Türkiye'nin en iyi haber sitesi
FERHAT ÜNLÜ

Yeni nesil virüslerin evrimi

Birinci Dünya Savaşı'ndaki hasmımız Rusya'nın, Çanakkale Savaşı'nın 99. yıldönümünde (Komplo yok, sadece anlamlı bir rastlantı), 18 Mart 2014'te ilhak ettiği Kırım'ın güneydoğusunda Rusların Feodosiya dediği, bizimse Kefe dediğimiz şirin bir sahil kenti vardır.

Verimli arazileri sayesinde tarımla, liman şehri olduğu için deniz ticaretiyle ve -bizim gibi sahil şeridi görkemli plajlarla dolu ülkelere oranla- mütevazı turizm ekonomisiyle geçinen bu fukara kente gittiğinizde, özellikle o Sovyet mimarisiyle yapılmış binaları gördükçe sanki zaman makinesine binip de misal 45 yıl öncesine, 1975 senesine gittiğiniz hissine falan kapılırsınız.

Madem hayalle başladık (nasılsa bedavadır) çıtayı yükseltelim ve zaman makinesini çok daha geriye, 673 yıl öncesine kurup 1347 yılına gidelim. Gelgelelim aynı yerde, yani Kefe'de kalmak kaydıyla… Çünkü orada, o senelerde, tarihteki biyolojik savaşların prototipinin görüldüğü bir savaş yaşandı. Fethedilemeyen Kefe'deki Kırım Kalesi'nin etrafında konuşlanmış Moğol Ordusu'nun vebaya yakalanan askerlerini, kuşatmanın dördüncü yılında mancılıklarla kalenin içine fırlatmak suretiyle…

Bu dahice taktiği kullanan kişinin, tarihin en istilacı lideri Cengiz Han olduğu yönünde yaygın bir yanlış bilgi vardır, ikinci yanlış bilgi de bu taktiğin Cengiz Han'ın en büyük oğlu Cuci'nin en küçük oğlu olan Batu Han tarafından kullanıldığıdır. Oysa Altın Orda Devleti'nin (Bir Türk-Moğol hanlığıdır) kurucusu Batu Han 1240-1255 yılları arasında yaşamıştır.

Kesin olan şu ki, ilk kuşatma 1343 yılında başlamış ve Moğol ordusunun verdiği ağır kayıplardan ötürü Şubat 1344'te sona ermiştir. 1345-46 yıllarında kale yeniden kuşatılmış, ancak Moğol ordusu veba salgını yüzünden 'telef olmuştur'. Bunun üzerine 1347'de komutan, vebalı ölülerin mancılıklarla kaleden içeri atılması emrini verir. İşte bu emri veren Batu Han'ın soyundan gelen Altın Orda Hükümdarı Canibeg'tir. Bu emrin uygulanmasından sonra vebanın içeride yayılmasıyla Kırım Kalesi Altın Orda Ordusu tarafından kolaylıkla fethedilir.

Ne var ki, bu biyolojik savaş operasyonunun faturası ağır olur. Veba önce Kırım'da, ardından Doğu Avrupa'da, sonra da Batı Avrupa'da yayılmaya başlar ve milyonlarca insanın ölümüne sebep olur. Anglosaksonlar'ın sık kullandığı istihbarat deyimiyle 'neither confirm nor deny' (ne teyit, ne de tekzip edilebilecek) türünden bir rivayet odur ki, bu veba salgınından sonra dünya nüfusu 450 milyondan 350 milyona düşmüştür.

VEBA DA ÇİN'DEN YAYILDI

Ki veba da, şimdinin Koronavirüsü'nün de yayıldığı Çin'den tahminen 1330'lardan itibaren yayılmıştır. Çin'den virüsü Kırım bölgesine taşıyan Moğol istilacıları tarafından… Veba virüsü, o zaman 120 milyon olduğu sanılan Çin nüfusunun (Şimdiki nüfus yaklaşık 1 milyar 404 milyon) yarısından fazlasını 'götürür'.

Biz Çin'e geçmeden önce zamanımızın en korkutucu virüslerinden birini, daha yakından tanımak için Kırım'da kalmaya devam edelim.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında Sovyet askerlerinin Nazilere 1941-42 seferinde yenildiği Batı Kırım'daki tarlalarda ürün toplamaya yardım eden Sovyet askerleri arasında hemorajik (kanamalı) bir ateş hastalığı görülür. İlk salgın, hastalığı yayan kenelerin bulunduğu bölgelerin tarıma açılması nedeniyle ortaya çıkar. 1956 yılında Kongo'da bir virüs daha tespit edilir. Bu iki virüsün biyolojik olarak neredeyse aynı olduğu 1969 yılında ispatlanır ve bu nedenle hastalığa Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) adı verilir. Bu yönüyle KKKA, son örneğini Koronavirüs'te gördüğümüz ve kimi zihinlerde biyolojik savaş komplosu senaryolarına da yol açan Ebola, Domuz Gribi ve türevi yeni nesil virüslerin olmasa bile bu tür hastalıkların atası sayılabilir.

'KIRIM KONGO'YA NÜKLEER ÇÖZÜM

Her zamankinden uzun bir girizgâhla başladığımız bu haftaki Üç Boyutlu Portre'nin konusu; zoonotik, yani hayvanlardan insanlara bulaşan bu türden virüsler. Madem KKKA ile başladık, devam edelim: KKKA, keneler tarafından taşınan Bunyaviridae ailesine bağlı Nairovirüs grubuna ait bir virüsle oluşan bir hastalık. Ateş, halsizlik, kas, kemik ağrısı, baş ağrısı, bulantı, kusma, ishal ve daha ileri vakalarda kanamalarla kendini gösteren ölümcül bir illet. Hastalık, daha çok Hyalomma adı verilen türdeki kenelerin insan vücuduna tutunmasıyla bulaşıyor. KKKA virüsü taşıyan bir keneyi parmağınızla ezerseniz 'geçmiş olsun'.

KKKA, elbette yeni nesil virüslerin tamamı gibi insandan insana da bulaşan bir virüs ve en kötüsü de bu. Ancak misal Koronavirüs'e göre iyi tarafı; solunum yoluyla, yani çok daha kolay biçimde değil, kan ve vücut sıvısı ile temas sonucu bulaşıyor olması. Yani Hollywood filmlerinde birdenbire herkesi zombileştiren virüsler gibi kitlesel olarak yayılma riski yok. Bu yüzden KKKA'dan ölüm oranı diğer virüslerin sebep olduğu ölümlere oranla düşük kaldı. Neyse ki… Tabii dünyada her vakada yüzde 40; Türkiye'de yüzde 5 ölüm oranına ne kadar düşük diyebilirseniz!

Kenelerin; küçük kemiricilerden memeli hayvanlara ve kuşlara kadar geniş bir hayvan türü listesinde 'kan emme' özelliği olduğu için KKKA'nın tam olarak nereden geldiğini tespit etmek de güç. Konakçı olduğu pek çok hayvan var çünkü. Ama virüsün, genel olarak konakçı hayvanlardan sığır, koyun ve keçi gibi çok çeşitli evcil hayvanlarda ve vahşi hayvanlarda görüldüğü söylenebilir. Sahi, en önemlisini unuttuk: En çok da tavşanlarda görülüyor.

KKKA, ortaya çıktığı dönemden bu yana 30'dan fazla ülkede rapor edildi. Bu ülkeler daha çok Afrika, Balkanlar, Orta Doğu ile 50. paralelin kuzeyi ve güneyindeki Asya ülkeleriydi. Kırım Kongo Kanamalı Ateşi Türkiye'de ilk olarak 2003 yılında teşhis edildi. Ortaya çıkan vakaların çoğu tarım işçileri, mezbaha işçileri ve veterinerler gibi tarım ve hayvancılıkla uğraşan kişilerde görüldü.

Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, 2008 yılında nükleer teknoloji kullanarak kene popülasyonunu kontrol altına alacak bir proje üzerinde çalışmaya başladı. Bu proje ile kendisi değil, ama bir alt nesli kısırlaştırılan kenelerin yavaş yavaş yol edilmesi öngörülüyordu. Projenin akıbetini bilmiyorum.

Kalabalığından ve tuhaf beslenme kültüründen ötürü her virüs haltına adı karışan Çin'de Kırım Kongo Kanamalı Ateşi de görülmez mi! Görülmüş tabii. 1965 senesinde…

Güney Afrika'da ise 1981 yılına kadar 123 KKKA vakası görüldü, bu vakalardan yüzde 22'si ölümlüydü. Bunun haricinde Pakistan, Afganistan ve Kazakistan'da ölümle sonuçlanan vakalar tespit edildi. Pakistan'daki büyük epidemiler (yerel salgın) 1975, 1986, 1996, 1998, 1999, 2000 ve 2002 yıllarında görüldü. Aynı yıl Tokat'taki ilk vaka ile hastalık Türkiye'de de tespit edilmiş oldu. 2006 yılına kadar da ölümle sonuçlanan vakalar yaşandı.

KORONAVİRÜS'Ü HABER VEREN MAKALE

Yeni nesil virüsleri araştırırken ilginç bir çeviri makaleye rastladım. Bana göre ilginç, uzmanlar için belki o kadar da önemli değildir. Hatta bu alanda çalışanların Koronavirüs dediği şeyle 'Vuhan Koronavirüsü'nü karıştırıyorsam gülebilirler de. Olsun, ben ilkokul seviyesinde anlamaya, anlatmaya çalışacağım.

Makale, doktor Sercan Özaydın tarafından çevrilmiş. Başlığı şöyle: 'Çin'deki Yarasalar Yeni Bir SARS Virüsü Oluşturabilirler!' Bugün yazılmış olsa olağan dersiniz. Ama bundan bir buçuk yıl önce 20 Eylül 2018'te kaleme alınmış.

Yarasayı okuyunca sosyal medyada viral olan 'Koronavirüs yarasa çorbasından yayıldı' cümlesiyle özetlenebilecek şehir efsanesi aklınıza gelmesin. Onun doğru olmadığı ortaya çıktı zaten. Benim bahsettiğim makale, ciddiye alınması gereken bilimsel bir makale. Şu cümleyle başlıyor: "Yarasa vücudunda bir araya gelecek viral genler sonucunda çok tehlikeli suşlar oluşabilir."

Suş, mikrobiyolojide bir virüsün farklı alt türlerinin, aralarında genetik farklılıklar bulunan gruplarına deniliyor. Ben kendi anladığımı söyleyeyim: Virüslerin sonradan mutantlanmış halleri de suş olarak adlandırılıyor. Makalenin önemli kısımlarından alıntılarla devam edelim:

"Yeni araştırmalar gösterdi ki; yarasaların taşıdıkları virüsler, 2003 yılında ölümcül SARS patlamasına neden olan virüsü oluşturmak için gerekli olan genlere sahip olabilir ve benzeri bir salgını yeniden başlatabilirler.

30 Kasım'da 'PLOS Pathogens'de yayınlanan bir raporda, araştırmacılar; yeni bir SARS virüsü oluşumu için gerekli tüm bileşenlerin hali hazırda virüsle enfekte olmuş at nalı (horseshoe) yarasalarında bulunduğunu kaydettiler.

Şiddetli Akut Solunum Yolu Sendromu veya SARS olarak bilinen enfeksiyon, Koronavirüs ailesine mensup virüslerden köken alan bir hastalıktır. SARS'ın ilk insan vakası 2002'de Çin'in güneyindeki Guangdong Eyaleti'nde kaydedildikten kısa zaman sonra -2003 yılında- hastalık küresel bir salgına dönüşmüştür.

O dönemde, bahse konu salgında canlı hayvan pazarlarında satılan maskeli misk kedilerinin virüsü insanlara geçirdiği tezi üzerinde durulsa da virüsün kaynağının bu hayvanlar olduğuna veya başka bir hayvandan köken aldığına dair net bir kanıta ulaşılamadı. O zamandan bu yana yürütülen ileri çalışmalar sonucunda derlenen yeni bulgular, bu kez kaynak olarak at nalı yarasa türlerini işaret etse de yarasalardan izole edilen Koronavirüsler, 2003 salgınına neden olan Koronavirüsler'den genetik olarak farklıydı ve bu durum, yarasa suşlarının SARS'ın doğrudan atası olduğu tezini zayıflatıyordu.

Güney Çin'in Yunnan Eyaleti'ndeki bir mağarada beş yıl süren araştırmalara katılan Zhengli Shi ve arkadaşları, atnalı yarasalarında (özellikle Rhinolophus Sinicus) SARS ile ilgili olabilecek 11 yeni virüs türü keşfettiler."

GENE ÇİN, GENE VUHAN

Makalenin bu kısmında duralım. Çünkü ilginç bir noktaya geldik. Ölüm ve vaka rakamları -ivmesi yukarı doğru- borsa hissesi gibi sürekli yükselen Koronavirüs'in (Ben yazıyı yazarken ölüm sayısı 213, vaka sayısı 10 bindi) yayıldığı yer olan Vuhan'ın ilginç bir özelliği var. Zira Vuhan, yalnızca hastalığın yayıldığı yer değil, hastalığın bundan bir buçuk yıl önce öngörüldüğü yer. İronik, değil mi? Konunun uzmanları belki gülecektir ama bizim gibi 'meselenin cahilleri' şunu bile düşünebiliyor: Laboratuvarda bu suşları kurcalaya kurcalaya farkında olmadan yeni mutant türler mi üretiyorlar?

Makaleden devam edelim: "Çin Bilimler Akademisi Vuhan Viroloji Enstitüsü'nden bir virolog olan Shi, bu suşlar arasında SARS Koronavirüsü'nün salgın suşuna benzer bir formunu teşhis etmeyi başardı. Bu yeni suş, SARS'ın insan versiyonuna, daha önce tanımlanan yarasa virüslerinden çok daha fazla benziyordu.

Maryland Üniversitesi'nde virolog olan Matthew Frieman: Shi ve arkadaşları, yeni virüslerin genetik yapısını analiz ederek, orijinal SARS virüsüne neden olabilecek adımları gözden geçirdiler. Virüslerin DNA'sındaki birkaç noktada özellikle yeniden düzenlenme eğilimi var gibi görünüyor ve bu özellik sayesinde virüslerin kendilerini yeni formlara güncelleme davranışlarıyla sıkça karşılaşıyoruz.

Yine aynı ekipten Baric de, virüsler arasındaki rekombinasyonun SARS evrimini şekillendirdiğini öne sürdü. Ekip üyelerinin açıklamasında, 'bu yarasalarda bulunan virüslerin insanlara bulaşma ihtimalinin her daim var olduğunun ve insan hücrelerinde ortaya koyacakları gelişim profilinin sonuçlarının öngörülemez riskler barındıracağının' altı çizildi.

Koronavirüsler yarasaları hasta etmiyor, yalnızca konak olarak kullanıyorlar. Yarasaların, böcek yiyip bazı bitkilerin tozlaşmasına aracılık etmek gibi pek çok önemli ekolojik görevi yerine getirdiklerine vurgu yapan Frieman ve Baric, yarasaların bağışıklık sistemlerini incelemenin hastalığa karşı savaşmak için bilim insanlarına ipucu verebileceğini söylediler."

Koronovirüs biyolojik silah mı değil mi gibi iddialı sorularla şekillenmiş tartışmalara girmeden önce bu tür erken dönem makalelerini okumak elzem. İnsanlık, yeni nesil virüslere karşı henüz aşı geliştirebilmiş değil. Bu tür virüsler, bir dönem ortaya çıkıyor, ardından ya kendiliğinden bir süreliğine uykuya yatıyor (çünkü sonra tekrar hortluyor) ya da bazen belki -gizemli bir biçimde- tamamen ortadan kalkıyor.

İlk ortaya çıktığı dönemde gizemli virüs de denilen Koronavirüs'i daha yakından tanıyarak devam edelim: Sağlık Bakanlığı'nın sitesinde yer alan bilgilere göre; Koronavirüsler tek zincirli, pozitif polariteli, zarflı RNA virüsleri. Yüzeylerinde çubuksu uzantılar olan bu virüslere Latince'de 'taç' anlamına gelen 'corona' kelimesine göndermeyle Koronavirus (taçlı virüs) deniliyor. Bu virüsler, yarasa, domuz, kedi, köpek, kemirgen ve kanatlılarda bulunabiliyor. İnsandab insana da öksürme ve hapşırma yoluyla ya da enfekte materyale dokunulmasının ardından ağız ve buruna temasla bulaşabiliyor.

'DOMUZ GRİBİ'NİN ATASI

Yeni nesil virüslerden H1N1'in (Domuz Gribi Virüsü) atası sayılabilecek vaka olan İspanyol Gribi salgınında (1918) iki yıl içinde 500 milyon kişi hastalığa yakalandı ve 50 ila 100 milyon kişi hayatını kaybetti.

Domuz Gribi, toplam 191 ülkede 800 bin kişide görüldü. Toplam 8 bin 238 kişi bu hastalık nedeniyle hayata veda etti. H1N1, yeni nesil virüslerin insandan insana en kolay bulaşabilenlerinden biri, belki de birincisi. Pandemik Influenza A virüsü olarak da bilinen bu virüsün yol açtığı hastalığın Domuz Gribi olarak adlandırılmasının nedeni virüsün domuzlarda görülen grip hastalığına neden olan virüsler ile büyük benzerlik göstermesi.

Kuş, domuz ve insan griplerine neden olan virüslerin bir karışımı olan H1N1 virüsü, yüksek ateş, boğaz ağrısı, öksürük, üşüme ve titreme gibi tipik soğuk algınlığı belirtileri ile kendini gösteriyor.

Domuz Gribi, ilk olarak 2009 yılının Mart ayında Meksika'da teşhis edildi ve kısa sürede salgın haline geldi. Dünya Sağlık Örgütü, tıpkı Perşembe günü Koronavirüs için olduğu gibi Domuz Gribi için de pandemi (salgın) alarmı vermişti.

EN FAZLA ÖLÜM 'EBOLA'DAN

Yüzyılımıza damga vuran en önemli virüslerden biri Ebola. Çünkü en fazla ölüm Ebola'da yaşandı. (İkinci en fazla ölüm vakası H1N1'de.) Ebola da tıpkı KKKA gibi ilk kez Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nde ortaya çıktı. İlk vaka 1976 yılında Ebola Nehri yakınlarında görüldü. (Eş zamanlı olarak Sudan'ın Nzara kentinde de görüldüğü biliniyor.)

Ebola, 2013 yılının Aralık ayında Batı Afrika'da yeniden görülüp mübalağalı deyimle ışık hızı ile yayıldı. Dünya Sağlık Örgütü'nün verilerine göre, Ebola vakası sayısı 28 bin 638. Bu vakalardan 11 bini ölümle sonuçlandı. Ülkemizde bugüne dek Ebola vakası tespit edilmedi. Şükür.

Ebola, insanlara yabani hayvanlardan bulaşıyor. İnsanlar arasında ise hastaların kanı, çeşitli salgıları, organları ya da vücut sıvılarıyla temas halinde bulaşıyor. Meyve yarasaları (Gene yarasa) Ebola virüsünün doğal konağı olarak nitelendiriliyor. Ebola virüslerinin coğrafik dağılımları meyve yarasalarınınkiyle örtüşüyor çünkü.

'SARS'IN DA ANAVATANI ÇİN

Bunun haricinde yeni nesil virüslerden üzerinde durulması gerekenler SARS ve MERS. Şiddetli Akut Solunum Yolu Sendromu (SARS) olarak bilinen virüs ilk olarak 2002 Kasım ayında Çin'de (gene Çin arkadaş) görüldü. 2003 yılının Şubat ayında Avrupa, Kuzey Amerika ve Asya'da vakalara rastlandı ve salgın kısa sürede 37 ülkeye yayıldı.

Kasım 2002-Temmuz 2003 arasında 8 bin 422 kişide SARS vakasına rastlandı. Bu vakalardan 916'sı ölümle sonuçlandı. 2004 yılından bu yana dünyanın herhangi bir yerinden bildirilmiş SARS enfeksiyonu yok. Bu konuda da yine uzmanların affına sığınarak bir ilkokul çocuğu gibi şunu soralım: "Yeni nesil virüsler, kendi evrimsel süreçlerinde yok mu oluyor da vakalar ansızın bitebiliyor?"

MERS olarak bilinen Ortadoğu Solunum Sendromu ise ilk kez 2012 yılının Eylül ayında Suudi Arabistan'da ortaya çıktı. Bu ülkede üç yılda MERS virüsünü kapan 950 kişiden 412'si hayatını kaybetti. Zaten MERS, teşhisi konulan her vakadan yüzde 40'ında ölüm görülen bir hastalık.

15 bin küsur vuruş oldu, beş cümleyle toparlayalım artık: Virüslerde yeni nesil kavramı tıpta değil, daha ziyade bilişimde kullanılıyor. Biz bu yazıda tıpa uyarlamış olduk. Eski nesilden yeni nesle bütün ölümcül virüslerde bir Çin izi var. İlk biyolojik savaşta kullanılan vebadan Korona'ya hemen her virüste… Öyle ki şu yazının sırf ara başlıklarından üçünde bile Çin geçiyor, hesap edin.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA