Türkiye'nin en iyi haber sitesi
AHMET DEMİRHAN

"Kurban"ı nasıl düşünmeli?

Etimolojik olarak 'yakınlaşma', 'akrabalık', 'rabıta' anlamlarını taşıyan 'kurban', dünyevi olarak kurulamayan bir 'yakınlaşma' ve 'rabıta' kurma edimidir

Modern düşüncede farklı kurban kavramları, farklı politik teolojik anlayışların bir çekişmesi gibi görünür. Kurbanı daha çok kurucu bir edimin sahnelenmesi olarak sunan bu kavramlar, hiç sorgulanmadan kurban kesme ibadetine uygulanmaya kalkışılınca ortaya çıkan ilişki, aynı sahne üzerinde aynı anda farklı türden oyunlar sergilemeye benzer ve "kurban kesme" üzerinde tefekkürü de engeller. Dolayısıyla, kurban denince akla ilk Kierkegaard'ın gelmesi, üzerinde tekrar düşünülmesi gereken husus. Öncelikle iki nedenle: birincisi, Kierkegaard'ın "kurban"ının aslında "kurban" olmaması. Kierkegaard, Tekvin 22. babta anlatılan İbrahim'in İshak'ı "yakılık sunu" olarak adayacakken Tanrı'nın ona bir kuzu tedarik etmesini tefsir eder. Burada önemli husus, Tekvin'de geçen "yakılık sunu"nun Yunancada "holokost" olarak çevrilmesi. "Holokost", Nazi dönemindeki anlamı dışında, bir hayvanın tamamen yakılarak tanrılara sunulması olarak pagan bir anlam taşır.
İkincisi,Kierkegaard'ın, Kant'tan Hegel'e kadar Alman idealist geleneğinde Hıristiyanlığın aldığı biçime itiraz etmesi ve iman ile etik arasında, bu gelenekten farklı bir anlayış ortaya koyması. Kısaca, Kant'ta "etik", kendi dışında hiçbir otorite kabul etmeyen "özne"nin kendi faaliyetlerini "amaç" olarak gören, bütün ahlak anlayışları için de formel bir yasa olarak işlev sahibi olan "evrensel" bir buyruk şeklini almışken, Hegel'de tarihsel olarak mevcut olan ve birbirleriyle çelişen farklı ahlak anlayışlarının yetkinleşmesi ile vücuda gelir. Kant Protestan bireyin ahlak anlayışını ortaya koyarken Hegel de Protestan toplumun anlayışını sunar. Ancak bu idealist çizginin aldığı son şekil, Hegel'de Hıristiyanlık ile dünyeviliğin kaynaşmasıyla sonuçlanır. Kierkegaard, Hegel'e karşı çıkarken etik ile iman arasında yeni bir ilişki kurar. Hegel Marx için neyse Kierkegaard için de odur: ikisi de Hegel'i tersine çevirmeye çalışır. Marx, bunu, burjuva toplumu ile dünya arasındaki ilişkileri temel alarak, dışa doğru yapar; Kierkegaard da, burjuva toplumu ile Hıristiyanlık arasındaki çelişki temelinde, içe doğru yapar. Bu açıdan, Kierkegaard'ta "kurban"ın herhangi kavramsal bir önemi bulunmaz.
Modern düşüncede "kurban"ın aldığı başka bir biçim de, onun "fedakârlık" anlamına gelmesi. C. Schmitt'in "egemen"e bahşettiği "istisnai hal"i, "fedakârlık"a bahşeden ve en müstesna örneğini Paul W. Kahn'ın temsil ettiği bu post-liberal politik teolojik okumada, "fedakârlık" kişinin canını verebileceği bir topluluk veya devlet adına tıpkı Tekvin'de Tanrı'nın sesini duyan İbrahim'in "işte buradayım" diyerek hazır olması gibi hazır olmasını içerir. Bu da aslında Amerika'da vücut bulan "sivil din"in kendisini dışa karşı (mesela "teröre karşı savaş"ta) koruması için yapılan "kutsal" ama "istisnai" bir edim olarak görülür.
Şiddet konusu ise, modern düşüncede, kurbanla birlikte anılan başka bir husus. En yetkin örneği R. Gerard'da görülen bu anlayışta kutsal ile şiddet bir ve aynı şeydir, ama kaynağı arzudur. Bir teslis sistemi içinde sunulan bu antropolojik kurban anlayışında arzu eden ile arzu edilen arasında bir "başkası" vardır ve aslında arzu, edenin değil başkasının arzusudur. Arzu edilenin bu üçlemede önemi yoktur. Önemli olan kişinin başkasının arzusunu "taklit" etmesidir. Arzu edilen üzerine çatışma çıkınca, ortaya çıkan şiddet arzu nesnesine dönüşür ve bütün bir topluluğu bir "günah keçisi"ne karşı kendi içinde birleştirir. Topluluk ancak onu öldürerek barışa kavuşur. Dolayısıyla "günah keçisi", hem "şiddet"in kaynağı hem de kurtarıcısı olur; kendisinden huşu duyulan, korkulan ve tapınılan kutsal bir figür haline gelir.
İslam'da "kurban kesme" ibadetine yönelik modern eleştirilerde, aslında, bu bakış açılarının izlerini bulmak mümkün. Ne var ki bir ibadet olarak "kurban kesme"yi ihata edebilecek düşünceler mi bunlar, sorgulanmaya açık. Etimolojik olarak "yakınlaşma", "akrabalık", "rabıta" anlamlarını taşıyan "kurban", bir hayvan kesmenin bireysel ve toplumsal anlamları ötesinde, İslam geleneğinde daha çok "rüya"larla ilgili konularda değerlendirilir. Kuran'daki şekliyle rüyasında oğlunu kestiğini gören İbrahim'in rüyasını yorumlayış tarzları üzerinden tabir, hayal, himmet, suret, misal gibi kavramların anlamları üzerine tefekküre dönüşür.
Dolayısıyla toplumsal olarak "kurucu" bir edim teşkil etmeyen kurban kesme, dünya ister içkin isterse de aşkın olarak değerlendirilsin, dünyevi olarak kurulamayan bir "yakınlaşma" ve "rabıta" kurma edimidir ve bu açıdan düşünülmelidir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA