Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

15- 16 Temmuz gecesi duygularım...

Türkiye'nin nasıl korkunç bir uçurumdan döndüğü 15- 16 Temmuz gecesine Enka Açık Hava'da başlamıştım. Çok sevdiğim Yeni Türkü'nün konserini keyifle izliyorduk..
Ara verildi.. Bir kısım seyirci yandan bahçeye çıktı. Az sonra içerde kalanlar arasında bir kıpırdanma başladı. Hemen herkes telefonla bir şeyler konuşuyor, bazıları kalkıp gidiyordu. "Birinci Köprü'nün Avrupa geçişi kapanmış, bir şeyler oluyor" dedi, birisi..
Hemen Ercan'ı aradım, "Öğren bakalım" diye.. Ercan "Polis bir ihbar almış, bomba yüklü bir kamyonet bu tarafa yola çıkmış. Onu yakalamak için çevirme yapmışlar" dedi.
Dedi ama, telefonlar durmuyor. Giden gidene..
Az sonra Yeni Türkü sahneye döndü.. Derya Köroğlu anons yaptı..
"Tiyatronun yarısı boşaldı. Kalanlar da huzursuz. O zaman biz de final yapalım ve konseri bitirelim" dedi ve şarkıya girdi..

"Haber uçtu devlete de
Beş yıl yattım hapiste
Yedi düvel zindanından
Beterdir yedikule

Nargilem duman duman ah
Bayıldım aman aman
İstanbul güzel ama ah
Zabitleri pek yaman.."

Şarkıya bakar mısınız?.
Zabitlerin pek yaman olduğu haberi devlete uçmuş..
Şarkı bitmeden kalan seyirci de, ırmak gibi kendini dışarı atıyordu, daracık merdivenden.
Derya ve arkadaşları kulise dönerken ben de arabaya bindim. Yollar boş ve rahattı. Eve geldim.
Ercan beni bıraktı. Bayrampaşa'nın oralardaki evine gitti az sonra aradı..
"Yollarda dikkat çeken bir şey yok.
Rahat rahat geldim.." Ama içime kurt düştü bir kere.. Televizyonda bir haber kanalını tıkladım, beklemeye başladım..
Nihayet Başbakan Binali Yıldırım göründü ekranda ve "Bir kalkışma var" dedi..
Bir darbe teşebbüsü yaşıyorduk.
Kim?. Ne?. Niçin?. Bilmiyorduk..
Ekran başında asır gibi gelen saatler geçti.. Haber kanalları birer birer yayından çekilirken bir tek CNN kaldı, normal yayınına devam edebilen.
Ekranda başka şeyler oluyordu ama alt yazılarla son gelişmeleri haber veriyorlardı.
Türkiye, bir karanlığa giriyordu.
TRT de düşmüş ve darbecilerin bildirisini okumaya başlamıştı ki, CNN ekranında bir cep telefonunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı gördüm.
CNN Genel Müdürü Erdoğan Aktaş, karşı taraftaki evinden kalkışmayı haber almış, hemen patronu Aydın Doğan'ı aramış "CNN'e gitmek zorundayım. Ama köprüler kapalı.
Bana teknenizi verir misiniz" demiş ve onunla karşıya geçmişti. Yol kenarlarından sine sine iş yerine ulaşmış ve arkadaşlarına "Mutlak buraya da gelecek ve yayını kesecekler.
Bodrumda bir odadan yayını sürdürecek hazırlıkları hemen yapalım" demiş ve çarçabuk gizli bir "Yedek Yayın Odası" hazırlanmıştı.
Yukarısı basılıp, darbecilerin eline geçtiğinde, gerçek haberciliğe sadece CNN devam edebilmişti.
İşte bu kanalda, Hande Fırat bir mucize yarattı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'la, cep telefonunu kullanıp görüntülü bağlandı. Erdoğan Aktaş da o konuşmayı, görüntüleriyle yayına verdi..
Cumhurbaşkanı "Köprü başına, Hava Alanlarına, Meydanlara koşun.. Ben de şimdi İstanbul'a hareket ediyorum, Yeşilköy'de buluşalım" diye haykırdı.
Onu gördüm.. Dinledim. İçimdeki karanlık açıldı.
Kabuslarım sona erdi. Televizyonu kapadım.
Ertesi sabah, pırıl pırıl bir Türkiye'ye uyanacağımdan emindim artık.
Baş ucumdaki ışığı söndürdüm ve uykuya daldım.

*

Neden bu kadar emindim?..
Çünkü ekranda bir "lider" görmüştüm..
Recep Tayyip Erdoğan'ı sevmiyor, hatta nefret ediyor olabilirsiniz..
Ama kabul edin.. O bir lider..
Onun "lider" olduğunu tarih gösterdi.
Kasımpaşa'da doğmuş büyümüş. İmam Hatip Lisesi'nde okumuş, kümesini bile bilmediğim İETT takımında üç beş kuruşa futbol oynayan bir delikanlı, bugün Cumhurbaşkanı, hem de "Dünyaya kafa tutan" bir Cumhurbaşkanı ise, onu, sevin, nefret edin ama onda "lider" vasıfları olduğunu kabul etmek zorundasınız.
Ben sol fikirli bir insanım.
İlk oy verme hakkını kazandığımdan bu yana, yerel, genel hiçbir seçimde bir sağ görüşlü partiye oy vermedim. Buna babamın kurduğu ve Aslan Amcamın (Türkeş) lideri olduğu MHP dahil..
Ama 1957'de başlayan ve beni hep siyasetin içinde tutan gazetecilik hayatımda "lider"in ne olduğunu çok iyi öğrendim..
Eisenhower'e (İke kısa adı ile bilinir) atfedilen bir laf vardır.. "Sizi peşinden sürükleyebilecek bir liderin peşinden gitmeyin" dermiş.. Kastı Hitler'di tabii..
Hitler, koca Almanya'yı peşine takmış ve felakete sürüklemişti.
Amerika'ya Başkan olan İke için siyasi tarihçiler "Amerika'nın Başkansız da yönetilebileceğini kanıtlayan adam" diye yazdılar.. İyi askerdi belki ama, siyasi lider hiç değildi çünkü..
Başkan olmak başka şeydir, lider olmak başka şey..
Eskilerin sık sık anlattıkları "Vezir olmak ile adam olmak" kıssası gibi..
14-15 Temmuz gecesi ordusu, polisi, yargısı ele geçirilmiş Türkiye'yi, (Hem de öyle geçirilmişti ki, temizlik hala bitmedi. Her gün onlarla yenisi yakalanıyor, ama hala askerde, poliste, yargıda, bürokraside tonla FETÖ'cünün olduğunu dünya biliyor) halkının önüne düşerek kurtaracak bir lidere sahip olduğumuzu bildiğim, inandığım için o gece uykuya o kadar rahat daldım ve sabaha dek kesiksiz uyudum, işte..
Nokta..

*

Yazıya nokta koymuştum ki, bilgisayarımın yanında duran telefonumun ekranı yandı. Eğildim, okudum..
"Cumhurbaşkanı Erdoğan, telefon diplomasisi yaptığı tüm liderlere (Putin dahil) 'Fatih Sultan Mehmet ayni zamanda Ortodoksların da lideriydi, hükümdarıydı. Ayasofya'daki tüm eserler titizlikle korunacaktır' dediğini açıkladı."

***


İşte Fransa.. Antoine yapılan Mohamed!..

Mohamed Amghar, 1996 yılında bir yazılım uzmanı olarak başvurduğu şirkette, son aşamaya, yani "mülakat"a geldiğinde 40 yaşlarındaydı. Mülakatı yapan müstakbel patronunun teklifini duyunca dondu kaldı.
Patron "Adını bir Fransız ismi ile değiştirmelisin" dedi. Güldü.. "Philippe yapma sakın. Çünkü şirkette iki tane Philippe var zaten. Sen Antoine ol.."
Amghar "Çok kızmış, çok utanmıştım ama, mecburdum, yapacak başka şeyim yoktu" dedi.
1946'da, o zaman hala Fransa'nın bir parçası olan Cezayir asıllı bir ailenin oğlu olarak Paris'te doğmuştu. Yani doğma büyüme Fransız vatandaşıydı. Annesi ve babası da aynen öyleydiler. Ama ailecek Fransız Mohamed'e şimdi patronu "Hayır Mohamed, sen, adından dolayı herkes gibi gerçek bir Fransız değilsin" diyordu.
Naim Süleymanoğlu'nun adını Naum Salamanov yapan Bulgar Başbakanı Jivkov aklınıza geldi, değil mi?.
Mohamed, Antoine olarak işe girdi, mecburen. İş kartına "Antoine" yazdırdı.
E-mail adresini "Antoine" diye değiştirdi.
Uçak ve tren biletlerine "Antoine" yazdı, hep. Mesleki konferanslara katıldığında önüne konan tabelada "Antoine" yazdı, hep..
Ona Fransa'dan, ya da yurt dışından verilen performans ödüllerinin üzerinde de "Antoine" adı yazıldı, ya da kazındı.
Şimdi 63 yaşında emekli olan Amghar, şirketini mahkemeye verdi ve yıllar boyu uğradığı ayrımcılık ve gördüğü manevi şiddete karşılık 500 bin euro tazminat istedi.
Sömürgecilik devirlerinden kalan yasalar ve gelenekler yüzünden, ana vatan Fransa'ya göçen sömürge asıllı Fransız vatandaşlarına, poliste ve yargıda hep ayrımcılık yapan Fransız mahkemeleri henüz bu davayı kabul etmediler. Benzeri hiçbir dava bugüne dek kabul edilmediği için, Mohamed Amghar'ın sonu da ayni olacak gibi..
Tıpkı sadece Yahudi olduğu için "Vatana ihanet suçu ile idama mahkum edilen Yüzbaşı Dreyfus"u savunan ve "J'accuse/ İtham ediyorum" diye haykıran bir Emile Zola daha çıkmazsa..

*

Bu yazıyı The New York Times'da okuduğum bir röportaj haberden derledim..
Bizi Avrupa Birliği'nde istemeyen, Türkiye'de demokrasi değil, diktatörlük olduğunu iddia eden Fransa'dan, Macron'un Fransası'ndan bu haberi sizin de okumanızı istedim, sadece.

***


Yassah hemşerim!..

Türkiye'de bir şeyi düzeltemeyince, düzeltmeyi beceremeyince "Yassah hemşerim" demek, "Yönetim İlkesi" oldu, diyecektim.
Adalar'ın simgesi, Adalar kadar eski geleneği faytonları yasaklayan İmamoğlu'ndan sonra, deniz kenarında oturup çekirdek çıtlatma keyfinin, "Kabukları yere atıyorlar" diye resmen içine eden Üsküdar Belediye Başkanını örnek gösterip.. Diyemedim, çünkü dün baktım, Yakından Kumanda Yüksel Aytuğ benden evvel demiş, hem de ne güzel demiş..
"Üsküdar Belediyesi, sahillerdeki bu rezaleti önlemek adına radikal bir karar aldı. Bundan sonra ilçe sınırları içinde sokakta çekirdek yemek yasaklandı. Bunu ihlal edenler 61 lira ceza ödeyecek. Toplanan cezalar ise belediyeye bağlı Engelliler Vakfı'na fon oluşturacak.
İlk başta akla yatkın bir çözüm gibi görünüyor. Ancak 'yasak' en kestirme ama aynı zamanda en antidemokratik çözümdür.
Belediye bunun yerine, çitlediği çekirdeğin kabuğunu yere atanlara 10 katı, yani 610 lira gibi bir caydırıcı ceza kesse çok daha mantıklı ve işlevsel olurdu."
Tabii başkan.. Suç olan şey çekirdek yemek değil, sahili kirletmek.
Yanında bir poşet götürüp kabuklarını onun içine atan vatandaşın keyfini niye yasaklıyorsun. De "Kabukları yere atmak 500 lira", görelim bakalım, sahil tertemiz oluyor mu, kurallara saygılı vatandaşın keyfini kaçırmadan.. Yasakçı diktatör olmadan..
Fayton yasak.. Mangal yasak.. Piknik yasak.. Çekirdek yasak..
"Keyifle yaşamak yasak" deyin toptan da bitsin bu iş.. Bitsin ki, sizin beceriksizliğiniz de ortaya çıkmasın..

***


TEBESSÜM
Bir arkadaş bulma sitesi aracılığı ile tanışmış ve o gün öğleden sonra 3'te bir kafede buluşmaya karar vermişlerdi. Delikanlı bir arkadaşını ayarladı. "Kız felaket bişey çıkabilir. Sen beni üçü çeyrek geçe çaldır mutlak" dedi.
Tam üçü çeyrek geçe delikanlının telefonu çaldı. Kızdan özür dileyerek kalktı. Ağzını kapatarak sessizce konuştu ve kıza döndü..
"Özür dilerim" dedi.. "Kötü bir haber aldım. Büyük annem ölmüş.. Hemen gitmeliyim."
"Şükürler olsun" dedi genç kız. "Seninki ölmese, benimki ölecekti.."

SEVDİĞİM LAFLAR
"Bu dünyadan özgür bir adam olarak gitmek kadar büyük bir zafer yoktur."
Spartacus

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA