Türkiye, zor bir üç yıldan geçti. Gezi Parkı ayaklanması, protestocuların temsilcileri Erdoğan'la görüşmelerinde söz vermelerine rağmen 15 gün boyunca boşaltılmayınca polis tarafından biber gazı ve tazyikli suyla bastırıldı. Hâlbuki, Türkiye'nin en işlek meydanı 15 gün boyunca işgal edilmişti, barikatlar kurulmuştu. Yurt genelinde de polis araçları veya halk otobüslerinin devrilip yakılması, özel mülk olan dükkânlara ve evlere zarar verilmesi gibi hadiseler yaşanmıştı. Taksim esnafı devlete müdahale etmesi için yalvarır hale gelmişti. Ancak ne Batılı devletlerin açıklamalarında ne de yabancı medyada bunları görmediniz. Çünkü Haziran 2013'ten bu yana Türkiye'ye dair sadece tek yanlı ve önyargılı bir bakış benimsendi.
17-25 Aralık'ta, Fethullah Gülen'in müridlerinden oluşan emniyet-yargı kliği harekete geçtiğinde de benzer bir durum söz konusu oldu. Aynı odaktan aldıkları emirle hareket ettikleri, daha önceki davalarda yaptıkları yolsuzluklardan belli olan savcı ve polisler, devletteki makamlarından aldıkları güçle Erdoğan'ı devirmeye kalkıştılar. Gülen, 40 yıldır emniyet ve yargıya mensuplarını yerleşmeye teşvik eden bir imamdı. Buna dair video kayıtları da sözleri de ortada. İnsanların yatak odalarına kadar bilgilerin toplandığı kendi istihbarat havuzunu oluşturmuş bir örgüt söz konusuydu. Devlete memur alımı sınavlarında mensuplarının soruları çaldığı belgelenmiş bir örgüt. Dışişleri Bakanı ile İstihbarat müsteşarının çok gizli konuşmalarını youtube'ye sızdıracak kadar devletin merkezine yerleşmiş, otonom bir yapı kurmuş bu örgüte ilişkin bunların hiçbirini yine Batılı devletler veya yabancı medya Türkiye'yi değerlendirirken kale almadı.
Ama ne oldu? Hikâyenin hiç anlatmadıkları tarafını iyi bilen Türkiye halkı önce 30 Mart yerel seçimlerinde ve 4 ay sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan'a çoğunluk oyunu vererek tercihini vandallardan veya illegal örgütlerden değil, sivil ve meşru siyaset alanından yana kullandı.
Türkiye, Suriye meselesinde ve özellikle PKK ile mücadelesinde benzer bir aşılmaz duvara tosladı. İlginçtir, PKK liderlerinden Murat Karayılan bile Batılı devletlerden ve yabancı medyada daha dürüst davranış, "PKK'nın şehirde savaş başlatması hataydı" dedi. Oysa Batılı devletler de ve özellikle yabancı medya da savaşı Türk hükümetinin başlattığını, devletin şehirleri yıktığını savunuyordu.
Yine hikâyenin hiç anlatılmayan tarafını iyi bilen Türk halkı bu yüzden Ak Parti'ye 1 Kasım seçimlerinde %49,5luk oy oranıyla kusursuz bir onay verdi. Ancak Batılı devletler ve yabancı medya, buna rağmen, "Acaba neyi eksik analiz ediyoruz?" diye bile kendine sormadı.
İnsanların sokaklarını işgal edip kaldırımlara bomba düzenekleri yerleştiren, polisle çatışırken evlere roketatar fırlatıp çocukları öldüren, yataklarında uyuyan polisleri infaz eden ve en son Ankara'daki iki canlı bomba saldırısında 68 vatandaşımızı katleden PKK'ya yönelik de bu mecralardan bir kınama duymadınız.
PKK'nın iki canlı bombasının da Suriye'de YPG'de eğitim görüp Türkiye'ye mülteci kılığında girmiş olması da, Marie Claire'e kapak olan YPG'den bir kadın, başkentimizin en işlek meydanındaki bir otobüs durağına girerek kendini patlatmış olması da Batılı devletler ve yabancı medya için bir şey fark ettirmedi. Canlı bombayı Brüksel'de patlatan teröristti, Ankara'da patlatan DAEŞ'e karşı savaştaki müttefikleriydi ne de olsa.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Nükleer Zirve için Washington'da bulunuyor. Çeşitli düşünce kuruluşu temsilcileri, Yahudi dünyasının ileri gelenleriyle yaptığı toplantılarda, John Kerry ile görüşmesinde işte bu hikâyenin hiç anlatılmayan yanlarını anlatacak. 3 milyonluk mülteci yüküyle boğuşurken Türkiye'nin istikrarının neden AB'nin istikrarıyla eşdeğer olduğunun görülmesi gerektiğini, DAEŞ'le mücadelede neden kilit önemde olduğunu, IKBY Başkanı Barzani'nin de ilan ettiği gibi YPG'nin ABD tarafından terör listesinde olan PKK'dan neden farkı olmadığını tekrar izah etmeye çalışacak.
Umarız ki bu sefer, hikâyenin anlatılmayan yanı biraz olsun anlaşılır.