Türkiye'nin en iyi haber sitesi
YÜKSEL AYTUĞ

Vatan borcu gibi film: ‘Naim’

Beklentisi yüksek olan filmlere giderken tereddüt ederim. Beynimin içi hep 'Acaba?'larla dolu olur. Naim filminin galasına giderken daha da fazlası oldu. Çünkü film, daha proje aşamasından başlayarak gündemin tepesine oturmuştu. Bir de yapımcısı, Ayla'nın ardından Müslüm ile çıtayı en yükseğe koyan Mustafa Uslu olunca, içimi "Ya bu sefer olmazsa?" korkusu sardı. Ama karşıma öyle güzel, öyle duygulu ve nahif bir film çıktı ki, daha 5'inci dakikasında tüm endişelerimden sıyrılıp, keyifle koltuğuma yayıldım.
Naim'in Seul Olimpiyatları'nda dünyayı' kaldırdığı 1988 yılını bugün gibi hatırlıyorum.
Türkiye, Özal dönemiyle birlikte kabuğunu çatlatıp adeta yeniden doğmaya çalışıyordu.
Ülkeyi kan gölüne çeviren, iç savaşın eşiğine getiren siyasi kutuplaşmanın üzerine gelen darbenin yaraları daha yeni kabuk bağlıyordu. Bu ülkeyi bir baştan diğerine 'yapıştıracak' bir tutkala ihtiyaç vardı. İşte Naim'in rekorları, bu fay hattının iki ucunu bir araya getirmişti.
"Bizim de Naim'imiz var işte" diyerek moral bulmuştuk.
Naim'in tarafında ise bambaşka bir fırtına yaşanıyordu.
Doğup büyüdüğü Mestanlı'da, Kırcaali'de Jivkov yönetimi Türkleri asimile etmeye çalışıyor, baskı yapıyor, öldürüyor, isimlerini değiştirip Belene gibi toplama kamplarında işkence ediyordu. Kırcaali'de olanlardan, bırakın dünyanın, Sofya'da yaşayan Bulgar vatandaşlarının bile haberi yoktu.
Çünkü inanılmaz bir baskı rejimi, Türkleri dünyadan izole etmişti. Naim daha çocukken kararını verdi: 'En yükseğe çıkıp' mezalime uğrayan halkının sesini oradan tüm dünyaya duyuracaktı. Neredeyse tüm hayatını adadığı bu misyonu gerçekleştirmek için yapıştı halterin barına... Time dergisine kapak olup, Birleşmiş Milletler'de yaptığı tarihi konuşma ile soydaşlarımızın acısını haykırdıktan sadece 3 ay sonra Jivkov pes etti ve 350 bin soydaşımızın Türkiye'ye dönebilmesi için kapılar açıldı.
Film, bir yandan bu kutsal görevin hikayesini anlatırken diğer taraftan da Naim'in Melbourne'den kaçırılış öyküsünü bugüne kadar hiçbir yerde rastlanmayan son derece sürprizli ve heyecanlı bir anlatımla perdeye taşıyor. Ama bunu yaparken hamasete sığınmıyor, ifrata kaçmıyor. Zaten Mustafa Uslu filmlerinde senaryoya 'iliştirilmiş', tamamen popülizme hizmet eden tek kare bulamazsınız. Yola çıkarken tek gayesi iyi film yapmak, insanlara güzel duygular yaşatmaktır.
Bunu sağlarsanız, zaten gişe de kendiliğinden gelir. Bu 'samimiyet' Naim filminin de hareket noktasını oluşturmuş.
Aslında biyografi filmi çekmek kolay değildir. Sonu bilinen bir hikayeyi insanlara izlettirmek güçtür. Ben Naim'in inanılmaz kaldırışlarını onlarca kez izlememe, adeta her mimiğini ezberlememe rağmen Seul'deki o muhteşem son kaldırış sahnesi sırasında tırnaklarımı heyecandan koltuğuma geçirdiğimi fark ettim.
Bir biyografi filminin başarısının bana göre en önemli ölçütü budur.
Oyunculuklara gelecek olursak: Hayat Van Eck sanki Naim'i klonlamış da üzerine geçirmiş gibi duruyor. Etkilenmemek mümkün değil. Yetkin Dikinciler'e zaten artık bu sütunlarda yazacak övgü kelimesi kalmadı.
Bir kez daha mest ediyor.
Ancak beni en çok etkileyen, Naim'in annesi Hatice rolündeki Selen Öztürk oldu. Muhteşem oynamış, tek kelime ile muhteşem... Tabii bu etkileyici performansların ortaya çıkmasında yönetmen Özer Feyzioğlu'nun usta işi rejisini de atlamamak lazım.
Film, Naim'in soydaşlarının sesini duyurabilmek için giriştiği 'insanlık' mücadelesine bir saygı duruşu niteliğini taşıyor. Bu nedenle izlemek neredeyse bir vatan borcu.
Film bir 'kahramanlık destanı' tadında. Naim Süleymanoğlu'nun Seul'de dünya rekorlarını alt üst ederek üç altın madalya almasıyla sona eriyor. Ama bir de sonrası var. Yalnız bıraktığımız, özel hayatında yaprak gibi savrulmasına sadece tanıklık etmekle yetindiğimiz Naim'in bir film malzemesi olarak çok daha 'dramatik' unsurlar içeren o ikinci hikaye belki de Naim- 2'nin konusu olur. O zaman biz de özeleştiri yapma fırsatı buluruz. Naim... Bize 3 olimpiyat şampiyonluğu, 7 dünya ve Avrupa şampiyonluğu ile tam 47 dünya rekoru bıraktı. Halen kendi ağırlığının üç katından fazlasını kaldırabilen tek insanoğlu...
Naim... Bir tek zulmü, şerefsizliği ve vefasızlığı kaldıramadı...

Ne demiş?

Beyazıt Öztürk, O Ses Türkiye'deki rakibi Murat Boz'u ekarte etmek için tüm silahlarını ateşledi: "Murat Boz yeni kurutulmuş kot pantolon gibidir. Giyerken zorlanırsın. Ama ben bakkala giderken giydiğin eşofman altı gibiyim. Her zaman rahat edersin..."

Zap'tiye

Bir yılda iki ara tatil, bir yaz tatili, bir de sömestir tatili var. "İzindeyiz Atam" sözünü öğrencilere yanlış mı belletiyoruz ne?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA