Yalova Hakkında Bilgiler

Marmara denizinin doğusunda kara içine 50 km

--
-->

Bu yerleşme yerinin ne zaman kurulduğu hakkında kesin bilgi yoktur. Bununla birlikte Yalova'nın 12 km. kadar yakınında olan ve ismi Yalova ile âdeta özdeşleşmiş bulunan ünlü kaplıcaların tarihinin çok eski dönemlere kadar indiği bilindiğine göre (Mansel, s. 8) kaplıcaların iskelesi gibi kullanılan, küçük bir yerleşmenin mevcut olduğunu düşünmek mümkündür. Zira kaplıca tesislerini (günümüzde Termal ilçesi sınırları içinde) kıyıya bağlayan yol, Samanlı deresinin açtığı doğal koridoru (Samanlı vadisi) en kestirme yol olarak izleyip Yalova'ya iner. Bu sebeple kaplıca yöresinin tarihi şehrin tarihiyle paralel bir seyir takip etmiştir. Yalova şehrinin gelişmesi ve önem kazanmasında kaplıcaların ve bu tesislerdeki imar faaliyetlerinin payı olmalıdır.

Eskiçağ tarihi coğrafyasında Yalova ve Termal yöresi Bitinya bölgesi sınırları içinde yer alıyordu. Bir ara Batı Anadolu'nun büyük kısmına hâkim olan Frigler'in milâttan önce 1200 yıllarından itibaren bu yöreye ulaştıkları (Tunay, IX [1986], s. 507), daha sonra Dor göçleri esnasında Yunan kavimlerinin de bu çevreye geldiği bilinmektedir. Anadolu'daki Pers egemenliği döneminde kuvvetlenen Bitinya asilzadeleri, milâttan önce III. yüzyılın başlarına doğru Bitinya Krallığı adıyla bağımsız bir krallık kurduğunda Yalova yöresi bu krallığın sınırları içinde kaldı. Milâttan önce 74 yılında Bitinya toprakları Kral IV. Nikomed tarafından Romalılar'a bırakılınca Yalova çevresi de Roma hâkimiyetine geçmiş oldu. Kaplıcaların yöresinde Atatürk'ün emriyle kazılara başlayan Mansel, bu çevrede Roma dönemine tanıklık eden mezar taşlarına rastladığını bildirmektedir (Yalova ve Civarı, s. 13, 30). Bununla birlikte Helenistik ve Roma dönemlerinde Yalova kaplıcalarının henüz üne kavuşmadığı, sadece yakın çevre halkı tarafından kullanıldığı sanılmaktadır. Bu dönemi anlatan Strabon'un Bitinya bölgesinden uzun uzun söz ettiği halde Yalova civarındaki kaplıcalardan hiç bahsetmemesi bu durumu kanıtlar. Ayrıca Bursa civarındaki meşhur Çekirge kaplıcalarının Yalova kaplıcalarının ün kazanmasını engellemesinin de muhtemelen bunda etkisi vardır.

Yalova'nın ve kaplıcalarının meşhur olması Bizans dönemine rastlar. I. Konstantinos (324-337) tarafından İstanbul'un başşehir yapılması bu şehre Bursa'dan daha yakın olan Yalova kaplıcalarını canlandırdı ve İstanbul halkı için önemli bir yer haline getirdi. Bizzat yöneticilerin ve ailelerinin Yalova kaplıcalarına ilgisi de bu dönemde başladı. I. Konstantinos'un annesi Helena tedavi amacıyla Yalova kaplıcalarına gittiğinde kaplıca tesisleri imar edildi. O dönemde İzmit körfezini dolaşmak yerine Diliskelesi'nden (Aigialoi) karşısındaki Dilburnu'na geçmek suretiyle İstanbul-İznik yolunun kısaltılması Yalova'ya da avantaj sağladı, bu yoldan İzmit körfezini geçiş Yalova'yı İstanbul'a biraz daha yaklaştırdı. Aynı şekilde I. Iustinianos döneminde de (527-565) İmparatoriçe Theodora'nın kalabalık maiyetiyle birlikte (abartılı bir rivayete göre 4000 kişi) kaplıcalara gitmesi ve Iustinianos'un eskiden mevcut bir kilise ile bir hastahaneyi tamir ettirmesi, ayrıca burada yeni bir saray ve sıcak su kaynağının yakınında bir hamam yaptırması Bizans yönetiminin yöreye verdiği önemi gösterir. Aynı dönemde, saray mensuplarından Paulos Silentiarius adlı bir şairin sıcak su kaynaklarının şifalı tesirinden bahseden bir methiye yazması da Bizans hânedanının bu sıcak su kaynaklarına verdiği değere işaret eder.

Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Bey'in 1302'de bir Bizans birliğini yendiği savaş da (Bafeus) Yalova civarında yapıldı. Yalova ve çevresi tam olarak 726'da (1326) Türkler'in eline geçti. Fakat daha önce de yöre sürekli biçimde Türkler'in baskısı altında bulunduğundan Bizans'ın Yalova kaplıcalarına ilgisi azalmıştı. Türk döneminde İzmit körfezinin güney kıyıları Orhan Bey tarafından Karamürsel Gazi'ye timar olarak verilince Yalova ve çevresi de onun payına düştü. Türkler bu yöreyi İstanbul'un fethine kadar Bizans saldırılarına karşı başarılı bir şekilde korudular. Türkler'in Yalova'ya Yalakova (Yalakâbâd) veya Yalıova ismini verdiklerine dair bilgiler vardır. Fakat Yalakdere vadisinin bugünkü Yalova'nın 27 km. kadar doğusunda (günümüzde Altınova sınırları içerisinde) denize ulaşarak bir delta meydana getirdiği göz önüne alınırsa Yalakova isminin Yalova'ya değil daha doğudaki bu delta ovasına verilmiş olması ve Yalova isminin Yalıova'dan gelmesi daha mâkul görünmektedir. XVI. yüzyıl Osmanlı idarî teşkilâtında Yalova, Anadolu eyaletinin Hudâvendigâr livâsına bağlı bir kaza merkeziydi. Bu da kaplıcalarının şöhreti yanında Yalova kasabasının idare merkezi olacak boyutlara ulaştığını gösterir. Yalova'nın XVII. yüzyıldaki durumu hakkında bilgi veren Evliya Çelebi burayı 700 evi, yedi camisi, bir hamamı, üç hanı, kırk elli dükkânı bulunan, kalesi yıkılmış bir yerleşme yeri biçiminde tasvir eder. Evliya Çelebi'nin verdiği hâne sayısına göre o sıradaki nüfusunun 3000-4000 civarında olması gerekir. XVIII. yüzyılın başlarında meydana gelen bir deprem (25 Mayıs 1719) Yalova'da da önemli ölçüde hasara yol açtı. Aynı yüzyılın sonunda Yalova, İzmit sancağının Karamürsel kazasına bağlı bir nahiye merkezi durumundaydı. Bu sıralarda Yalova'da sanayi ve kültür faaliyeti olarak I. Mahmud döneminde 1741'de açılan ve daha sonra kapanan bir kâğıt fabrikasından söz edilmektedir (Ahmed Refik, s. 159-160, 164-165, 190). Yalova'nın da içinde yer aldığı kazanın adı ise kaynaklarda Yalakâbâd şeklinde geçmekte, fakat bu kazanın merkezinin neresi olduğu anlaşılamamaktadır.

XIX. yüzyılın Batılı yazarlarından J. V. Hammer, Yalova ve Yalova kaplıcalarına eserinde yer vermekte, İstanbullular'ın bu hamamlara rağbet ettiklerini, tedavi amacıyla gidenlerin burada kırk gün kaldıklarını yazmaktadır (Mansel, s. 20). Aynı yüzyılın ortalarında C. Texier, İstanbullular'ın Yalova'daki ılıcaları yakınlıkları sebebiyle Bursa'dakilere tercih ettiklerini belirtmektedir. Rus asıllı jeolog Tchihatcheff, Yalova'da dokuz adet sıcak su kaynağının bulunduğunu, sıcaklıklarının 61-65 derece arasında olduğunu söyledikten sonra sulara ait bir tahlil raporunu da vermekte, kaynaklardan hamamlara sıcak su getiren kanalların iyi durumda ve bakımlı olduğunu ilâve etmektedir.

II. Abdülhamid döneminde Yalova'daki imar faaliyetleri hızlandırıldı. Eski Roma hamamı 1316 (1898) tarihli bir kitâbeye göre Abdülhamid'in cülûsunun 25. yıl dönümü münasebetiyle "müceddeden tamir ve ihya" edildi. Yeni hamam ve otel inşaatı da II. Abdülhamid devrinde gerçekleştirildi, İstanbul ile Yalova İskelesi arasında düzenli vapur seferleri yapılmaya başlandı. II. Abdülhamid'in Yalova'ya bu kadar ilgi göstermesinde vaktiyle babaannesinin (Abdülmecid'in annesi Bezmiâlem Sultan) tedavi maksadıyla bu kaplıcalardan faydalanmasının da rolü olabilir. Yalova'daki kaplıcalardan birinin Vâlide Sultan'ın adını taşıması Abdülmecid'in annesinin Yalova kaplıcalarıyla yakın ilgisi dolayısıyladır. Bu da Yalova ve çevresinin XIX. yüzyılda Bizans dönemindeki ününe yeniden kavuştuğunu gösterir. O sıralarda Yalova yine müstakil İzmit mutasarrıflığının Karamürsel kazasına bağlı bir nahiye merkezidir.

10 Temmuz 1894'te meydana gelen büyük depremde bazı yayınlara göre Yalova'nın yarıdan fazlası, bazılarına göre ise tamamı harap olmuştur (Ceylan, Marmara Depreminin [17 Ağustos 1999] Yalova Şehrine Etkileri, s. 42). I. Dünya Savaşı'nın sıkıntılı yıllarında önemini yitiren Yalova ve kaplıcaları Kurtuluş Savaşı esnasında Yunan kuvvetleri tarafından işgal edildi (7 Ağustos 1920) ve bu işgal birkaç defa tekrarlandı. Şehir 19 Temmuz 1921'de işgalden büyük zarar görerek kurtuldu. İşgal sırasında idarî merkez geçici bir süre için daha doğudaki Kabaklı (Kapaklı) köyüne (günümüzde Çiftlikköy ilçesi sınırları içinde) taşınmıştır (Taner, Yalova'da Millî Mücadele, s. 63). Daha sonra Yalova'da yeniden imar faaliyetlerine girişildi ve şehir gelişti. 1927'de belediye teşkilâtı kuruldu. Yalova'daki asıl gelişme ise aynı yıl Atatürk'ün burayı ilk ziyaretiyle başlar. 19 Ağustos 1929'da ikinci defa Yalova'yı ziyaret eden Atatürk kaplıcaları da gezip buradaki büyük imar faaliyetleri için direktifler verdi. Kısa zamanda kaplıcaların çehresi değişti, Avrupaî kaplıcalar görünüşü aldı ve Yalova 2 Aralık 1929 tarihinde çıkan bir kanunla İstanbul iline bağlı bir kaza merkezi haline geldi. Bu idarî değişikliğin de Atatürk'ün isteği üzerine yapıldığı bilinmektedir.

Atatürk ölümüne yakın yıllarda Yalova'ya ve Yalova kaplıcalarına daha çok zaman ayırdı, hastalığına ilk teşhis burada konuldu ve tedavi amacıyla kaplıcalara sık sık gitmeye başladı. Bu çerçevede giderek ayrıcalık kazanan kaplıcalar dolayısıyla Yalova, Türkiye'nin hızla gelişen şehirlerinden biri haline geldi. Cumhuriyet'in başlarında nüfusu henüz 3000'i bile bulmayan (1935 sayımında 2635) bu küçük yerleşme Safran çayının (Eyrek çayı) batısına geçmeyen, sadece yalı boyu ile eski Yalova-Bursa yolunun iki tarafına yayılan gevşek dokulu bir görünümdeydi; 1939'da kasabada üç mahalleye (Süleymanbey, Rüstempaşa ve Merakuyu) yayılmış 461 ev vardı (Ceylan, Marmara Depreminin [17 Ağustos 1999] Yalova Şehrine Etkileri, s. 26). 1940'ta nüfusu biraz daha azaldı (2300); 1950'den sonra devamlı nüfus artışına geçti ve mekân üzerinde de genişlemesini sürdürdü. 1950'lerin başında yaklaşık 91,5 hektarlık bir alana yayılan Yalova kasabası (1950'de 3833 kişi) 1950'li yılların sonlarına doğru Safran deresinin sol (batı) yakasına da taştı (bahçeler içinde seyrek evlerden oluşan Bahçelievler adlı semt). Yalova'nın doğusundaki Hersek deltasında NATO'ya ait bir üs kurulunca burada çalışan Amerikalılar Yalova'ya ekonomik anlamda bir canlılık kazandırdı; bunlardan bazılarının Yalova'nın içinde oturacak yer araması inşa faaliyetini de hızlandırdı. Bu sebeple 1960'lı yıllara gelindiğinde Yalova'da ev sayısı 2500'e yaklaştı (2497), 1960 sayımında nüfus 10.000'i geçti (11.318). 1960'ların başında Yalova, Safran deresinin batısındaki Emir bayırı ile adı geçen derenin doğusundaki Yalova bayırı denilen hafif meyilli arazide ve kıyı boyunda yayılıyor, kıyıya paralel bir ana ulaşım ekseniyle bu ekseni dik olarak kesen kuzey-güney doğrultulu cadde ve sokaklardan ibaret basit bir plan örneği gösteriyordu. Mahalle sayısı 1961'de hâlâ üçü geçmemişti. Fakat 1962'de bu sayı yediye yükseldi (Rüstempaşa, Süleymanbey, Merakuyu, Bağlarbaşı, Bahçelievler, Gaziosmanpaşa ve Fevzipaşa). Sadece çarşı kesiminde görülen sıkışık durum çevreye doğru gidildikçe bahçeler içinde gevşek dokulu bir görünüm almaktaydı.

Yalova'nın hem mekân bakımından büyümesi hem de daha hızlı nüfus artışına sahne olması 1970'ten sonra başladı. Bu dönemdeki gelişmenin sebepleri arasında şehrin doğusunda büyük sanayi tesislerinin kurulması (tekstil, kimya, ipek, kâğıt, elyaf ve iplik, ambalaj vb.), yine doğu kıyılarında yazlık sitelerin çoğalması, çevrede gelişen çiçekçilik ve seracılık etkinliklerinin şehrin ticarî hayatına büyük katkı sağlaması sayılabilir. 1970 sayımında nüfus 20.000'e (17.689), 1975'te 30.000'e (27.289) yaklaştı. 1980'de ise 40.000'i aştı (41.823). Yerleşim alanındaki büyüme, batıda Samanlı deresinden başlayıp doğuda Kâzımiye deresine kadar batı-doğu istikametinde gelişti; içeriye doğru da vadi tabanlarını ve vadiler arasındaki bayırların (Samanlı deresiyle Safran deresi arasındaki Emir bayırı, Safran deresiyle Balaban deresi arasındaki Yalova bayırı, Balaban deresiyle şehrin en doğusundaki Kâzımiye deresi arasındaki Çiftlik bayırı ve Kuzuluk bayırı) sırtlarını izleyerek kuzey-güney doğrultusunda genişlik kazandı. Bu arada idarî durumunda da değişiklik yapıldı ve İstanbul ilinden ayrılıp yeni kurulan Yalova ilinin merkezi oldu (6 Haziran 1995). Bu gelişme, 17 Ağustos 1999 tarihinde meydana gelen Marmara depremine kadar sürdü; 1985'te 53.857'ye, 1990'da 65.823'e yükselen nüfus depremden önceki son tesbitte 80.000'e yaklaştı (1997'de 78.469). Deprem sırasında Yalova şehrindeki dokuz mahalleden en fazla can kaybı Bahçelievler (624 ölü) ve Kâzımkarabekir (595 ölü) mahallesindeydi. Dokuz mahalledeki toplam ölü sayısı 1449'dur. Yaralı sayısının 2543'ü bulduğu şehirde 7606 bina ağır hasar gördü. Bu depremden yaklaşık üç ay sonra meydana gelen 12 Kasım 1999 Düzce depreminde Yalova merkez üssüne daha uzak olduğu için fazla etkilenmedi (bir ölü, yirmi beş yaralı). Marmara depreminin ardından nüfusu azalan (2000 sayımında 70.118) Yalova şehri 2007 sayımında yeniden bir atılım yaptı (87.372) ve 2010 sayımında 100.000 nüfusa çok yaklaştı (98.347).

Yalova şehrinin merkez olduğu Yalova ili doğuda Kocaeli, güneyde Bursa ile komşudur; aynı şekilde Marmara denizinin iki körfeziyle sınırlandırılır (kuzeyde İzmit körfezi, güneyde Gemlik körfezi). Merkez ilçeden başka Altınova, Armutlu, Çınarcık, Çiftlikköy ve Termal adlı beş ilçeye ayrılır. 847 km2 genişliğindeki alanıyla Türkiye'nin en küçük ili olan Yalova ilinin sınırları içinde 2010 yılı sonuna ait nüfus verilerine göre 203.741 kişi yaşıyordu, nüfus yoğunluğu ise 241 idi. Diyanet İşleri Başkanlığı'na ait 2007 yılı istatistiklerine göre Yalova'da il ve ilçe merkezlerinde 53, kasabalarda ve köylerde 80 olmak üzere toplam 133 cami bulunmaktadır. İl merkezindeki cami sayısı 31'dir.

Kaynak: TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA