Mekân Birgi, lezzet kestane şekeri, film 'Aşkın Son Mevsimi', müzik yaz albümleri ve konserleri, tartışma konusu ise üniversite organizasyonları... BİRGİ KASABASI Bütün bunların arasında Birgi çok farklı, çünkü Birgi’de kıyı Ege’de gördüğümüz mimari dokunun bir parçası bile yok. Birgi’de Osmanlı donmuş kalmış. Kasabaya girer girmez müthiş bir sükûnetle karşılaşıyorsun. Çok ulu ve yüksek çınarlar ve kestane ağaçları var. Bir de her yerde adaçayı kokusu hakim. Birgi’de sıradan bir köy evi bile bildiğimiz Osmanlı evi gibi. Çok iyi de bir belediye başkanları var. Kasabanın tümü sit alanı, dolayısıyla kasaba çok iyi korunmuş. ZAMANIN DONDUĞU KASABA Birgi’nin üst taraflarında Aydınoğlu Mehmet Bey Camii denen bir cami var. Orada küçücük bir meydan var. İşte o meydanda dururken adeta bir zaman tüneline girmiş gibi, bir rüyanın içindeymişsin gibi hissediyorsun. Şimdiki zamana ait olan meydandaki bakkal bile bu atmosferi bozmuyor. Bakkal bile sanki 15. yüzyıla gitmiş. ÇAKIRAĞA KONAĞI Daha önceki restorasyonlarda çok ağır malzeme kullandıkları için ahşap yapı çökmüş. Bina hafif bir deprem geçirmiş gibi duruyor. Dolayısıyla içini gezmeye izin vermiyorlar. Kültür Bakanımız Ertuğrul Günay’dan konağın ayağa kaldırılması ve ziyaretçilere açılması için olaya el koymasını istiyorum. Çakırağa Konağı'ndan duvar resimleri Çakırağa Konağı'ndan duvar resimleri Çakırağa Konağı'ndan duvar resimleri BİRGİVİ HAZRETLERİNİN KABRİ Oradan aşağı indim. Yine büyük ağaçların altında pek çok kır kahvesi var. Buralarda Birgili hanımlar küçük gruplar halinde toplanmış yiyip içiyorlar, kahkahalar atıyorlar. Birgi’nin tümü bir mesire yeri gibi adeta… BİRGİ'NİN KESTANE ŞEKERİ HAFTANIN İZ BIRAKAN FİLMİ “Son İstasyon” romanını okuyup beğenen, Tolstoy’a çok değer veren, yazarın romanları kadar son dönemini de önemseyen birisi için “Aşkın Son Mevsimi” gerçek bir hayal kırıklığı… Tolstoy’un karısıyla arasında çoğu kişi tarafından bilinen problemler, filmde bir Amerikan romantik komedisi tadında işlenmiş. Bunu beklemiyordum. Aslında filmin ilk yirmi dakikasında “ne kadar güzel bir film” diye düşündüm. Christopher Plummer’ın Tolstoy tiplemesi ve Helen Mirren’ın oyunculukları muhteşem. Ama Tolstoy’un, hayatının son dönemindeki değişimi oldukça derin bir değişimdir. Ortodoks kilisesini bırakır ve neredeyse yeni bir din vaaz edecek bir hale gelir. Tolstoy dinlerin tek bir şey üzerinde yükseldiğini söyler: sevgi… Ve bir sevgi dinine inanmaya başlar. Tolstoy’un karısı ise tüm bunlara karşı çıkar ve kocasının yaşadığı değişimi anlayamaz. Burada aslında trajik bir çatışma görürüz. Fakat film bu çatışmayı komik bir hale sokmaya çalışmış. Bu da doğal olarak bende hayal kırıklığı yarattı. Yine de derin adamlar, son derece yüzeysel filmlerde bile derinliklerini muhafaza ediyorlar. O yüzden “Aşkın Son Mevsimi”ni seyretmek her şeye rağmen güzel. Ve elbette Tolstoy deyince aklına “Savaş ve Barış”, “Anna Karenina” gelen, ama onları bile okumamış gençler fikir edinmek için bu filme gitmeliler. 'ÜNİVERSİTE ÖDÜLLERİ REKLAM AMACI GÜDÜYOR' Bu ödül törenleri ve panellerde bir samimiyetsizlik görmeye başladım, o yüzden de üniversitelere artık gitmiyorum. Her sene mart ayından itibaren “kime ödül verirsek gelir” diye hesap etmeye başlıyorlar. “Haşmet Bey ödül almaya gelmiyor, ona vermeyelim artık” diyorlar. Böyle ödül olur mu? Medya ödülleri vermek için tören düzenliyorlar, ama önlerine gelen herkese ödül veriyorlar. Eğer medyada o yılın en parlaklarını seçiyorsan, her kategoride bir kişiyi ödüllendirirsin. Ama üniversitelerin amacı daha çok ünlünün gelmesi ve daha çok reklamlarının olması ve tabii ki daha çok konuşulmak… Şimdi üniversiteli arkadaşlar bana kızacak. Ancak Türk basınında, çok genç yazarlar da dâhil, kimsenin benim gibi üniversitelerin ve üniversitelilerin sorunlarını yakından takip ettiğini sanmıyorum. Hıncal ağabey geçen gün “Yaşamdan Dakikalar” ekibi olarak gittikleri bir üniversite paneline katılmadığım için “Haşmet yalnızları oynuyor, o yüzden gelmiyor” diye köşesinde yazmış. Ondan önce yine başka bir üniversite ziyaretinde “Haşmet asosyal bir adamdır” demiş. Bunlar işin esprisi, aslında hiç ilgisi yok. 'ÖĞRENCİLER HEMEN SIKILIP GİDİYORLAR' 'SOMUT KONULAR ÇERÇEVESİNDE TOPLANALIM' Ben üniversitelerden şunu beklerim: Türk sinemasında yeni denemeler gibi bir panel yapsınlar, ünlüler oraya gelsin. Böylece oturup konuşacak bir şey olur. Örneğin Van Üniversitesi’nin düzenlediği Hilmi Yavuz sempozyumu çok güzeldi. Yani üniversiteler bizi somut konular çerçevesinde çağırırlarsa çok daha keyifli bir sohbet gerçekleşir. 'ALBÜMDEN PARA KAZANAN YOK' Artık internet üzerinden tüm şarkılar bulunabildiği ve kimse albüm satışından para kazanmadığı için tüm yatırım konserlere yapılıyor. Çünkü para sadece konserlerden kazanılabiliyor. Yazın havalar sıcakken rahat konser verildiği için de albümler yaz mevsimine doğru piyasaya çıkıyor. Aslında konserler için izleyicilerin aldıkları biletlerle de para kazanmıyor müzisyenler. Paranın çoğu sponsorlardan geliyor. Müzik endüstrisinin acıklı gerçeği bu ne yazık ki… Örneğin Manga’nın, Haziran ayını kapsayan ve araya Eurovizyon Yarışması’nı da sıkıştırdıkları turne programları o kadar yoğun ki, okurken bile yorulursunuz. Kısacası popçular, ama daha çok da rock grupları, oradan oraya koşturuluyorlar. “Bana Bir Şey Olmaz” şarkısı hariç, Özlem Tekin’in albümü bende düş kırıklığı yarattı. Aynı şekilde Aslıl’nın albümü de öyle. “Makine” diye İzmirli bir rock grubu var, onları beğeniyorum. Türkiye’ye endüstriyel rock sound’unu getiren ilk grup “Makine” oldu. Türk rock’ındaki en ilginç çıkışı yaptılar. Özellikle “Üzgün” diye çok güzel bir parçaları var. Albümleri de çıktı, ama albümü hiçbir yerde bulmak mümkün değil. HANGİ KONSERE GİDİLİR?