Avrupa Birliği (AB) tarihin en büyük sivil toplum projelerinden biriydi.
Brüksel'deki hesaba göre, ekonomik ve politik kriterlerle istikrara ulaşan Birlik üyeleri, Avrupa'nın iç savaşlar ve darbelerle dolu geçmişini tarihe gömecekti.
Birlik, uzun yıllar boyunca meşruiyetini ve prestijini de işte bu sivil niteliğinden aldı.
Türkiye'nin yarım asırı aşan üyelik sürecinde AB bu perspektifini Türkiye'ye de hissettirdi.
Birlik, özellikle 80'li yıllardan itibaren askeri vesayet sisteminin geriletilmesi için Türk hükümetlerine destek oldu. Ülkede yalnızca siyasetin askerlerin baskısından kurtarılması için değil, askeri politikaların da sivillerce belirlenmesi gibi ileri bir perspektifin destekçisi oldu.
Tıpkı İspanya'nın geçiş sürecinde olduğu gibi, askerin tamamen teknik faaliyet göstermesi için Türk siyasetini ve halkını yüreklendirdi.
Ancak aynı AB, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) bu konuda yapısal adımlar atıp sivil alanda gücünü arttırdıkça garip şekilde Ankara'ya karşı hırçınlaştı.
Pek çok AB karşıtı milliyetçi Türk, Birliğin bu tavrının yıllardır savunduklarını "gizli ajanda" teorisinin bir kanıtı olduğunu daha yüksek sesle söylemeye başlamıştı.
Onlara göre AB Türk ordusunun siyasetteki rolünün azalmasını istemesine istiyordu. Ancak bu ilerlemenin siyasetin muktedirleşmesi ve teknik alana çekilen askerin profesyonelleşmesi ve güçlenmesi sonucunu doğrumasını istemiyordu. Yani onlara göre hedefleri sadece ve sadece Türkiye'nin güçsüzleşmesiydi.
AB ne yazık ki, bu zihniyetle yıllarca mücadele eden Ak Parti siyasi alanda güç kazanmaya başladıkça milliyetçilerin elini güçlendiren söylemlerine ağırlık verdi.
15 Temmuz 2016'da kalkışılan askeri darbe öncesinde Türkiye karşı söylemleri ve icraatlarıyla da adeta, yüzüne modernist maskesi geçiren gerici cuntanın ekmeğine yağ sürdü. Açılan ve aşama kaydedilen fasıllar kapattı, üyelik perspektifini imkansızlaştırdı.
Darbe girişiminin baş aktörü olan Fetullah Gülen tarikatının, AB ile müzakere yürüten, seçilmiş sivil iktidara karşı her türlü salvosuna alkış tuttu.
Brükselin darbe girişimi esnasında ve sonrasında takındığı tavır da farklı olmadı.
Önceki yıllarda sivil siyaset şövalyesi olarak nutuklar atan AB yetkilileri, darbeci askerlerin sokağa çıkıp halkı ve parlamentoyu taradığı 15 Temmuz gecesi derin bir uykudaydı.
Birlik, yalnız bıraktığı Türk halkı ve siyaseti darbeyi kahramanca püskürttüğünde de sessizliğini korudu. Hatta darbecileri kınamadığı gibi, sivil siyasete desteğini gösterecek her türlü açıklamadan özenle kaçındı.
Yetmiyormuş gibi, askerin kışlaya döndürülmesi için alınan tedbirleri ve devletin yasalara uygun olarak meşru müdafaa hakkını kullanmasını eleştiridi. Bugün de 249 vatandaşın ölümünden sorumlu olan darbecilerin pek çoğu AB ülkelerinde el üstünde tutuluyor, AB Hukuk sistemi içindeki Türk yargısına iade edilmiyor.
Birliğin, 2 gün sonra, 15 Temmuz darbesinin yıldönümünü anacak olan Türk halkına son sürprizi ise, Avrupa Parlamentosu'nun aldığı üyelik müzakerelerin dondurulması kararı oldu.
İşte bir zamanlar AB'ye desteğin yüzde yetmişlere vardığı Türkiye kamuoyu bu ruh haliyle 15 Temmuz'u anmaya hazırlanıyor.