ELE AVUCA SIĞMAZ SOKAK ÇOCUKLARIYIZ
- Üçünüzün de ortak özelliği, özgürlüğünüz elinizden alınmamış, hâlâ oyun içindesiniz. Bedeller ödediniz mi oyunun içinde kalabilmek adına?
- NEBİL ÖZGENTÜRK: Biz dokunan bir kuşaktık. Hayaller, düş ve oyun üçgeninde şanslıydık. Bugünün çocukları sadece bilgisayarla kendileri arasında bir dünya kuruyor. Dokunulan bir hayat yok, bir eşyaya dahi dokunmuyorlar, sadece parmak ucuyla bir ekrana dokunup Kanada'ya ulaşabiliyorlar ama bu oyun mudur, bu hayali, düşü getirir mi? Kaygım var.
- S. A: Kızım Ilgın, yedi-sekiz yaşındayken odasında birden bire ağlamaya başladı. Bilgisayarın karşısına oturmuş ağlıyor. Bana 'Baba sen öldün,' dedi. Bir oyunda şehir kuruyormuş, sanal evde yangın çıkmış, beni kurtaramamış, ağlıyor. Ilgın hayatında hiçbir zaman bir ağacın dalına ev yapmadı. Ağaca tırmanmayı bile bilmez. Biz evi bilgisayarda değil ağaçların dalarından yapardık, babamızdan korkardık çünkü baba gelince oyun biter ve biz de eve girerdik. Bizim oyun-baba ilişkimiz buydu.
- İ. Ş: Bu teknolojik gelişmenin geri döndürülmesine imkan yok. Nebil'in kaygılarını o kadar anlıyorum ki, Nebil'in çocuğu da inşallah doğacak, büyüyecek, yaşayacak ama daha sonraki yıllarda gelişmenin daha ağır olacağını düşünüyorum. Yaşam imkanları azalacak. Bu gerçekleri gördüğüm zaman, dört-beş gündür şunu düşünüyorum. Taptığım ağaçlardan bazıları, yüzyıllık çınarlar, Fenerbahçe'de, belediye otobüsleri geçemiyor diye kesilmiş. Gençliğimden beri gördüğüm o ağaç yok edilince, geleceğin çocukları için endişem artıyor.
- Kim daha serseri ruhlu aranızda?
- S. A: Bir araya geldiğimizde ele avuca sığmaz, annesi pencereden çağırsa 'Sokak çocuğu mu olacaksın? Eve gel,' dendiğinde girmek istemeyen sokak çocuklarıyız işte.
- İ. Ş: Bir 'İstanbul efendisi', bir 'İstanbul çocuğu' kavramı vardır. Bu ikisi arasında grilikler var. Ben İstanbul çocuğuyum. Aynı zamanda anarşistim.
- N. Ö: Hani tiyatrocular vardır ya, sahnede ölmek ister. Ben sokakta ölmek isteyecek kadar sokak çocuğu hissediyorum kendimi.
50 yaşında baba oluyorum
- Çocuklarınızı büyütürken, pişmanlıklarınız, kendinizi eleştirdiğiniz, hatalı bulduğunuz halleriniz oldu mu? - N. Ö: Benim oğullarım 24 yaşında. Şu anda Londra'da master yapıyorlar. İkizlerimle mesafeli bir babaoğul ilişkim vardı. Biraz da mesleki hırslarımın başlarındaydım. Büyük emek veremediğimi söylemek isterim. 50 yaşımda ikinci kez oğlan babası olacağım. Onun her ânını hissetmek istiyorum. Gerekirse evde oturup çocuğuma bakarım. 25 yaşında babaydım, aylık maaşımı kazanabilmek için 10 dakika geç kalamıyorduk işe
. - İ. Ş: Türkiye'de iyi baba gerçekten az. Ben iyi bir babayım... Çocuğa hissettirilecek yegane şey şudur: 'Ne olursan ol seni seveceğim.' Biz çocuklarımızı annelere rağmen sevdik. Anneler çocukları öyle seviyorlar ki, bu sevgi o kadar marazi ki, bir babanın aynı zamanda iyi bir baba olabilmesi için annelere rağmen yapması lazım bazı şeyleri.
- N. Ö: Söz ver İlhan Ağabey, bunun bestesini yapacaksın.
- İ. Ş: İyi fikir (gülüyor). Bir annenin çocuğuna duyduğu sevgiyi bir erkeğin anlamasına imkan yok. Anne ile ortak bir karara varmak lazım. Yanlışlar, kavgalar olabilir. Ama yapılacak bir tek şey var, 'Ne olursan ol, biz seni seveceğiz.' Bu çocukta şöyle bir şey demek: 'Ben hangi yanlışı yaparsam yapayım, eve döndüğümde beni seven iki kişi var.'
- N.Ö: İkizler bana bunu itiraf etti. 17 yaşında iken, 'Baba biz annemle yoğun yaşadık. Bizi hep esirgediği için hafif ürkekliği görmüşüz, senden de serseriliği öğrendik. Şimdi anlayış göster, senin kadar girişimci olamıyorsak. Çünkü ağırlığı annem taşıdı,' dediler.
- S. A: Çocuğun yetişmesi konusunda tüm yükü tamamen kadına bırakıyoruz. Kural koyan, kötü insan rolünü hep kadına bırakıyoruz.