Türkiye'nin en iyi haber sitesi
TULU GÜMÜŞTEKİN

Cumhurbaşkanlığı seçimleri

Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça, kamuoyunda kimlerin aday olacağı hususunda beklentiler arttı. AK Parti cephesinde, adayın temmuz başında belli olacağı söylendi ancak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, etkin bir başkanlık stratejisi oluşturmak için Çankaya'ya aday olması çok ciddi bir olasılık.
Muhalefet
partileri ise, uzun arayışlardan sonra hiç beklenmedik bir "ortak aday" bularak, gündeme hareket kazandırdılar. Kimsenin beklemediği, CHP ya da MHP ile herhangi bir bağı olmayan, Refah Partisi kökenli Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu, muhalefetin "çatı adayı" olarak tanıtıldı. İki turlu seçimlere hiç alışık olmayan bir toplumda, "çatı adayın" ilk turda çıkmayacağı, bunun için ilk tur sonrasında, ikinci turda seçim sisteminin doğasına uygun olarak seçmenin "çatı adayları" kendisinin belirleyeceği hususu da muhalefette kimsenin pek aklına gelmedi.
Seçim sisteminin yeni olması ve ilk defa doğrudan oyla Cumhurbaşkanı seçecek olmamızı göz önüne alarak, "ortak aday" terminolojisi konusunda müşkülpesent davranmamanın daha iyi olacağı düşünülebilir. Ne var ki, ana muhalefet partisi, kendisinin aday göstereceği kişinin "Türkiye'yi bilen" bir yapıya sahip olmasını koşul olarak öne sürmüştü. Muhtemelen, kamuoyunun bilgisi olmaksızın bu koşuldan vazgeçildi, yoksa Türk bürokrasisinde ve devlet yapısında hiç çalışmamış, kariyerinin ve eğitiminin çok önemli bölümünü Ortadoğu'da gerçekleştirmiş, özellikle de son 10 yılını Cidde'de geçirmiş biri aday gösterilmezdi diye düşünüyorum. Ancak her iki muhalefet partisi de, aday gösterilen ve adaylığı kabul eden Prof. Dr. İhsanoğlu da, bu konuda bir eksik görmediklerine göre, seçilirse herhangi bir sorun olmayacaktır diye beklemek gerekiyor muhtemelen.
Beni rahatsız eden husus, Cumhurbaşkanlığı seçiminin bir "sistem" seçimi olacağı konusunda yapılan çok sayıda analizin varlığı: buna göre, eğer Ekmeleddin İhsanoğlu seçilirse, Cumhurbaşkanlığı "sembolik" bir makam olacak, eğer AK Parti adayı seçilirse, özellikle de bu Başbakan Erdoğan olursa, "aktif bir başkanlık" sistemine geçeceğiz.
Her kim seçilirse seçilsin, hem ülke çapında hem de ilk kez yurtdışında düzenlenen iki turlu bir seçimde kullanılan oyların yarısından fazlasını almış bir Cumhurbaşkanı, pasif bir makamda oturmayacaktır. Zaten bugün de Cumhurbaşkanlığı makamı için "sembolik" tanımı yapmak çok yanlıştır; kaldı ki doğrudan seçildiğinde, Parlamento seçimlerinde, muhtemelen kendisi kadar yüksek oy almamış parti ya da partilerin kuracağı bir hükümete onay verecek, dış siyasette ve adalet, içişleri gibi alanlarda çok ciddi ağırlığı olacaktır. Bunun da ötesinde, en önemli değişiklik, halktan doğrudan almış olduğu "demokratik meşruiyet", Cumhurbaşkanına meclis aritmetiğinin çok ötesine giden bir hareket ve girişim serbestîsi sağlayacaktır.
Bu gelişmeler, tekrar söylemek pahasına, her kim Cumhurbaşkanı seçilirse seçilsin bu şekilde tecelli edecektir. Yoksa yetmiş yedi milyon yurttaşı olan bir ülkeyi seçim sandığına iki kez götürüp, iki turlu doğrudan seçim düzenlemenin nedenini kimse anlayamayacaktır. İki turlu seçim, seçmenin ilk turda en beğendiği adaya, ikinci turda ise Cumhurbaşkanlığına gerçekten layık gördüğü adaya oy vereceği bir seçimdir. Çatısını da seçmen çatar, seçeceği adayın da iç ve dış siyasette meşruiyetinin, ağırlığının olmasını seçmen sağlar. Gerisi gündelik siyasettir, günü geçtiğinde kimse hatırlamaz.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA