Red Ne Demek? Red Ne Anlama Gelmektedir?

Sözlükte “geri verme, geri çevirme” anlamına gelen redd kelimesi belirli pay sahiplerinin (ashâbü’l-ferâiz) mirastan paylarını almalarından sonra artan miktarın -asabenin bulunmaması sebebiyle- payları oranında yine onlara dağıtılmasını ifade eder

Böyle bir durumun ortaya çıktığı miras meselesine reddiyye denir. Hz. Ali ve Abdullah b. Mes'ûd gibi birçok sahâbînin red usulünü kabul ettiği nakledilmiş, Hanefî ve Hanbelî mezhepleri de bu görüşü benimsemiştir. "Allah'ın kitabına göre yakın akrabalar birbirlerine -vâris olmaya- daha uygundur" âyetinin (el-Enfâl 8/75) genel hükmü Resûl-i Ekrem'in, hastalığı sebebiyle ziyaret ettiği Sa'd b. Ebû Vakkās'ın, "Ey Allah'ın elçisi! Benim kızımdan başka mirasçım yok" demesini hatalı görmemesi (Buhârî, "Ferâʾiż", 6; Müslim, "Vaṣiyyet", 5-8) ve, "Ey Allah'ın resulü! Anneme bir câriye hediye etmiştim, annem vefat etti ve câriyeyi miras bıraktı" diyen bir kadına, "Sen sevabını aldın. Câriyeyi de Allah miras yoluyla sana geri gönderdi" (Müslim, "Ṣıyâm", 157; Ebû Dâvûd, "Veṣâyâ", 12) cevabını vermesi red usulünün delilleri arasında sayılmıştır. Zira tek başına mirasçı olan kızın hissesi yarım olduğu halde belirtilen örneklerde Hz. Peygamber terekenin tamamının kıza verileceğine hükmetmiştir. Meselâ anne ve kız mirasçı oldukları takdirde annenin hissesi altıda bir, kızın hissesi altıda üç, anne ile kızın hisselerinin toplamı altıda dört olup kalan iki hisse de bu mirasçılara hisseleri oranında red yoluyla verilir. Bu durumda payların toplamı ortak payda kabul edilip tereke altı hisseye değil dört hisseye bölünür; anne dörtte bir, kız da dörtte üç hisse alır. Bu yöntemle anne ve kız artan kısmı hisseleri oranında paylaşarak terekenin tamamına sahip olup aslında kendileri için belirlenen paylarından fazlasını almış olurlar.

Hz. Ali ve Abdullah b. Mes'ûd ile Hanefî ve Hanbelî mezheplerine göre eşler için red usulü söz konusu değildir. Hz. Osman ve Câbir b. Zeyd'e göre ise red usulü eşler için de geçerlidir. Eşler paylar toplamının paydadan fazla olması (avl) sebebiyle diğer mirasçılar gibi belirli paylarından daha az aldıklarına göre bu durumda da red usulüne göre belirli paylarından fazlasını almalıdırlar; zira zarara ortak olanın kâra da ortak olması gerekir. Sahâbeden Zeyd b. Sâbit ile Şâfiî ve Mâlikî mezheplerine göre red usulü kabul edilmemiş, pay sahiplerinin paylarından artan kısmın beytülmâle intikal edeceğine hükmedilmiştir.

Bu görüşün gerekçeleri şöyle özetlenebilir: Kur'an ve Sünnet'te hisseleri belirlenmiş pay sahiplerine bundan fazlasını vermek nassın hükmüne aykırıdır. İslâm hukukunda mirasçılık hısımlık ve din birliği olmak üzere iki sebebe dayanır. Aralarında kan veya evlilik bağı bulunanların bu sebeple belirli hisselerini almalarından sonra bu sıfatla başka bir alacakları kalmayıp arta kalan kısım din birliği sebebiyle bütün müslümanların ortak hissesi olur ve bu konuda alacaklı olan müslümanları beytülmâl temsil eder. Red usulünü benimseyen Hanefî ve Hanbelîler bu gerekçeleri eleştirirken hısım olmayan müslümanların ölen kişiye yakınlığının sadece din yönünden, hısım olanların ölene yakınlığının hem din hem hısımlık yönünden olduğunu, dolayısıyla ölene iki yönden yakın olan hısımların terekeden artan miktarı alma hususunda diğer müminlere göre öncelik hakkına sahip olduğunu belirtirler. Şu var ki III. (IX.) yüzyıldan itibaren Mâlikîler ve IV. (X.) yüzyıldan itibaren Şâfiîler de beytülmâlin düzeninin bozulup kamu malının adaletlice dağıtılmadığı gerekçesiyle red usulünü kabul etmiş ve dört mezhebin uygulaması bu yönde olmuştur.

Kaynak: TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA