Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Siz de kendinize sorun... Sevebilir misiniz?

Sevgili Zeynep'in (Özyılmazel)'in bana maillediği blog yazısının başlığı idi, "Sevebilir misin?." Anılarım depreşti.
Yıllar önce bir şarkı kulağıma çalınmıştı, "Sevmek mi güzel/ Yoksa sevilmek mi/ Ne dersin?."
Okuduğum gazeteyi bırakıp düşünmeye başlamıştım.. Hangisi güzeldi, gerçekten..
Karar verdim ve ertesi gün köşemde yazdım..
"Sevmek güzel!."
Özeti.. Sevmek sizin duygunuz.. Yüzde yüz eminsinizdir, sevdiğinizden. Oysa sevilmek başkasına bağlı.. Ya sevmiyorsa..
Neyse lafı uzatmayayım.. Söz Zeynep'in..

*

Bundan yaklaşık 6 ay önce, hayatımı resmen baştan kurmam gereken günlerden geçerken, çok sevdiğim bir arkadaşımın tavsiyesiyle "Aile Dizimi"ne gittim.
(Lafı Zeynep'e bıraktım ama, Aile Dizimi'ni anlatmam gerek. Ben de ilk defa duymuştum.
Zeynep'e sordum.. Bir çeşit mental tedavi.
Konu uzmanı terapistler tarafından yapılıyor.
Size aile bireylerinizi temsil eden renkli kumaş parçacıkları veriyor. Üçgenler kadın olanlar..
Kareler erkek.. Her birini, bir aile bireyini temsil etmek üzere seçiyor, ve içinizden geldiği şekilde, önünüze, arkanıza, yanınıza, yakın, uzak yerleştiriyorsunuz. Yani aileniz etrafınızda, terapistinizle konuşmaya başlıyorsunuz.) Arka arkaya benzer şeyleri yaşayınca, kalbim sürekli aynı yerden kırılınca farklı bir bakış açısına sahip olmam gerektiğini düşündüm.
Bakış açılarımızın da büyük çoğunluğunu ailemizden almıyor muyuz, birçok konuya onların baktıkları pencereden bakmıyor muyuz? "Aldığımız kararların ne kadarı biziz, ne kadarı onlar" falan derken denemek istedim bu terapiyi ama hiç ummadığım bir sonuçla karşılaştım.
Terapist son söz olarak bana "İşi gücü bırak, hissetmeye bak!" dedi. Çünkü ona göre "hayatta kalmak" için, "hislerimi bastırarak mantığımla hareket etme" gibi bir yöntem geliştirmişim.
Önce bu tavsiyeyi çok saçma bulduğumu söylemeliyim. Ne yani ben hiç üzülmüyor muydum? Sevinmiyor muydum? Sevmiyor muydum? Olur muydu canım öyle şey? Bir insan hissetmeden nasıl yaşar ki?
Ama bir taraftan da hiçbir şeyin boşuna olmadığına inanan biri olarak, "Bunun bir doğruluk payı olabilir mi?" sorusunu da aklımın bir köşesinde tutuyor ve kendimi kontrol ediyordum çaktırmadan...
Varmış!
Meğer benim kalbimde ne çok duygu varmış.
Meğer ne kadar kocamanmış. Ne kadar renkliymiş. İzin verdiğimde nerelerden nerelere savrulabiliyormuş. Üstelik, buna hem izin verip, hem de "hayatta kalınabiliyormuş".
Hatta yaşattığı macera, daha da yaşıyor hissettiriyormuş insanı.
Hele sevmek... Sevgiyi hissetmek... Birini sevmek, karşılık beklemeden, güneşi sevmek içine çekerek, İstanbul'u sevmek özleyerek, sabah kahvesini sevmek koklayarak... ve tabii kendini sevmek kabul ederek... doya doya...
Bu ara çok şiir okudum galiba idare edin!.
Peki sen? Hissetmeye var mısın?
Gerçekten sevebilir misin birini mesela?
Kalbinin kırılması ihtimaline göğüs gerebilir misin? Sabah gözünü açtığında ilk iş onun güne nasıl başladığını düşünebilir misin?
Kendiliğinden... Yapman gerektiği için değil... Hayatında ne olursa olsun, nasıl günlerden geçersen geç, hep o olsun yanı başında, telefonun ucunda ister misin? Senin olmasa da, seninle olmasa da isteyebilir misin onun için iyi olan her şeyi? Dileyebilir misin tüm güzellikleri?
"O iyi olsun da..." diye başlar mı cümlelerin?
Karşılık beklemeksizin...
Sen ne kadar sevebilirsin?
Sevebilir misin?

*

Zeynep, yazısının sonuna bir de müzik önerisi yapmış..
"Benim Bütün Dualarım Seninle - Berkant."
O şarkı bana neler hatırlattı..
Ayrı yazı konusu olur..
Ama "Sevebilir misin" yazısına ekleyeceğim bir şey var.
Bir zamanlar cebimde minik bir defter taşırdım.
Filmde, tiyatroda, orda burada duyduğum ve sevdiğim lafları not ederdim..
"Sevdiğim Laflar" köşesi o minik defterle başladı işte, 30 sene önce.. O deftere yazılı bir laftı..
Kim, nerde, nasıl söylemiş bilmem.
Ama benim inancıma öyle denk düşüyordu ki.. Belki de ben söylemişimdir.
"Sevmek, sevdiklerini mutlu etmektir."

***


Bir aşkın hikayesi...

1959 yılı falan.. Ağbim, kuzen Ahmet, ben, M. Ali Ağabeyin (Kışlalı) Genel Yayın Müdürü olduğu Yeni Gün'de çalışıyoruz. O günlerde açık olan eski Meclis'in karşısında Başkent'in en değerli oteli, Ankara Palas, onun da kentte nerdeyse tek gece kulübü var. M. Ali Ağabey, kulüp müdürü ile arkadaş.
Ondan rica etmiş.. Üç kuzen kulübe gidersek, barda oturup bira içmek ve Tekel fiyatından ücretini ödemek şartı ile, kulübün bugün için bile benzersiz, dünya çapında şovlarını izleyebileceğiz..
İşte Historia de um Amor'u ilk defa orda dinledim, İspanyolca..
Arjantinli, dünyaca ünlü sanatçı Miguel Amador, şovunun sonuna geldi mi, pistin ortasına diz çöküp oturur ve öyle söylerdi şarkıyı..
Dinledim ve aşık oldum "Bir Aşkın Hikayesi" ne.. Sözlük anlamıyla aşık oldum.. Nasıl mı?.
O zaman öyle gündüzleri de açık diskolar falan yok. Kızlar güneş batmadan eve dönmek zorunda..
Sadece cumartesi öğleden sonra, Türk/ Amerikan Derneği salonunda partiler oluyor. Oraya gidiyoruz tabii.
Gurup halinde.. Her hafta yeni yeni kızlar katılıyor bizim guruba.. Çoğu Kolejli..
..Ve ben her hafta birine aşık dönüyorum eve.. Bre aman.. Olacak şey değil.. Haftada bir aşık olunur mu?.
Böyle maymun iştah.. Hem de bende..
Sonra çözdüm, işin sırrını..
Historia de um Amor çalarken kiminle dans edersem ona aşık oluyorum ben.. Yani kıza değil, şarkıya aşığım aslında..
Bir daha bu şarkı çalarken kimse ile dans etmemeye karar verdim.
Uyguladım da.. Ve benim haftalık aşklar bitti..
Aranjman modası çıkınca, Sezen Cumhur Önal, şarkıya Türkçe söz yazdı.. Aslı kadar güzel..
"Benim Bütün Dualarım Seninle.." Berkant söyledi.. (Zeynep'in tavsiyesi)..
Ajda söyledi.. Ama benim için en güzelini çok genç yaşta kaybettiğimiz muhteşem ses Ertan Anapa söyledi..
Zeynep'in yazısının bana geldiği günlerde, "TRT Müzik/ Arşivden" programında, Ertan Anapa tam da bu şarkıyla karşıma çıkmaz mı?.
YouTube'da, Miguel Amador'u da dinleyebilirsiniz, Ertan Anapa ve Berkant'ı da.. Kararı siz verin..

***


Üç dost birden...

Karantina günlerinde, geçen hafta üç dostumu birden kaybettim..
Önce Orhan Ağabeyin haberi geldi. Orhan Koloğlu..
Türk sporunda gerek Hürriyet Spor Müdürü, gerek yazar olarak devrim gerçekleştiren Doğan Ağabeyimin kardeşi..
90 kitabı olan bir tarihçiydi Orhan Ağabey.. Hakkındaki en güzel yazıyı, Milliyet yazarı yeğeni Sina Koloğlu, konuk yazar olarak Cumhuriyet'te yazdı. İnternetten okuyun..
Çok yazı çıktı Orhan Ağabey için..
Vefa geri gelmiş olmalı..
Hikmet Dikmen için de, sağolsun çok şey yazdılar.. Eski Emek Sineması'nın Müdürüydü. Hayatı o sinemada geçmişti.
Gişeden başlayıp, müdürlüğüne kadar.. Son zamanlarda tam bir leşti, tarihi sinema.. Kimse de gitmiyordu, lüks sinemalar AVM'leri doldurunca..
Beyoğlu'nda harika işler yapan zamanın İlçe Belediye Başkanı Ahmet Demircan, Emek Sineması'nı bütün iç güzelliği ve süslemeleri ile cadde üzerine inşa edilen içinde sinemalar ve tiyatro, konser salonları olan kültür merkezine taşımaya ve yeniden canlandırmaya karar verince, kıyamet koptu..
Ne acımasız yazılar!.. Ne gösteriler!.. Ne yürüyüşler!.
Hikmet'le sohbet etmiştim o zaman.
Yazmıştım da..
"Bugün bu yürüyenlerin yarısı, dün, bilet alıp gelseydi, bu sinema batmazdı" demişti..
İstanbul Film Festivali günleri bile gitmiştim. Boştu hep sinema.. Bir defasında, festival basın sponsoru Radikal Genel Yayın Müdürü ve eşinin, filmin yarısında fırlayıp gittiklerini gördüm, karanlıkta..
"Sen de mi Brutus" diye yazdığımda, telefon etmişti. Eşinin ayaklarının arasında fare dolaşınca fırlamışlar..
Şimdi, içi aynen taşınan Emek, eskisini öyle güzel yaşatıyor ki..

***

Üçüncü kayıp, benim özelim. Çok özelim..
Süreyya Kaynar!. Sevgili kardeşlerim Erol'la, Varol'un annesi.. Ne harika insandı o..
Süreyya Hanımı hep, Erol'un Salomanjesindeki perşembe yemeklerimizden hatırlarım.. Yemek sırasında babası ve annesi de gelir, yanımızdan geçer, arkada otururlardı.
O el ele tutuşup, sevgiyle yürüyüşlerine bayılırdım.
Babayı kaybettik. Süreyya Hanım da gelmez oldu.. Ama her perşembe bana kendi eliyle pişirdiği kuru fasulye ve domatesli pilavı yollamaya başladı.
Yediğim en muhteşem domatesli pilavı..
Dayanamadım bir gün aradım sordum, "Nedir bu pilavın sırrı" diye..
"Eve gelsen görürsün" dedi. "Mutfak penceremin yanında kendi diktiğim domates fideleri var. Camı açıyor, domatesi dalından alıyorum. Yani daldan tencereye.."
..Ve adım gibi biliyordum.. Üzerine de "sevgi tohumları" ekiyordu..
Sevgili eşine kavuştun, Sevgili Süreyyamız..
Gene el elesiniz değil mi?.

***


TEBESSÜM
Bugün tebessüm, Yüksel Aytuğ kardeşimden.. Eskiden biri bankaya maske ile girince, polis çağırıyorlardı. Şimdi biri maskesiz girince çağırıyorlar.

SEVDİĞİM LAFLAR
İdrak eden insan düşmanlarını sevmekle kalmamalı, dostlarından da nefret edebilmeli. Friedrich Nietzsche

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA