Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BAŞYAZI MEHMET BARLAS

Her ahlak dışı davranış suç olmayabilir...

Önce 12 Eylül'ün sonra da 28 Şubat post-modern darbesinin faillerinin yargı önüne çıkartılmaları, geçmişte hiç alışık olmadığımız bir tartışma ortamını da gündeme getirdi.
Alıştığımız anlayışa göre "Başarılı darbe" aynı zamanda "Meşru darbe" anlamına da geliyordu.
Ancak Talat Aydemir gibi başarısız darbeciler cezalandırılabilirlerdi.
Şimdi bu yeni durum, doğal olarak kavram kargaşalarını da gündemimize taşıdı.
Örneğin çeşitli sivil meslek sahiplerinin darbelerin gerçekleştiği ve "Geçiş dönemi" olarak siyasal yaşamımızın doğal parçaları gibi kabul edilen dönemlerdeki davranışları konusunda farklı değerlendirmeler yapılıyor.

Ahlak ve hukuk
Kanımca bu konuda "Ahlak" ile "Hukuk"u aynı kefeye koymaktan kaçınmamız gerekiyor.
Darbe eyleminde doğrudan veya ikincil biçimde yer almış, bu darbeden maddi çıkar sağlamış, darbeyi kullanarak ticari veya siyasi rakiplerini tasfiyeyi amaçlamış kişilerin yargı kararı ile "Suçlu" bulunmaları ve hukuki müeyyidelerle karşı karşıya gelmeleri tabii ki doğaldır.
Ancak bir de darbe ortamının vesile olduğu "Ahlak dışı davranışlar" vardır.
Örneğin darbenin hedef aldığı meslektaşlarını fırsattan istifade ederek karalamak, post-modern yöntemlerle beyin yıkama faaliyetine kendi ideolojisi doğrultunda katkıda bulunmak, doğan durumlardan benzer vazifeler çıkartmak, "Suçluluk"tan çok "Ahlaksızlık" kapsamına girer.

Ahlaksız damgası
Gelişmiş bir toplumda "Ahlaksız" damgası, "Suçlu" olmak kadar etkili bir ağırlık yükler kişiye.
Çok bilinen bir söylemi yine hatırlayalım.
Adalet hassas terazi benzeri bir aygıt olmalıdır.
Daha kaba bir benzetme ile adalet makineli tüfeğe değil keskin nişancılığa dayalı bir silaha benzeyen bir cezalandırma aracı olmalıdır.
Şimdi biz Türkler de kavram kargaşalarını geride bırakmak noktasındayız.
Çok yakın zamana kadar sosyo-politik yaşamımızın olağan gelişmeleri olarak kabul edilen eylemler, şimdi "İnsanlığa karşı işlenmiş suçlar" kapsamına giriyor.

Yeni bir dönem
Siyasal, felsefi, ırksal veya dini nedenlerle toplumun belli bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak baskı veya tasfiye uygulamaları, artık bizim hukukumuzda da "İnsanlığa karşı işlenen suç" oluşturuyor.
"Tarihimizle yüzleşmek" sürecinde bu tür fiillerin varlığını öğrenmiyor muyuz?
Bunun gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkının kabulü ile bu mahkemenin içtihadının Türk yargısı için üst hukuk metinleri olması gibi radikal bir değişim, görmezden gelinebilir mi?
Bu açıdan Türk yargısı bir üst yargı tarafından sürekli yargılanmakta değil midir?
Kısacası darbeleri yargılar ve tartışırken de, eskisinden farklı düşünmek zorundayız.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA