Sözlükte "işlemek, yapmak" anlamına gelen fi'l kökünden türemiş bir isim olup "iş, davranış, eylem" demektir. Terim olarak "mümkinin imkân sahasından çıkarılıp var kılınması" diye tanımlanabilir. Bunun dışında fiil (çoğulu ef'âl) "bir şeyin bir başka şey üzerinde etkili olması, müessirden meydana gelen etki, bir şeyin taşıdığı oluş vasfı, bir müessirin etkisiyle bir varlık üzerinde görünen şey" diye de tarif edilmiştir. Amel ve sun' da fiille eş veya yakın anlamlı kelimelerdir. Fiil sahibine fâil, âmil veya sâni' denilir. Fiil terimi insanın hem zihnî hem de bedenî eylemlerini ifade etmek için kullanılır.
Kur'ân-ı Kerîm'de hemen hepsi fiil kalıplarında olmak üzere 100'ü aşkın âyette geçen fiil kavramı (isim olarak sadece bir âyette geçer, el-Enbiyâ 21/73) Allah'a, meleklere, cinlere ve insanlara; isim ve fiil kalıplarıyla tekil veya çoğul olarak 300'den fazla yerde zikredilen amel kelimesi de yaratıklara nisbet edilmiştir. Bu âyetlerde Allah'ın, dilediğini yapan ve yaptıklarından sorumlu tutulmayan bir varlık olduğu bildirilirken O'nun izin vermemesi veya dilememesi halinde insanların hiçbir şey yapamayacağı ifade edilir (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, "ʿaml" ve "fʿal" md.leri). Muhtelif hadislerde de "iradeye dayalı davranışlar" demek olan fiil ve amel kavramları insanlara nisbet edilmiştir (bk. Miftâḥu künûzi's-sünne, "aʿmâl" md.).
Fiil kavramı kelâm ilminde genellikle kader problemiyle ilgisi bakımından ele alınır ve "ef'âlü'l-ibâd" veya "a'mâlü'l-ibâd" başlığı altında incelenir. Kulların fiillerinin itikadî bir mesele olarak ortaya çıkışı I. (VII.) yüzyıla kadar uzanır. Âhiret hayatında herkesin varacağı yer Allah tarafından önceden belirlendiğine göre dünyada iyi veya kötü amel işlemenin ne etkisi olabileceği şeklinde bazı sahâbîlerce Hz. Peygamber'e soru sorulduğunu nakleden rivayete bakılırsa (meselâ bk. Buhârî, "Tevḥîd", 54; Müslim, "Ḳader", 6-9), insanın fiilleriyle kader arasındaki ilişkinin Asr-ı saâdet'ten itibaren müslümanların zihnini meşgul etmeye başladığını söylemek mümkündür; ancak konunun, genellikle Resûl-i Ekrem döneminden sonra ortaya çıkmış ilk itikadî problem olduğu kabul edilir. Rivayete göre Sıffîn Savaşı'ndan sonra Hz. Ali'ye, fiillerini işlerken insanın icbar altında olup olmadığı sorulmuş, o da kadere iman etmek gerektiğini, fakat bunun fiillerin icbar altında yapıldığı anlamına gelmediğini söylemiştir. Buna benzer bir soru Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas ve Hasan b. Ali'ye sorulunca onlar da aynı cevabı vermişlerdir (Müslim, "Îmân", 1; İbnü'l-Murtazâ, s. 7-10).
Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi