Türkiye'nin en iyi haber sitesi
METİN SEVER

'Mavi gözlüler'le 'kahverengi gözlüler'in savaşı

Van depreminden sonra yaşananlar bana daha önce okuduğum bir olayı hatırlattı. İngiltere'de Jane Elliot isimli üçüncü sınıf öğretmeni, öğrencilerine ön yargı ve ayrımcılığın nasıl bir şey olduğunu, bizzat yaşatarak öğretmeye karar verir. Sınıfı mavi gözlüler ve kahverengi gözlüler diye ikiye ayırır. Hikayenin devamını Kemal Sayar'ın Yavaşla isimli kitabından kısaltarak aktarıyorum: "Mavi gözlü çocukların, kahverengi gözlü çocuklara göre daha üstün olduklarını söyledi. Kahverengi gözlü çocukların özel atkılar kullanmalarını, böylece 'alt' grubun bir üyesi olarak hemen tanınmalarının mümkün olacağını belirtti.
Mavi gözlü çocuklara ayrıcalıklar verdi. Kısa süre sonra 'üstün' mavi gözlü çocuklar kahverengi gözlü çocuklarla dalga geçiyor, onlarla oynamayı reddediyor, onlar için yeni kısıtlamalar ve yasaklar getirilmesini istiyor, okul bahçesinde yumruk yumruğa kavgaya tutuşuyorlardı. Bir müddet sonra öğretmen, korkunç bir hata yaptığını, aslında 'üstün' olanların kahverengi gözlü çocuklar olduğunu söyledi. İşler tersine dönmüştü. Bu kez kahverengi gözlüler büyük bir şevkle intikam aldılar.
Üçüncü gün öğrenciler bunun bir oyun olduğunu öğrendiler. Bu öğrenciler, 20 yıl sonra bir mezuniyet kutlamasında bir araya geldiklerinde öğretmenlerinin yaptırdığı bu alıştırma sayesinde daha az önyargılı ve ayrımcılığa karşı daha duyarlı bireyler olduklarını söylediler...."

***
Bu hikayeyi hatırlamamın nedeni, biz de 'mavi gözlüler', 'kahverengi gözlüler' oyununun sürüyor olması.
Depremden sizin aklınızda ne kalacak bilmiyorum. Ben 13 yaşında hayatını kaybeden Yunus'un gözlerini unutamıyorum.
Onun enkaz altında bakan şaşkın, çaresiz, korkmuş gözlerini. "Eve geç kaldım, babam kızmıştır," diyecek kadar çocuk gözlerini. 'Kahverengi gözleri' mıh gibi çakıldı belleğime.
Ama 'kahverengi gözlü' Yunus'un yaşam mücadelesinin sürdüğü saatlerde ayrıcalıklı olduğunu düşünen kimi 'mavi gözlüler ise televizyonlarda nefret suçu işledi. 'Katarak kalpleriyle'.
Kimi hakim ulus kibriyle had bildirme derdindeydi. Kimi kerhen üzüldüğünü söyledi. Ve yalnız değildiler.
Sıradan faşizm sosyal medyada, işyerlerinde, okullarda, stadyumlarda, kalabalıkların kütle karakteri kazandığı ortamlarda hızla sirayet ediyor ruhlara. Bazen Atatürkçü, bazen ulusalcı, bazen dindar, bazen milliyetçi, bazen sol Kemalist etiketiyle.
Özellikle sosyal medya, sıradan faşizmi normalleştiren, ona enerji veren bir kaynağa dönüştü.
Ve 'mavi gözlüler', Kürt halkını insanlıktan tenzil i rütbe çabalarının, kendi insanlıklarında tenzil i rütbe olduğunu fark etmiyor. Kürtleri nesneleştirirken, kendilerinin nesneleştiğini de bilmiyorlar. 'Hiç'leştirirken hiç'leştiklerini, alçaltırken, alçaldıklarını da.
Ama aynı saatlerde bir başka Türkiye daha vardı. Depremzedelere yardım etmek için çırpınan. Dayanışma ruhu ve insanlık duygusuyla hareket eden. 'Ötekileştirmenin' karşısında kardeşliği, 'milli duruşun' karşısında 'insani duruşu' savunan bir Türkiye.
Ve korkarım, Türkiye bir yol ayırımında.
Ya ırkçılığın, sıradan faşizmin karanlık bulutları, ya da dayanışma ve kardeşlik ruhu.
Ya içindeki ötekini kusmayan, mağdur olanın da onurlu biçimde yaşayacağı bir toplum ya da insanlıktan arınmış bir güruh...
Yeri gelmişken Fatma Barbarosoğlu'nun o güzel sözünü bir kez daha hatırlatayım: "İnsanlar ikiye ayrılır. Kalbi olanlar ve kalbi olmayanlar..."

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA