Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Ucube mimarisinde yaşamak

Belki onlarca türü var kentlerin. Antik kentler var. Mesela bizim Ege kıyılarına yayılan Ionya uygarlığının getirdiği ızgara plan bugün de uygulanıyor. Roma kentleri var. Avrupa'da dolaşmanın en büyük zevkidir, taş yapılarla kaplı, iki insanın yan yana geçemeyeceği kadar dar Roma, Ortaçağ kentlerinde, kasabalarında dolaşmak...
Anadolu'nun nasıl bir kent geçmişine sahip olduğunu bu kadar bilmiyoruz. Üniversitelerimizde Batı kentlerinin gelişimi, dönüşümü, tarihi ve her şeyi incelenir ama Anadolu ele alınmaz.
Bu yoksunluğun bir nedeni olarak Anadolu tarihinin en büyük düşmanı saydığım 'odun mimarisi' gösterilebilir. Avrupa taştan inşa edilmiştir. Ayaktadır. Biz her şeyimizi odundan yaptık, sel, yangın ve zaman alıp götürdü. Dolayısıyla Anadolu'nun Ortaçağı çok kısıtlıdır. Gene de Anadolu kenti ilginç bir konu olmalıdır. 11. yüzyılın son çeyreğinde bu coğrafyaya geldiğimizde Roma/Bizans ve Ermeni uygarlıkları doruktaydı. Biz onların üstüne bir şeyler koyduk. Bir de Roma var bu tarihin içinde. Yani Avrupa'daki tarihten çok farklı ama daha ilginç, karmaşık bir doku var incelenmeyi bekleyen.

***
Kent tarihinin içinde bir büyük sıçrama daha yaşanmıştır, sanayileşmenin kentleri ortaya çıktığında... 19. yüzyıl kentlerin de tarihidir. Bugün içinde yaşadığımız kentler o dönemde dalga dalga kurulmuştur. Gözden çok kaçırılmış, çarpıcı bir özelliği vardır bu kentlerin. O özelliği Art Nouveau meydana getirir. 19. yüzyılda, bütün büyük kentler bu sanatsal ifadenin etkisi altında kaldı. Paris, Berlin, Viyana, Barcelona, Madrid, en son gidip gördüğüm Valencia gibi küçük kentler dahi, sözünü ettiğim akımın cetvel ve pergelinden türediler.
Baron Haussmann, Paris'i, şimdi İstanbul'da olduğu gibi, gönyesiyle, taş üstünde taş kalmayacak biçimde kesip biçiyordu. Askeri nedenler bir yana, Haussmann, bulvarların ve modernitenin kentini yaratıyordu. Ama bir şartla: Bu şehirler, aynı zamanda güzel, cazip, görkemli, Art Nouveau'nun özünü oluşturan şekilde, şiirsel ve romantik binalarla bütünleşiyordu. Bugün neredeyse bir müze haline gelmiş bu kentlere mevcut niteliğini, 19. yüzyılın kentçilik anlayışından ziyade düpedüz bu görsellik kazandırır. Art Nouveau'nun, kitleler üstündeki etkisi inkar edilemez görselliğidir, o kentleri bunca etkileyici kılan.

***
Haydi, Anadolu Ortaçağı bir farklılık oluşturdu, Adana'yı, Rize'yi veya Bayburt'u bir yana bırakalım, İzmir'i de geçelim, İstanbul, bu treni de kaçırmış mıdır? Hem evet hem de hayır! Ta Haliç kıyılarından başlayarak, bütün o Cibali, Balat gibi mahalleleri kapsayacak biçimde, Karaköy'den geçen, Galata, Tarlabaşı, Beyoğlu'ndan dolaşıp, Nişantaşı, Teşvikiye, Şişli ve Osmanbey karesine doğru genişleyen büyük ada, yer yer Art Nouveau bir mimariye sahiptir. Tam manasıyla mı derseniz, evet diyemem. Bir tek Boter Apartmanı gösteriliyor tamı tamına o akımın temsilcisi olarak. Arada bazı Teşvikiye apartmanları var, hatta ben Talimhane'de bile görüyorum bazı örnekler. Geriye kalanlar pek Art Nouveau sayılmaz. Ama onlar da 19. yüzyılın bu şehirdeki büyük kentleşme ve 'modernleşmenin', yani 'apartmanlaşmanın', konak sonrası hayata geçişin dikkat çekici yapılarıdır. Bu haliyle de İstanbul'un bu dokusu Art Nouveau kent sokaklarının ferahlığına, genişliğine, derinliğine sahip olmasa bile onlarla zamandaş, çok benzer çizgilerdedir. Baron Hausmann'ımız olmamıştır, ama kendimize göre bir 19. yüzyıl kentimiz vardır. Mesele eğer onun estetiğiyse, ki öyledir, biz onu elimizle yok etmişizdir. O nedenle bizim kentlerimiz sadece 1960 sonrasının 'ucube mimarisine' sahiptir.
Daha dikkatli olsaydık, o dokuları besleseydik, işleseydik, Paris değil ama İstanbul derdik. Hem de övünerek!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA