Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Atatürk 2.014

1923-33 arasında ayrı, 1933 sonrasında ise dünya kadar çeşidi çıkmış Kemalizmlerin birisini şimdi esas alıp bütün dünyayı onun etrafında inşa etmek benim anladığım Kemalizmle taban tabana zıttır. Atatürk 2.014'ü aramak gerekir. Buna layıktır

Geçen haftalarda Cumhuriyeti kutladık. Kutlamaktan çok tartıştık. Neden o derecede tartıştığımızı köşe yazılarımda ele aldım. Bu hafta da Atatürk'ü tartışacağız. Bütün bu değerlendirmelerin her yıl yeniden yapılması bana şaşırtıcı görünüyor. Ama bir o kadar da gerçekçi ve değerli. Çünkü üzerinde bütün bir toplumun uzlaştığı sivil ve soyut kavramlar değil, Cumhuriyet de Atatürk de. Onları, biz, kendi yakın tarihimizin politik çalkantıları, yönlendirmeleri içinde ele alıyoruz.
Daha 'gerçek', gerçek olduğuna inandığımız bir Atatürk bulmaya çalışıyoruz.
Yanlış olanı o Atatürk'ü, 'herkesin Atatürk'ü kendisine' mantığıyla aramayışımız. Yani farklı Atatürkler arasındaki bir tartışma değil bu. Ortak, geçerli, herkesin kabul edeceği, kimsenin tartışmaya yeltenmeyeceği bir tek Atatürk bulup, onu tek gerçek diye etrafa kabul ettirmeye çalışmamız. Neredeyse bir yüzyıla yaklaşan bir zamandır 'tek' ve 'biricik' bir Atatürk anlayışının peşindeyiz. Atatürk konusunda 'tek bir doğru'yu insanlara empoze etmeye çalışıyoruz.
İşin daha da kötüsü, 'o' Atatürk toplumun aradığı bir kişi değil. Ordunun hiç aramadan bulduğu ve herkese benimsetmeye çalıştığı Atatürk.
Kısacası bugün ortada duran hani tabiri caizse, 'Atatürk'ün Atatürk'ü' değil de 'ordunun Atatürk'ü'dür. Ordu, ideolojik olarak her dönemde bir Atatürkçülük biçmiş ve onu topluma benimsetmeye çalışmıştır.
Bu o kadar böyledir ki ve bir tek Atatürk olamayacağı o kadar bellidir ki, ordunun kendi içinde geliştirdiği 'Atatürkleri' bile birbirinden farklıdır.
1960'ların biçimlendirdiği Atatürk başkadır, 1971 askeri darbesinden sonraki Atatürk tanımları başkadır. 1980 darbesi 1930'ların Atatürk'ünü yeniden canlandırmaya çalıştı. 2007'deki o 'ulusalcılık', 'Cumhuriyet mitingleri' gene büsbütün farklı bir Atatürk anlatmaya başladı.
Atatürk kimi zaman 'devrimci' oldu. Devrimci olmasına Atatürk elbette devrimcidir, ama 'sol devrimci' olarak gösterildi Atatürk. Sonra 'sağ bir Atatürk' ifade edildi. Atatürk Batılılaşmanın kurucu ismi olarak tanımlandı. Ama aynı Atatürk Batı karşıtı bir kimliğe de büründürüldü. Bunlar doğrudur veya yanlıştır, başka bir şey, şaşırtıcı olanı, herkesin kendi Atatürk'ünü tek Atatürk olarak diğerine dayatmasıdır.

ÇAPRAZ KESEN İSİM
Bütün bunları değerlendirirken dikkatimi elbette çok 'özgül' bir nokta çekiyor. O da Atatürk'ün de Atatürkçülüğün de 'resmi' bir kimlik ve ideoloji sıfatıyla bütün ideolojileri çapraz kesen bir isim olmasıdır.
Neredeyse 2000'lere kadar Atatürk'ü referans göstermeden ve onu nasıl yorumladığını tanımlamadan hiçbir ideolojinin Türkiye'de meşruiyeti yoktu.
O nedenle en sol, Marksist kesimler de bir Atatürk tanımı yapmaya çalıştı, MHP çizgisinde olan milliyetçi kanatlar da.
Şaşırtıcı olmasına bu durum da şaşırtıcıdır ama daha da ilginç olanı böyle bir tavra duyulan ihtiyacın gerekçeleridir.
O gerekçenin siyasal ve psikolojik boyutu var. Siyasal açıklama hazindir. Daha ziyade totaliter rejimlerde görülür.
Nispeten demokratikleşmenin sağlandığı ortamlar söz konusu olduğunda o rejimlerde, meşruiyet, kurucu iradeye verilen referansla sağlanır. O bir 'nirengi' noktasıdır. Bir ideolojinin yerini ondan 'sapmanın' oranı tayin eder.
Türkiye'de bu yapının aynen teşekkül ettiğini reddetmek kabil değil. Askeri rejimler, siyasal oluşumları tam da bu kriter etrafında biçimlendirdi. Bu bakımdan ordu bile kendisini birkaç kez revize etmek zorunda kaldı. Dahası, ordunun gerçekleştirdiği darbelerin bazıları kendi iç savaşıydı. O iç savaş da gene muhayyel bir Atatürkçülük etrafında cereyan ediyordu. 'Gerçek' veya 'öz' Atatürkçüler, sapkın Atatürkçülere karşıydı...
İkincisi, daha sosyo-psikolojik olarak bakılınca bu durum çok açık bir biçimde toplumun 'erginleşememesiyle' ilgili bir durum. Kurucu ata, hiç sona ermeyen hükmüyle toplumsal kategorileri çaprazlamasına keserek her zaman, her şeye hakimdi.
Bu bizzat Atatürk'ün istediği bir şey miydi sorusunun cevabı hem evet hem hayırdır.
Evet, çünkü, yaşarken heykelini diktiren ilk devlet başkanıydı.
Sonunda bir 'külte' dönüşen 'imajını' adım adım oluşturdu.
Bu doğrultudaki tarihin aynı zamanda Türkiye'nin, olabileceği kadar bir demokrasiden bile uzaklaşma tarihi olduğunu da belirtelim. Acı ama gerçek.
1925'te Takriri Sükun Kanunu çıktı. Ardından partiler kapatıldı.
Her şey Atatürk'ün iki dudağı arasından çıkan söze bağlı oldu.
O Serbest Fırka 'deneyi'ne falan bakmayın. Recep Peker ve İnönü'yü 'diktatörleştiği' için tasfiye ettiği de bir hüsnü kuruntudur.
Doğrudur, onları bertaraf etmiştir. Fakat girişimlerini demokrasiye değil kendisine bir tehdit olarak gördüğü için.
Bunlar işin 'evet' kısmı.

BİR TAPINMA NESNESİ
Hayır, çünkü, ben 'öz' Kemalizmin kendi içinde bir tutarlılığı olduğunu her zaman düşündüm.
Sadece kendisinden kaynaklanan bir düşünce değildi o. Tanzimat'tan sonra hazırlanmıştı.
Durakları vardır. 1908 ve onu hazırlayan dinamikler bu bakımdan çok önemlidir. Bir yandan bütün olumlu kapasitesiyle Aydınlanma düşüncesine, bir yandan dünyayı zihinsel olarak kavramayı öngören bilimselciliğe, bir yandan da modernleşmenin idealizasyonuna dayanır. Hatta Türkiye'deki İslamcı düşünceyi bile dönüştürecek kertede önemli ve etkili olduğu kanısındayım.
Fakat tarih bu yönde akmadı.
Şu belirttiğim doktriner kabuller 'öz', tarihsel, kurucu Kemalist düşünceyi boğdu, ezdi, yok etti. Atatürk'ün 'ben size hiçbir dogma bırakmıyorum' sözü çok anılır. Doğrudur ama bizzat o sözü tekrarlayanların o sözü boşa çıkardığını söylemeyelim mi? Atatürk gene şu belirttiğim yönde sadece doktriner bir kimliğe dönüştürülmedi.
Şimdi Kuzey Kore'de gördüğümüz de hepimizi ürperten tören resmine dönüştürüldü. Popüler kültüre intikal eden boyutu oldu Atatürk'ün. Ona bağlı olarak dinsel bir mertebeye taşındı. Bir tapınma nesnesi oldu. Laiklikliği en radikal biçimde, akılcılığı en geniş biçimde uygulamak, temellendirmek isteyen Atatürkçülük bir din, Atatürk onun idolü oldu.
Bu durumun da özeti şudur.
20. yüzyılın en etkileyici, en başarılı liderlerinden biridir Atatürk.
Uzun bir tarihin, gelişme zincirinin tarihsel şahsiyetidir.
Yani, o zincirin sahip olduğu düşünceyi, tarihi bile bükecek güçte kişiliğiyle gidebileceği en uç noktaya eriştirmiştir. O kişiliğinin özünü devrim düşüncesi meydana getirir. Ama gene o anlayışının, inanışının yani radikalizminin bir sonucu olarak ve kendi gücüne, şahsiyetine yönelik hudutsuz itimadının bir uzantısı olarak kurduğu, çok farklı yönde gelişebilecek hareketi tam tersi yönde işlemeye başlatmıştır.
Bunda toplumun sosyo-ekonomik-politik nitelikleri de etkili olmuştur.
Asıl çarpıcı olanıysa onun adına yapılanlardır. 1980'lerde, hatta 2000'lerin sonuna doğru 1930'ları özlemektir.
Bunu kendisine Kemalist diyenlerin yapması, o çevrenin gidip garlarda Cumhuriyet baloları düzenlemesi, bu şekilciliği esas kabul etmesidir. Bunun bir etki-tepki meselesi olduğunu biliyorum. Ama esas olan bunların ayıklanması, akıl dairesi içine alınmasıdır.
1923-33 arasında ayrı, 1933 sonrasında ise dünya kadar çeşidi çıkmış Kemalizmlerin birisini şimdi esas alıp bütün dünyayı onun etrafında inşa etmek benim anladığım Kemalizmle taban tabana zıttır.
Atatürk 2.014'ü aramak gerekir; yani hem 2014'ün Atatürk'ünü, hem de bilgisayar programlarında olduğu gibi, yeni Atatürk'ü, Buna layıktır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA