Süper Güç olmanın ekonomik, askeri, politik ve kültürel şartları vardır. Her şeyden önce küresel bir dış politikanın kendine özgü güvenlik parametreleri, enstrümanları ve kurumları var olmalıdır. Bu şartların tamamını diğer büyük güçler karşısında tamamlamak ise sanılandan daha uzun ve zorlu bir süreçtir.
"Süper Güç" olmak, bir yerde dünya sahnesinde başta kendinden sonraki diğer büyük güçler arasında olmak üzere, bütün bir uluslararası toplumda hemen bütün konu ve sorunlarda belirleyici-dengeleyici olabilmektir. Geleceğin dünyasında bu rol için, zayıflayan ama hala hâkim görünen ABD karşısında Çin olasılığından bahsedilmekte, uluslararası toplumda "Uyuyan dev uyandı" denilmektedir.
Bir büyük gücün ekonomik olarak diğer güçler arasında zirveye yükselmesi ile süper güç konumuna ulaşabilmesi arasındaki gerek şartlar ve parametreler mutlaka farklıdır. Fakat şu da bir gerçektir ki ekonomik olarak zirveye yükselmiş olan güç karşısında rakip güç ya da güçlerin uzun süre diğer sahalardaki üstün konumlarını sürdürmeleri de geleceğin dünyasında bugünkünden mutlaka daha zor ve kısa olacaktır.
Çin'in, 1978'de, Deng Xiaoping döneminde başlattığı ekonomik reform sürecini geçtiğimiz 30 sene boyunca çok başarılı bir şekilde sürdürdüğü her yönü ile aşikâr. Daha yolun başında, 1978'de Çin'de reformlar başladığı vakit, yoksulluk sınırı altında yaşayan nüfus 270 milyon iken 1985'te bu sınırı 97 milyon çekmeyi Deng reformları başarmıştır. 1993'e gelindiğinde Çin dünyanın en çok yabancı sermaye ve yatırım çeken ülkesi konumuna yükselmiş ve 15 sene içinde dünya ticaretindeki payını 4 kat artırmıştır.(1) Dünya Bankası raporları ise geçtiğimiz 30 yıl içerisinde Çin'de 600 milyon insanın yoksulluk sınırının üzerinde yaşam imkânına kavuştuğuna işaret etmektedir. 2005 yılına gelindiğinde Komünist Çin'de, kamu sektörünün GSMH içindeki payı %30'ların altına kadar düşürülmüş, 1985-2010 arasındaki 25 yıl boyunca ortalama %9,5 civarında büyüme sağlanmıştır. Bugün gelinen noktada Çin, dünyanın en büyük ihracatçısı ve 2. büyük ithalatçısıdır.
Çin'in geçtiğimiz çeyrek asrı böylesine parlak bir iktisadi başarı hikayesidir ve bu yüzden bugün Batı Dünyası'nda yüzlerce araştırma ve düşünce kuruluşu Çin'in içinden geçtiği bu süreci anlamaya-yorumlamaya, geleceğin 'Süper gücü'nün Çin olması ihtimali karşısında Batı'nın nasıl bir profil çizeceğini tayin ve tespit etmeye çalışmaktadır.
Dolayısıyla Batı Dünyası için uzun zamandan bu yana bir "Çin Meselesi" mevcut. Acaba Pekin'de de bu işler böyle mi yürüyor? Pekin'in Batı'ya özelde ABD'ye ve gelecekte muhtemel bir Çin-ABD rekabetine bakışı nasıl?
Geçtiğimiz günlerde, John Lee'nin, Batı'nın saygın yayınlarından Foreign Policy Dergisi'nde yayımlanan makalesi bu konuda ilginç noktalara temas ediyordu. Lee makalesinde şunları söylüyor:
" Çin Komünist Partisi'ne ait Global Times gazetesinin perşembe günkü baskısında yer alan başmakalenin başlığı "Bin Ladin'den sonra Çin, ABD'nin düşmanı mı olacak?" şeklindeydi. Makalede "Çin dünya tarihinde yükselen en yalnız güç olabilir" kabulü vardı. Makale bize Pekin'in dünya görüşü ile ilgili iki hususu hatırlatıyor. Birincisi Çin, ABD'ye muhtemelen Amerikalıların farkında olduğundan daha fazla saygı duyar ve hatta korkar. İkincisi de Çin'in tecrit edilmişlik duygusu bir oyun değil, kronik ve gerçektir. Usame Bin Ladin'in ölümü Amerika'nın Asyalı müttefikleri ile yeniden bir araya gelmesini hızlandıracaktır. Washington, 11 Eylül saldırılarından sonra tüm dikkatine terörizm ve Ortadoğu'ya kaydırınca Çin büyük bir rahatlama yaşadı.
Çinli liderler ve stratejisiler, iki savaşla dikkati dağılan ve zayıf bir ekonomi ile boğuşan Amerika'nın, nüfuzunu Asya ve ötesine taşıması için Çin'e paha biçilmez bir fırsat penceresi açtığını düşündüler. Fakat Pekin, Washington'un stratejik dikkatinin er ya da geç doğuya yöneleceğini, Bin Ladin'in ölümünün de bugünün gelişini hızlandıran bir adım olduğunu kavradı. Çin Sosyal Bilimler Akademisi'nden(CASS) önemli bir analist bu durumu "Amerikan mızrağının ucu yakında yine Pekin'e doğrultulacak" sözüyle ifade etti. CASS'ta önde gelen akademisyenlerin son 100 makalesi üzerine yaptığım araştırmada, her beş makaleden dört kadarının ABD hakkında olduğunu tespit ettim. Bunlar ya Amerikan sistemi ve siyasi değerlerini anlamaya yönelikti ya da Amerika'nın gücü ve nüfuzu azaltılamazsa nasıl sınırlandırılıp, alt edilebileceğini tarif ediyordu. Çin uzunca bir süredir Amerika ile rekabete girmenin kaçınılmaz olduğu görüşündedir."(2)
baha.erbas@usasabah.com
(1)-Zero-Sum Future-American Power in An Age of Anxiety, Gideon Rachman, p.24