli kazılarda önemli bulguların ortaya çıkacağı muhakkaktır.

Kazakistan coğrafyasını yurt edinen toplulukların uzun süre göçebe yaşam biçimini tercih ettikleri bilinmektedir. Bunun yanında erken dönemlerden itibaren isimleri bilinen şehirler de vardır. Milâttan önce 330-327 yıllarında Makedonyalı İskender, Siriderya nehrini geçtikten sonra yeni şehirler inşa etmişti. Selefki hükümdarlarından Antiochos (m.ö. 282-261) Siriderya'nın kuzeyinde Antiochie şehrini kurmuştu. Destanlara göre Oğuz Han'ın tesis ettiği, Karahanlılar zamanında da önemini koruyan Yenikent (Yengi Kent, Yangı Kent) bir dönem başşehir olmuştur. Issık Göl ve Mangışlak yörelerinde yerleşimin olduğu kaydedilmektedir. Tarâz'da ve Çu vadisinin Kırgızistan sınırları içinde kalan kısmında konut kalıntıları bulunmuştur. Bunların yanı sıra Siriderya boylarında Cend, Huvara, Barçınlığkent, Ribatat, Aşnas, Karaçuk, Suğnak (Sığnak), Sabran (Sepren, Savran), Karnak, Özkent, Yesi, Sütkent, Suyab'la birlikte çeşitli kasaba, kale ve köylerin varlığı bilinmektedir. Ancak 1245 yılında Siriderya boylarında kaybolmuş şehirler, yakılmış köyler ve terkedilmiş kasabalar gören Plano Caprini'nin de kaydettiği gibi Moğol istilâsından sonra birçok yerleşim birimi binalarıyla birlikte yok olmuştur. Bu sebeple çoğunun mevkileri bulunamamakta, arkeolojik bulgularla ortaya çıkarılan kalıntılar adlandırılamamaktadır. İsim ve konumları bilinenlere örnek olarak kazıları sürdürülen, bir zamanlar 70.000 asker çıkarabilecek büyüklükte Otrar, VII. yüzyılın önemli ticaret merkezi Tarâz, 20.000 kişi çıkarabilecek büyük bir yerleşim olan Suyab, bir kısım binaların halen görülebildiği Sayram (İsfîcâb, Aksu) sayılabilir.

Siriderya'nın bugünkü yatağından 2 km. kadar batıda Sütkent 1 ve Sütkent 2 olarak adlandırılan iki harabeden daha eski olan 1. Sütkent 800 × 900 m. ölçüsünde bir alanı kaplar. İçeride müstahkem bir alanda 8 m. yükseklikte bir set üzerinde inşa edilmiş olan 150 × 150 m. ölçülerindeki mescidle şadırvanına ait kalıntılar bulunmuştur. Bu kalıntılar 969 yılına tarihlendirilmektedir.

En eski buluntu, Almatı'ya 50 km. uzaklıkta Issık Göl civarındaki Esik kurganında, 3 × 2 m. plan ve 1,2 m. yükseklik ölçülerindeki mezar odasıdır. Toprağın 7 m. altında olmasına rağmen mimari bir nitelik taşır. Başka bir yerde hazırlanıp bulunduğu yerde monte edilirken karışmaması için cidarını oluşturan ahşap parçaların çentiklerle işaretlenmiş olması dikkat çekicidir. Karbon testiyle milâttan önce V-IV. yüzyıllarda yapıldığı anlaşılan mezar odasında at kemikleri yanında, üzerinde Kök-Türk harfleriyle Proto-Türkçe yazı bulunan gümüş bir çanakla "Altın Elbiseli Adam" olarak ün kazanan altın zırhlı bir ceset çıkarılmıştır.

VII-VIII. yüzyıllara tarihlenen Tas Arık Külliyesi ile Kara Tau'nun (Karaçuk) kuzeyindeki Babaata şehri kalesinde VI-VIII. yüzyıllardan kalan bir yapı bulunmuştur. Türk çadırı şeklinde merkezî ocağı ve bacası olan bir orta hücrenin etrafına dizilmiş tâli kubbeli ve kemerli altı hücreden oluşan yapının bir beye ait mesken olduğu tahmin edilmektedir. Gürel bölgesinde Kulsarı'da yer alan çok kubbeli bir mescid ise Karahanlı devrine tarihlendirilmektedir.

Orta Kazakistan'da Kızılorda eyaletinde tuğladan yapılmış, dairesel planlı, silindir şeklindeki yüksek gövdesinin üst kısmı konik ya da piramidal biçimle daralan bir dizi ateş kulesine rastlanmaktadır. Kulelerin yapım tarihi hakkında henüz bilgi yoktur.

Hazar denizi kıyısındaki Mangışlak yarımadasında Üstyurt bölgesinde Kent-i Baba'da, kayalara oyulmuş haçvari planlı Şahbak Ata Mescidi çevre halkı tarafından erken İslâmî devreye (IX-X. yüzyıl) tarihlendirilmekle birlikte çevresindeki kaya mezarları ile beraber daha eski bir döneme işaret etmektedir. Mescid yapısı kaya içine oyulmuştur. Ancak gerek kubbeli orta mekânı gerekse kemerli-sütunlu mekân geçişleri gibi mimari unsurları bünyesinde barındırması açısından da önemlidir.

Büyük ticaret yollarının kesişme noktasında yer alan Tarâz (Talas, Evliyaata, Jambul) VII. yüzyılda önemli bir ticaret merkeziydi. Batı Türkleri'nin, Karluk ve Karahanlılar'ın başşehirlerindendi. Şehrin çevresi 8-9 km. olup yapıları birbirine yakındı. Bölgede Karluk dönemine ait olduğu tahmin edilen kitâbeler ve çeşitli mezar taşları bulunmuştur. Araplar 893'te şehri aldıklarında büyük kiliseyi camiye çevirmişlerdi. Şehirde daha X. yüzyılda birçok İslâmî külliye yer alıyordu.

Tarâz kazısında kale içinde duvarlarında çiniler bulunan, X-XI. yüzyıla ait bir hamamın kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. Bu büyük yerleşimden geriye ayrıca iki türbe kalmıştır. Bir dönem şehre Evliyaata isminin verilmesine sebep olan Barak Han oğlu Evliya Ata Kara Han'ın türbesi tuğladan yapılmış dikdörtgen planlı bir yapıdır. Orta mekânı çok yüksek kasnaklı, sivri kesimli kubbe ile örtülmüştür. İki yanındaki sütunçeleriyle taçkapı anlayışında inşa edilen ön cephesi binadan daha yüksektir. Ancak son onarımda türbenin ön cephesindeki süsleme programı tamamıyla değiştirilmiştir. XI. yüzyıl yapısı olan türbenin cephesi XIV. yüzyıl Timurlu cephe düzenine dönüştürülmüştür. Diğer yapı, bugün bulunmayan kitâbesine göre 1262 senesinde Uluç Bilge İkbal Han Dâvud Beg b. İlyas için inşa edilmiştir. Tek kubbeli, küçük ve sade yapının ön cephesi yine binanın kendisinden daha yüksektir. İki türbenin çevresinde eskiden birçok mezar taşı yer almaktaydı, ancak günümüzde bunlar yok olmuştur.

Tarâz şehri yakınında XII. yüzyıl başlarına tarihlenen Ayşe Bîbî Türbesi kare planlı, köşelerinde büyük sütunçeler bulunan, tuğladan yapılmış bir binadır. Kitâbesi yoktur; fakat Karahanlı Sultanı Nasr b. İbrâhim tarafından eşi (Alparslan'ın kızı) Ayşe Bîbî için yaptırıldığı kabul edilir. Binanın kubbesi ve üst kısmı yıkılmıştır. Bütün cepheleri hiç boşluk kalmayacak şekilde, altmış dört değişik kabartma desenle işlemeli pişmiş topraktan levhalarla bezenmiştir. Almatı Müzesi'ndeki rekonstrüksiyon maketinde piramidal külâhlı olarak sergilenmektedir. Hemen yakınındaki Balacı Hatun Türbesi tuğladan yapılmış, 7 × 7 m. ölçülerinde bir bina olup bu da XII. yüzyıl başlarına tarihlenir. Üzeri içten kubbe, dıştan yıldız tabanlı çok yüksek prizmatik külâhla örtülüdür. Ön cephesi beden duvarlarından daha yüksek tutularak geleneğe uyulmuştur. Eski fotoğraflarında giriş cephesinde kabartmalı yazı kuşağı görülmekteyse de bugün mevcut değildir.

İpek yolu üzerinde önemli bir ticaret ve kültür şehri, bir dönem hükümet merkezi de olan Sayram'ın çevresi X. yüzyılda 3-3,5 km. kadardı. Tarâz ile birlikte İslâmî külliyelerin en çok bulunduğu şehir olmuş, ancak bölgedeki diğer şehirler gibi Moğol istilâsında harabe haline gelmiştir. Eski şehrin üzerine kurulduğu anlaşılan bugünkü Sayram kasabasında dağınık şekilde birkaç türbe kalmıştır. Yapılar XIX. yüzyılda yeniden elden geçirilmiş ve değişikliğe uğramıştır.

Abdülaziz Baba (Abdülaziz Han) Türbesi (XIV. yüzyıl) yanlarda birer mezar hücresi ve ortada mescidden meydana gelen küçük bir külliyedir. Bu birimlerin üçü de kubbe ile örtülmüştür. Mescid mekânını örten orta kubbe çift cidarlı olup yanlardakilerden yüksektir. Cephenin ortasında yer alan taçkapı da beden duvarlarından yüksektir ve sivri kemerli derin bir niş içine alınmıştır.

X. yüzyıla tarihlenen Mîrali Baba Türbesi'nin ön cephesi bütünüyle taçkapı anlayışında yükseltilmiştir. Cephe, basık kemerli bir eyvan içine alınan kapısı dışında farklı kotlardaki çıkmaları destekleyen tuğla payandalar ve ortada yuvarlak iki köşesinde sivri kemerli alınlıklarıyla geleneksel düzenlemenin dışında kalır.

XI. yüzyılda Hoca Ahmed Yesevî'nin babası (İftihar oğlu Mahmud oğlu İbrâhim) için yapılan İbrâhim Ata Türbesi tuğladan, 7 × 7 m. ölçülerinde, üzeri kubbe ile örtülü bir yapıdır. Yüksek ön cephesinin üst kısımları yıkılmıştır. Karaşaş (siyah saç) Ana Türbesi adıyla tanınan yapı Hoca Ahmed Yesevî'nin annesi Ayşe Hanım için inşa edilmiştir. XI-XII. yüzyıllara tarihlenen yapı kare planlı, tek kubbelidir. Ön cephe ile tek bir yan cephesi yükseltilerek sivri kemerli eyvanlar şekline getirilmiştir. Yüksek cephelerin birinde kapı, diğerinde dua penceresi yer alır.

Sayram'da tarihlenemeyen üç yapı daha vardır. Yıkılıp üzeri toprakla örtülmüş Hazret-i Hızır Mescidi'nin kalıntılarının yanında tuğladan silindirik gövdeli minaresi günümüze ulaşmıştır. Kazı Bayzovmi Türbesi kare planlı gövde üzerinde içten kubbe ile örtülüdür; dıştan ise âdeta kule gibi nisbetsiz bir kubbe ile farklı bir görünüm verilmiştir. Her cephenin ortası kemerli büyük bir niş ve köşeleri ikişer sütunla süslenmiştir. Yan tarafında mimari ve tezyinî özelliklerini bütünüyle kaybetmiş olan Hoca Sâlih Türbesi bulunur.

Türkistan şehrine 50 km. mesafede Otrar harabeleri yakınındaki Arslan Baba Türbesi XII. yüzyılda yapılmış, XIX. yüzyılda yenilenmiştir. Girişi sağlayan büyük eyvanın sağında mescid, solunda türbe odası yer alır. Bu binada da bütün ön cephesi yükseltilmiş olan, uzun, yatık dikdörtgen cephenin köşelerinde birer minare, ortasında yüksek ve derin giriş eyvanı bulunur. Türbe kısmı sivri kesimli ve iki kubbe ile örtülüdür. Dışarıdan düz çatılı izlenimi veren mescidin içinde mihrabın önünde küçük bir kubbe vardır.

Bütün Kazakistan'ın en görkemli yapısı Türkistan şehrindeki Hoca Ahmed Yesevî Türbesi'dir. Bugünkü âbidevî külliye Timur tarafından yaptırılmıştır. 45 × 65 m. oturumlu, dikdörtgenler prizması gövdesi ve çok büyük taçkapısıyla muazzam bir yapıdır. Üzerinde çeşitli büyüklükte kubbeler yer alır. Giriş cephesi dışındaki bütün cepheleri hiç boşluk kalmayacak şekilde renkli-sırlı tuğlalarla tezyin edilmiş, kubbeler turkuvaz renkli çinilerle donatılmıştır. Orta kubbesi 18 m. iç çapıyla Orta Asya'nın en büyük kubbesi unvanını taşır. Mevcut binanın yerinde daha önce de bir türbe olduğu bilinmektedir. XI. yüzyıla ait duvar örneği, arka cephedeki türbe odası girişinin dışında sağ yan yüzde, bugünkü duvardan 20 cm. kadar içeride bulunmaktadır ve yakın zamanda yapılan tamir sırasındaki raspa ile ortaya çıkarılmıştır.

Ahmed Yesevî Türbesi'nin önünde Timur'un torunu ve Uluğ Bey'in kızı Râbia Sultan Begüm Türbesi yer alır. XV. yüzyıla tarihlenen sekizgen planlı yapı, yüksek kasnak üzerinde sivri kubbeli olup Timurlu mimarisi özelliklerini taşımaktadır. Sur duvarlarıyla çevrili aynı alanda bulunan bir hamam ve rekonstrüksiyon çalışmaları devam eden birçok temel izi vardır.

Kazakistan'ın XVIII. yüzyıldaki bağımsızlık ve eğitim hareketiyle kurulan bir dizi medrese binasına örnek olarak Suzak bölgesindeki Babaata ve Çayan'daki kompleks gösterilebilir. Bir dönemde müze olan 1907 tarihli, dilimli yüksek kubbeli, zengin süslemeli Almatı Rus Ortodoks Kilisesi nâdir bulunan kilise yapılarına güzel bir örnektir.

Kazakistan'ın çeşitli bölgelerinde farklı tarihli birçok türbe yapısına rastlanmaktadır. Güney bölgelerinde türbe yapımı geleneği devam etmektedir. Yeni camilerde geleneksel formların sürdürüldüğü görülür. Kırsal kesimde halen yurt çadırı kullanılmakta, büyük şehirlerde de halk tarafından geçici yapı kurulması gerektiğinde yine yurt çadırlarına başvurulmaktadır.

Günümüz Kazakistan'ındaki büyük şehirler, bir zamanların Doğu bloku ülkelerinin tamamında olduğu gibi modern şehir planlamacılığı açısından üstün nitelik taşır. Geniş bulvarları, meydanları, parkları, büyük konut bloklarıyla tek tipte, bahçeli, tek katlı konut grupları; görkemli devlet binaları; alışveriş, eğitim, dinlenme ve yaşama bölgeleri, spor tesisleri; gelişmiş alt yapısıyla planlı gelişmesi öngörülen düzenli şehir özelliklerinin hepsine sahiptir. Ancak dış görünüm bakımından etkileyici olan binalar, gerek mimari gerekse mühendislik ve inşaat tekniği açısından genellikle zayıftır. Gösterişli kabuklar içinde kullanışsız mekânlar topluluğu şeklinde tanımlanabilecek olan binalar, bu durumlarıyla düzenli şehir yapısını oluşturan basit birer unsur olmaktan öteye geçmez; cephe mimarlığı diye adlandırılabilecek nitelikleriyle bulundukları şehirlere estetik vitrin görevi yaparlar. Son zamanda başşehir, modern bir dünya şehri özelliklerine sahip olarak yeni inşa edilen Astana'ya taşınmıştır. Astana, eski İstanbul'un isimlerinden biri olan Âsitâne ile aynı kelime olup "başşehir" anlamına gelmektedir.

Kazakistan Cumhuriyeti. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra diğer Türk cumhuriyetleri gibi 16 Aralık 1991 tarihinde Kazakistan Cumhuriyeti'nin bağımsızlığı hakkındaki kanunun kabulüyle Kazakistan Cumhuriyeti bağımsız ve laik bir hukuk devleti olarak ilân edilmiştir. Bağımsız ve egemen devlet olarak Kazakistan Cumhuriyeti 2 Mart 1992'de Birleşmiş Milletler Teşkilâtı'na üye olmuştur.

Sovyetler döneminde Kazakistan'da resmî dil Rusça idi. Sovyet hükümetleri, Kazak dilinin eğitim dili olmadığını ileri sürerek onu sadece köylerde konuşulan bir dil olarak benimsetmeye çalışmış ve bunda da başarılı olmuştur. Sovyetler zamanında Kazak Türkçesi ile eğitim veren okullar açıldıysa da bu okullardan mezun olanlar çoğunlukla kolhozlarda ve köylerde çalıştırılmıştır. 28 Ocak 1993'te kabul edilen anayasanın 7. maddesinin birinci fıkrasında devletin resmî dilinin Kazakça olduğu belirtilmekle birlikte ikinci fıkrasında devletin yönetim birimlerinde Kazakça ile Rusça'nın eşit olarak kullanılacağı vurgulanmıştır. Bunun sebebi, Kazak dilinin unutulmuş olması yanında Kazakistan'da Rus nüfus oranının yüksek oluşudur. 1999 yılından itibaren bütün resmî yazışmalar Kazak dilinde yürütülmeye başlanmıştır.

1993 anayasasına göre Kazakistan'da yarı başkanlık sistemi uygulanmakta iken 1995'te yapılan değişiklikle tam başkanlık sistemine geçilmiştir. Yetkileri genişletilen cumhurbaşkanının faaliyetlerini kontrol eden anayasa mahkemesi kaldırılmış, cumhurbaşkanlığı süresi dört yıldan yedi yıla çıkarılmıştır. Kazakistan Parlamentosu senato ve meclis olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Senatörlük süresi altı yıl, milletvekilliği süresi beş yıldır. Senato ve meclis başkanını cumhurbaşkanı tayin eder. 1997 yılında idarî taksimat yeniden düzenlenerek eyalet sayısı on dokuzdan on dörde indirilmiştir. Eyaletler, başbakanın teklifiyle cumhurbaşkanının tayin ettiği valiler tarafından yönetilmektedir. Yönetimde tek sorumlu vali olmakla beraber halk tarafından seçilen encümen üyelerinin valinin görevden alınması için cumhurbaşkanına teklif yapma yetkileri bulunmaktadır. Kazakistan Cumhuriyeti'nde köyler ilçelere, ilçeler illere ve iller de eyaletlere (oblus) bağlı olarak yönetilir. Ayrıca doğrudan merkeze bağlı bulunan özel statüye sahip iller de vardır.

Hükümet cumhurbaşkanına karşı sorumludur. Parlamentonun her iki kanadının üzerinde anlaştığı kişi başbakan olarak cumhurbaşkanı tarafından tayin edilir. Yasama görevini parlamentonun senato kanadı yürütür. 1 Ocak 1997 tarihinde yapılan bir araştırmaya göre Kazakistan'da kayıtlı 300 siyasî örgüt ve dokuz siyasî parti bulunmaktadır. Kazakistan Cumhuriyeti'nin başşehri 10 Aralık 1997'de Almatı'dan Akmola'ya taşınmış ve 6 Mayıs 1998'de Akmola ismi "başşehir" anlamına gelen Astana (Âsitâne) olarak değiştirilmiştir.

Sovyetler Birliği döneminde Kazakistan Cumhuriyeti sadece Rusya'nın ham madde kaynağı olarak kullanıldığından Kazakistan'da yer altı zenginliklerini çıkarma endüstrisinin aksine üretim endüstrisi hiç gelişmemiştir. 1993 ve 1994 yıllarında uygulanan özelleştirme siyaseti neticesinde devlet mülkiyetinde bulunan önemli ekonomik tesisler özel kişilere verilip monopollerin oluşturulmasına zemin hazırlanmıştır. Kasım 1993'te Kazakistan Cumhuriyeti'nin millî parası olan tenge tedavüle çıkarılmıştır. Son yıllarda petrol, altın ve gaz ihracatına daha çok önem verilmektedir.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA