Şu hayatta en sevdiğim yönetmenlerden biridir
Ken Loach. İngiliz sinemasına ayrı bir
sempati duymamı sağlamış, filmlerinde oluşturduğu karakterler sanki gerçekten tanıyıp da sevdiğim birileri gibi
kalbimde kalmış, iz bırakmıştır… Ve ben çok hayıflanırım,
1936 doğumlu Ken Loach artık yaşlanıyor, keşke daha
uzun yıllar aramızda olsa ve yeni filmlerini izlesek diye… İşte bu bakımdan, sinemalarımızda gösterilmekte olan
"Silver Linings Playbook/ Umut Işığım" filmi, benim için de ayrı bir umut ışığı! Zira bu filmle beraber, 1958 doğumlu ABD'li yönetmen
David O. Russel'dan - tabii ki şimdilik Ken Loach ustalığına erişmiş olmasa da -
benzeri bir tat almaya başladığımı söyleyebilirim.
Aslına bakarsanız David O.Russell'a duyduğum yakınlık ilk kez iki yıl önce
Christian Bale'e En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Oscar kazandıran
"Dövüşçü" filmiyle başlamış;
sahici dünyalar yaratırken sıradan/ içimizden karakterlere
vurucu öyküler monte etmekteki yeteneği beni heyecanlandırmıştı.
Velhasıl
Matthew Quick'in
romanından sinemaya uyarladığı Umut Işığım'da da aynı
sinema refleksinin devamını buldum, tattım.
Film, karısının ihanetini kendi gözleriyle gördükten sonra
akıl hastanesine düşen
Pat'in (
Bradley Cooper) , bipolar bozukluk (duygu durum bozuklukları, iki ayrı uçta mani ve depresyon hali, ani öfke atakları vs) tedavisinin ardından
yeni bir başlangıç yapma sürecini anlatıyor. Eski eşiyle barışma hayalleri kuruyor, kendine
çeki düzen vermeye, zor yaşam koşullarında ayakta durmaya çalışıyor ve bu esnada, mahallenin diğer "sorunlu" insanı
dul Tiffany ( iki yıl önce
"Gerçeğin Parçaları" filmindeki rolüyle En İyi Kadın Oyuncu Oscar adayı
Jennifer Lawrence) ile arkadaşlık kuruyor… Ve bu
arkadaşlık aslında farkında olmadan iki taraf için de karşılıklı bir
rehabilitasyon, iletişim kurma, güvenme, yardımlaşma,
yüzleşme, gerçeklerin farkına varma ve yeniden
sevme sürecine dönüşüyor.
Hikaye itibariyle filmin hafif bir "romantik komedi" gibi göründüğünü düşünebilirsiniz ama daha çok, içinde
güçlü ironi taşıyan bir dram gibi hissettirdi bana kendini.
Senaryo ve
karakterler çok iyi; Pat ve Tiffany'nin birbirini anlama sürecine tanık olduğumuz
diyaloglar çok sağlam. Bu sayede öykünün evrimi
gerçekçi/ inandırıcı.
Bana göre filmin aksayan tek yanı, sadece finalde
klişe romantik komedi atmosferi ve fotoğraflarına sahne olma tuzağına düşmesi… Filmin en büyük
güzelliklerinden biri ise, Pat'in fanatik Eagles taraftarı bahisçi
babası rolünde izlediğimiz
Robert De Niro.