Esame ne demektir?

Arapça esmâ (ismin çoğulu) kelimesinin çoğulu esâmîden bozulmadır. Osmanlılar'da devletten maaş alan kapıkulu askerlerinin adları, diğer malî kayıtlarda olduğu gibi, okunması zor bir yazı türü olan siyâkatle tutulan ve bazan kütük adıyla da anılan ulûfe defterlerine kaydedilirdi. Bu defterlerde geçen isimler bir çeşit kadro kaydı olduğundan bunlara esâme, burada adı geçen kapıkulu askerlerine verilen belgelere de esâme kâğıdı veya esâme pusulası denirdi. İlgili defterdeki kayda uygunluğunu belirtmek için mühürlenen bu kâğıtlar, ayrıca "mühürlü" anlamına gelen memhûr adıyla da anılırdı. Adı ulûfe defterinde yazılı olup elinde esâme kâğıdı bulunduranlara esâmeli adı verilirdi. Ocak düzeninin henüz bozulmadığı dönemlerde ölen, ocaktan çıkarılan veya idam edilenlerin adı siyah mürekkeple defterden silinir, buna da "esâme çalmak" denirdi. Yeniçeri esâmeleri zaman zaman incelenir, defterde adı olmayanlardan dirlik iddiasında bulunanlar reâyâ defterine kaydedilirdi (BA, MD, nr. 111, s. 616). Esâme suretleri yeniçeri efendisinin dairesinde tutulurdu.

XVII. yüzyıldan itibaren ocak nizamının bozulmasına paralel olarak esâmeler alınıp satılmaya başlandığı gibi boşalan kadrolara (mahlûl esâmeler) maaş çıkarılmış ve bunlar başkalarının cebine girmiştir. Bu sebeple zaman zaman fazla veya boşalmış esâmelerin tesbiti yapılır ve tahakkuk eden paranın hazineye kalması sağlanırdı. Sonradan ocağa girenlerden ayırt edilmek için gerçek ocaklılara "sahîhü'l-esâmî" denirdi.

Esâme kâğıtlarının alınıp satılmasına I. Mahmud zamanında (1730-1754) resmen izin verilmiş, böylece ocak nizamının bozulma sebeplerine bir yenisi eklenmiştir. Bu durumda, ölen Kapıkulu Ocağı neferlerinin tesbiti imkânı kalmamış, kadrolar ilgili veya ilgisiz kimselerin eline geçmiştir. 1768'de çıkan Osmanlı-Rus savaşının uzaması da ocağa yeni kimselerin alınmasına ve kadroların oldukça artmasına yol açmıştır. Hatta hükümetin müsaadesiyle eşkinci* esâmesiyle emekli olmalarına izin verilenlerin ellerindeki tekaüt esâmelerini para karşılığı askerî sınıfa mensup olmayanlara satmaları da zamanla eşkinci askerinin azalmasına, seferlerde yeni askerlerin yazılmasına sebep olmuştur (Esad Efendi, s. 23). Böylece bazı kişilere yeni bir kazanç kapısı açılmıştır. Bu maaş kâğıtları bir nevi esham, tahvil ve hisse senedi gibi alınıp satılarak el değiştirmiş, ulûfe dağıtım zamanlarında ellerinde esâme kâğıdı bulunanların devletten maaş almalarına vesile olmuştur. Bazı kimseler ellerinde birden fazla (bazı kişilerde 500 kadar) esâme bulundururlardı; bunların aldıkları mevâcib*e "müft-hâr ulûfesi" (bedava yiyici ulûfesi) denirdi.

XVIII ve XIX. yüzyıllarda Yeniçeri Ocağı'nı ıslah çalışmaları çerçevesinde bu esâme alım satımının önüne geçilmeye çalışıldı. III. Ahmed zamanında (1703-1730) bununla ilgili olarak boşalan kadroları haber verenlerin ödüllendirilmesi, ocak emekliliklerinin padişahın izniyle olması, "tashih-bedergâh" olmadıkça hiç kimseye esâme verilmemesi, ocağa alınmaların yeniçeri ağasının mühürlü listesi ve kontrolü altında yapılması esasları getirildi (BA, İbnülemin, Askerî, nr. 7745). Fakat esâme suistimaliyle asıl mücadele III. Mustafa (1757-1774) ve daha sonraki padişahlar zamanında oldu. Zira XVIII. yüzyılın son çeyreğinde on binlerce kişiye ulûfe çıkarken savaşa gideceklerin sayısı 5-10.000 civarında kalıyordu; esâmelerin önemli bir kısmı tahvilât gibi sivil halkın elinde dolaşıyordu. Nitekim III. Mustafa zamanında gerçekleştirilen bir tahkikatta esâme suistimalinin ocak dışında ulemâ, devlet ricâli ve saray ağaları tarafından yapıldığı ortaya çıkmıştı. XVIII. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul'da bulunan d'Ohsson bu esâme senetlerinin serbestçe alınıp satıldığını, önemli mevkilerdeki devlet büyüklerinin kendi adamlarına ve hizmetkârlarına bu senetlerden alabilmek için ocak zâbitlerini sıkıştırdıklarını, böylece askerlikle ilgisi olmayan değişik sınıftan kişilerin devletten maaş alabildiklerini, her savaşta esâme sayısının arttığını, ölümlerin bile bu sayıyı azaltmadığını belirtmektedir. Çünkü bir kapıkulu askerinin ölümü gizli tutulur, tahakkuk eden maaşını da bağlı olduğu zâbiti alırdı. Eğer esâmeyi satın alan kişi ölürse onun mahlûl maaşını akrabası veya vârisleri almayı sürdürürdü.

I. Abdülhamid döneminde (1774-1789) esâme suistimalini önlemek için tedbir alınmaya devam edildi. Bu tedbirler çerçevesinde, ölen yeniçeriyi haber verenlere mükâfat olarak ilgili mahlûl esâmedeki miktarın onda birinin bırakılması, bu senetteki ikinci onda birin kalem dairesine, üçüncü onda birin de yeniçeri ağasına kalması kararı alındı. Ayrıca ağanın bunu dilediği şekilde orta ve bölüklere taksim edebilmesi hükmü de getirildi. Fakat bu tedbir de beklenen sonucu vermedi. Orta ve bölük kumandanları mahlûl esâmeleri kendileri için almayı sürdürdüler. Meselâ 1778 yılında yeniçeri ağalığından sadrazam olan Kalafat Mehmed Paşa'nın azlinden sonra müsadere edilen malları arasında günde 12.700 akçe gelir getiren esâmeler de çıkmıştı. Aynı şekilde hazinedarının üzerinde de günlük geliri 9000 akçe tutan esâmeler bulunmuştu. Sadrazam Halil Hamîd Paşa 1782-1785 yıllarındaki sadâreti sırasında esâme suistimalini önlemeye çalışarak esham ve tahvilât gibi esâme alınıp satılmasını yasaklayıp kâr amacıyla ellerde dolaşan esâme kâğıtlarının geçersiz olduğunu ilân etmişse de şiddetli muhalefet yüzünden mücadelesinde pek başarılı olamamıştır.

Esâme alım satımı III. Selim devrinde (1789-1807) had safhaya ulaştı. Onun zamanında Rusya ile savaş devam ederken Yeniçeri Ocağı'nın ıslahı çerçevesinde esâme meselesine de el atıldı. Ocaktaki mükerrer esâmelerin tesbiti istenerek bunların bir odadan diğer odaya nakli yasaklandı. Yüksek ücretli dalkılıç esâmelerinden elinde bulunduranları haber verenlerin ödüllendirileceği ve esâme satımının yasak olduğu yolunda bir buyruldu çıkarıldı (BA, Cevdet-Askerî, nr. 5197).

Esâme suistimaliyle mücadele XIX. yüzyılda II. Mahmud zamanında da (1808-1839) sürdü. Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa asıl defterli askerler dışında, devletten ulûfe alanların ellerindeki esâmeyi tamamen kaldırmak için padişaha arzda bulundu. Fakat başlangıçta devletçe müsaade edilmiş olduğundan bunları para ile satın alanların uğrayacağı zararların göz önüne alınması, II. Mahmud'un ocağı temelinden kaldırmak için fırsat kollamakta olması ve bu yüzden ocaklıyı karşısına almak istememesi, Alemdar Mustafa Paşa'nın teklifinin onaylanmasına engel oldu. Sadece kendi istekleriyle esâme kâğıtlarını getirenlere gümrüklerden yarı bedellerinin verileceği, getirmeyenlerin ileride bütün esâmelerinin hazineye kalacağı yolunda bir irade çıkarıldı. Bu işlemler için kırk günlük bir süre tanındı; bu süre içinde esâme kâğıtlarını getirmeyenlerin gümrük akçesinden de mahrum edilecekleri ilân edildi. Bunun üzerine elinde esâme bulunduran halk ve esnafın çoğu bunları gümrüğe getirerek yarı bedellerini aldı. Bu uygulama ile on gün içinde 100.000 akçe gibi önemli bir meblağ hazinede kalmıştır.

Esâme adı ve suistimali bir süre sonra Yeniçeri Ocağı'nın ilgasıyla birlikte (1826) tarihe karışmıştır.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA