Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Almanya’da gripten 25 bin ölü!..

Şaka falan değil.. Başlık aynen gerçek.. Almanya'da gripten son bir yıl içinde 25 bin kişi öldü.. Bu sayıyı geçen hafta sonu yaşadığı Frankfurt'tan gelen doktor arkadaşım Erdoğan Karatay'dan aldım.
Cuma geldi. Pazar sabahı da döndü. Uçuşlar falan serbest Almanya'ya.. Öyle karantinalar falan da yok..
"Etrafınız çepe çevre virüsle dolu bir ülkede yaşıyorsunuz.. Sizde ne durumlar" dedim, bizim salonda kahvemizi içerken..
"Bizde olmayan şey panik" dedi.. ve anlattı..
"Tarihin, daha doğrusu kayıtların başlangıcından bu yana, dünya üzerinde en çok ölüme sebep olan hastalık griptir. Sanıldığı gibi, kanser, kalp, veba, kolera, falan değil.. Bugün dünyada her yıl ortalama 400 bin (Dört yüz bin) insan gripten ölüyor.. Almanya'da bu sayı ortalama 20/ 25 bin arası değişiyor. Bu rakamlar çok daha büyüktü. Fakat aşı ile mücadele sayesinde, bu seviyeye indi.
Buna rağmen aşıya karşı çıkanlar, büyük kampanyalar yapıyorlar.
'Aşılanmayın. Çocuklarınızı da aşılatmayın' diyorlar..
Sloganları.. Efendim aşı kapitalizm ürünü, eczacılık sanayisine milyarlar kazandırmanın yoluymuş.
Asıl palavra orda..
Eczacılık firmaları en büyük gelirlerini, tezgah üstünde, reçetesiz satılan ilaçlardan kazanıyor.
Grip ilaçlarının hemen hepsi, başta C vitamini hemen hepsi tezgah üstü ve reçetesiz." Avrupa, Amerika bizim gibi değil. Reçetesiz ilaç satmak, çok ağır cezalara tabii.
Bizde leblebi gibi satılan antibiyotikleri, Batı ülkelerinde isteyin bakalım, reçetesiz verirler mi?.
Ama her yurda dönüşümde torba dolusu nezle, grip, soğuk algınlığı ilacı getirdim hep. Onlar tezgah üstü çünkü.. Over the counter dedikleri..
Daha kapıdan girerken, yüzlercesi raflarda dizili ve asılıdır. Reçeteli ilaç için, dükkanın en arkasına gidersiniz.
Eczane asıl orasıdır.
Eczacı da ordadır.
Oraya giremez, sadece reçetenizi uzatırsınız. Hazırlar, verirler.
Grip aşısı bizde de yapılmaya başlandığı günden beri, hem her yıl aşılandım, hem de aşı lehine yazılar yazdım..
O günden bu yana, grip, nezle olduysam da, hiç birinde, bir gün dahi evde kalmadım. Çok hafifti.
Hep ayakta geçirdim.
Üstelik ben, grip için tehlikeli guruptayken, (Şeker, tansiyon, kalpte iki stent) hep hafif geçirdim.
Dr. Erdoğan "Grip aşısı, durmadan şekil değiştiriyor.
Bilim de yeni şekline aşı buluyor.. Coronavirüs aşısının da eli kulağında. Bugün yarın bulunur. Asıl tehlikeli olan şey, yaratılan panik havası.. Paniği yaratan medya.. Gazete ve televizyonlar.
Bu panikten, başta siyasal ve ekonomik, büyük faydalar umanlar var. Maddi desteği de onlar sağlıyorlar..
Yapılacak şey sakin olmak" dedi..
Özet!.
Coronavirüs yüzlerce yıldır yer yüzünde olan ve her yıl yüz binlerce ölüme sebep olan grip virüsünün değişime uğramış son şekli.
Yani yüzlerce yıldır birlikte yaşamaya alıştığımız bir mikrop..
Farkı!. Bir takım çevrelerin yarattığı panik havası. Bilim, her grip türü gibi, onun da çaresini bulacak.
Ama bulunana dek de, her grip virüsü gibi insanları hasta edecek ve gene her grip virüsü gibi belli bir oranda da ölümlere sebep olacak..
Dünyada 400 bin.. Sadece Almanya'da 25 bin rakamlarıyla, Coronavirüs'ün dünyada toplam 4 bini bulmayan sayısını karşılaştırırsanız "Panik" için sebep olmadığını görürsünüz.
Sakin olun. Devletinize inanın.. Alınan önlemleri dinleyin. Elinizden geldiğince uymaya gayret edin..
.. Ve günlük yaşamınızı aynen sürdürün..

***


Süper Sahtekârlar Ligi!..

Bir utanmaz, bir rezil utanç ligi oynuyoruz.. "Ben sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim" diyen Atatürküm'ün ülkesinde..
Dünyanın en çok çığlık atılan ve en çok yerde yatılan ligi, dünya utancı, bizde maalesef..
Bu işi kökünden ve bir hafta değiştirecek yetkiye sahip Nihat Özdemir ve Zekeriya Alp namındaki kamu kişileri görevlerini yapmadıkları için..
En beğendiğim futbolculardandı Ömer Bayram.. Onu Galatasaray ilk 11'ine yerleştirmek için Fatih Terim keçi inatlısına ne savaş verdim..
Şimdi ayni Ömer'i görmeye tahammülüm yok..
Çünkü bir sahtekarlar kralı da o oldu. Topu kaptırdığı anda, tribünden duyulan bir çığlıkla kendini yere atmayı pis bir adet edindi. Çığlık can acısından değil.
Ben sağ bacağımdan iki kurşun yediğimde, o çığlığı atmadım. Sağ bacak kemiklerimin ikisinin de paramparça olduğu o benzincinin patronu, bugünkü Galatasaray Başkanı Mustafa Cengiz iyi bilir..
Ömer niye atıyor?.. Hakeme duyurmak ve "Adam ayağımı kırdı, onu oyundan at" demek için..
Futbol bu oldu ülkemizde artık. Maçı, hakemi kandırarak almak Hocaların da desteklediği marifet oldu.. Rakip 10, 9 kişi kalsın, bir meslektaşın ekmeği ile oynansın, ama puan alınsın..
Cehenneme..
Yayıncı kuruluş ağır çekimde gösteriyor..
Temas bile yok, o ayıp çığlık için.. Gösteriyor ama, ne yorum yapıyor, ne de daha sonra, bu rezillikler için bir özel program.. Ayıbı, utancı teşhir yok.
Sahtekarlıkla mücadele yok..
Gazeteler de öyle..
Bir başkası.. Daha mürekkebi kurumadı onu göklere çıkaran, "Milli Takım bir yıldız kazanıyor" yazılarımın..
Mert Hakan Yandaş!.
O "Mert" adına ihanet ediyor.
Ankaragücü, güya Mert'in ve tıpkısının aynisi arkadaşlarının sahtekarlıklarını yutan hakem Ümit Öztürk'ün kararlarıyla Sivas'a kaybettirildi..
Önce Stanojeviç iki sarı ile oyundan atıldı.
Sonra bir penaltı. Sonra da Ankaragücü Hocasını kovdu, ayni yutturmacalara kanan seyircisi yüzünden.
Adı Mert olan adam kendisini yere atıp, eliyle yere vurmaya "Ambulans yetiştirin ölüyorum" diye can çekişen adamı oynadığında yavaş çekim, temas bile olmadığını gösteriyordu.
Beş dakika sonra, bu defa kafaya çıktı Stanojeviç.. Kolu da rakibin omzu ile boynu arası bir yere değdi. Değer. Doğal.. Doğal olmayan, Mert (!) adamın takım arkadaşı yüzünü tutarak kendini yere attı. Yüze darbe sarı kart ya.. Adamın karnına değseniz, yüzünü tutuyor artık. Yutturursa kart. Yutturamazsa, kendisi için tehlike yok, nasılsa..
Niye denemesin ki.. Mert yutturdu ya, Ümit Öztürk'e.. O da denedi. O da yutturdu.. Hadi Stanojoviç iki sarıdan dışarı. On kişi kaldı, geriye daha bir saati kalan maçta Ankaragücü..
Ama Mert adamın mertlikleri bitmedi. Penaltı pozisyonda ki, ben olsam vermezdim, kendini gene bıraktı yere.. Sonra da kameraya yakalandı.
Doğrulup bakarken yakalandı. Hakemin penaltı verdiğini görünce, kendisini gene yere, çırpınmaya bırakırken gördük onu..

*

Ey Nihat Özdemir!. Ey Zekeriya Alp nam adamlar!.
Hakemi aldatmaya teşebbüs 'Sarı Kart' suçudur.
Anlattığım görüntülerin hepsi yayıncı kuruluşta var. Yani "VAR" da var.. Yani bir uygulama değişikliği ile, "Hakemi aldatan" hareketleri de "VAR" içine alır, bu sayede Stanojveviç gibi kurbanları değil, Mert gibi, Ömer gibi "sahtekarlar"ı oyundan atacağınızı ilan edersiniz, tüm bu sahtekarlıklar, bıçak gibi kesilir ve bu ülke insanı elinde kalan son ucuz eğlencesi televizyon başına "Kim nasıl utanmazlık, ayıp, rezillik yapacak" diye değil "futbol seyretmek" için oturur.
"Bu ülkede Futbol Federasyonu Başkanı da yok" diyorum.. "MHK Başkanı da.." Hadi varsanız kanıtlayın..
Tabii asıl olmayan medya!.
Bu ayıbı benden başka yazan, söyleyen, üzerine giden var mı?.
En sahtekar olan aslında biz, spor yazarlarıyız, yani!.

*

Bu pazar günü, Sivas- Galatasaray maçı var, kadere bakın..
Yani Mert ve Ömer karşı karşıya oynayacaklar..
Hangisi kazanacak (!) bakalım?.

***


Teşekkürler Ayten Yavaşça!..

Bu Ayten Yavaşça'ya kaçıncı teşekkürüm.. Sadece ailemizin yaşayan en büyüğü değil, ülkemizin yaşayan Bilim ve Kültür Hazinesi Alaeddin Yavaşça ağabeyimize, böylesine sahiplendiği için..
Ayten yengem, beni 1 Mart günü öğleden sonra, Alaeddin Ağabey'in 95'inci doğum gününü kutlamak için, Koç Üniversitesi Hastanesi'ne davet etti. Alaeddin ağabey, yaşlılık kaynaklı rahatsızlıklar sebebiyle uzun süredir Koç'ta kalıyor. Geçen yıl da 94'üncü doğum gününü orda kutlamıştık.
Koç hastanesi, doktor ve hemşireleri, hem Prof. doktor olarak hocaları ve ustaları olarak saydıkları, hem de sanat adamı olarak sevdikleri Yavaşça'ya çok iyi bakıyorlar..
Odası da, kendisi de pırıl pırıl. Tertemiz..
Odasına girdiğimizde, banyosunu yaptıran hemşireler, ona Ayten'in doğum günü hediyesi aldığı çok şık lacivert tişörtü giydiriyorlardı.
Ayten'i görünce gözleri parladı.. "Öpücük" dedi.. Çok zor konuşuyor. Ama "Öpücük" dedi.. Ayten uzandı. Alaeddin Ağabey, 95 yaşındaki ağabeyim, 69 yıllık eşinin dudaklarına öpücük kondurdu.. Kafamı pencereden dışarı çevirdim, gözlerimdeki nemi kimseler görmesin diye..
69 yıl bir arada.. Bu ne vefadır, bu ne sevgidir?.
Ayrılırken, hastane kapısına kadar geldi, Ayten Yengem benimle..
"Aile olarak sana minnet borcumuz her yıl katlanıyor" dedim..
"Senin sevgin, senin bakımın, senin ihtimamın onu, hem de bu hasta haliyle, 95 yaşına kadar getirdi.. Ama Alaeddin Ağabey de ne kadar talihli bir insan olduğunun farkında.."

***


Haber (!) Kanalı'na gel!..

Bu ülkede TGRT dışında haber kanalı yok dersem inanın!. Nedenini anlatacağım..
Perşembe sabahından bu yana, hangi haber kanalını açsam kıpkırmızı ekran ve hepsinde "Son Dakika" yazısı.. Cuma, cumartesi, pazar, bugün pazartesi.. 4 gün, dört gece süren "Son Dakika" mı olur, Allahın adamları?.
Ne beleşçi ne kolaycı, insanı nasıl hiçe sayan kanalsınız siz!.
İşte bu sabah açtım.. Pazar sabahı kalktığımda yazan kırmızı yazılar, pazartesi sabahı da aynen, harf değişmeden tekrar ediliyordu.
24 saatlik bayat haber, biz milyonlara "Son Dakika" diye yutturuluyordu.. Geri zekalıyız ya. Yeriz biz..
Tabii, kırmızı yazı yutturmacası, bayat haberlerle sürdüğü için, yeni bir "SON DAKİKA" icat etti, NTV ve CNN..
Siyah Dişi Yazı..
Altta Kırmızı yazı Son Dakika.. Üstte Siyah dişi yazı Son Dakika..
Yakında "En son Dakika" / "Hakiki Son Dakika" / "Vallahi de Tallahi de SON DAKİKA" diye yeşil yazılara da başlar bunlar..
Bir tek ciddi haber kanalı var. TGRT.. Normal alt yazılarını aynen sürdürüyor.
Suriye konusunda yeni bir haber alırlarsa, onu, beyaz altyazıların arasında "Kırmızı" olarak geçip, dikkati çekiyorlar.
Teşekkürler TGRT!. Bizi adam yerine koyduğunuz için..

***


Şömineniz batsın!..

Digiturk'te 400'lü kanallar radyolara ayrılmış.
Tematik radyolara. Hangi müziği isterseniz onun radyosunda, ayni ortak görüntüler var..
Harika bir iş yapmışlardı, Turizm Bakanlığı iş birliğiyle.. Bakanlığın dronelar (İnsansız hava araçları) çektiği görüntüler, il il yayınlanıyordu.
Öyle harika görüntüler vardı ki, ben, mesela orta liseden başlayarak 25 yıl Ankara'da yaşayan ben, Ankara'da bir Estergon Kalesi olduğunu ilk defa o ekranda gördüm ve Kemal kardeşimi aradım "Gelince gidelim" diye.
Kaç ilimizde ne muhteşem tarihi ve doğal manzaralar oldu beni çağıran.. Radyo dinlemeyi bırakıp, o manzaralara daldığım oldu.
Digitürk birden bu harika hizmetten vazgeçti ve geçmişteki o anlamsız şömine resimlerine döndü, tekrar.
Bizim Magazin ve TV yazarları sağ olsun, dizi özetleri yazmayı marifet sayarlar ama, böyle gerçek konulara satır dokunmazlar..
"Kış bitsin, tamam" demiş, Digiciler..
İşte mart.. İşte bahar.. İşte ben işe, omzuma attığım süveter ve gömlekle geliyorum işe ama karşımda hâlâ, ülkemin güzellikleri değil, kahrolası şömine var!.
Gazetecileri il il gezdiren Turizm Bakanımız ki, alkışlık iş yapıyor, günümüzde gazeteciler artık davetli olmazlarsa satır yazmaz oldular çünkü, tüm illeri 80 milyonun ayağına getiren bu görüntülerin peşine niye düşmez ki?.

***


Tebessüm
Doktor, sağ eli fena halde yanmış Temel'i muayene ederken, bir yandan sordu..
"-Sigara içiyor musun?."
"-Günde iki paket" dedi, Temel..
"-Artık bırakmayı düşünsen iyi olur!."
"-Gerek yok. Sol elimle içerim!."

Sevdiğim Laflar
"Küstürmeyin insanları hayata. Sonra her şeyden vazgeçiyorlar... Bir dağ başında kalmayı, bir adada mahsur kalmayı, nerede bir yalnızlık varsa onu istiyorlar... Küstürmeyin işte bazı insanları..."
Nazım Hikmet

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA