Türkiye'nin en iyi haber sitesi
METİN SEVER

Kandan kına yakılmaz

Yıllar önceydi.
Henüz 'büyük hikâyeler' dönemi...
Eşitlik, adalet, özgürlük ve sosyalizm umuduyla faşist saldırıların verdiği acının yan yana yürüdüğü günler.
Yer Tepebaşı'ndaki Kazablanka Gazinosu.
Dönemin en önemli gençlik örgütü Dev-Genç tarihi bir kararın eşiğinde. Örgütün İstanbul kanadı faşist saldırılar karşısında pasif bulduğu merkezden, yani Ankara'dan ayrılmanın eşiğinde.
Salonun içi dışı tıklım tıklım.
Gençlik liderlerinden biri kürsüye çıkıp konuşmaya başlıyor: "Bundan sonra bir devrimci ölürse, iki faşist ölecek. İki devrimci ölürse dört faşist ölecek. Üç devrimci ölürse altı faşist ölecek..."
Henüz tüyü bile çıkmamış bir çocuktum ama bu sözler beni çok heyecanlandırmıştı. O toplantıdan aklımda kalan tek cümle bu oldu. Eve, okula gidemediğimiz, saldırıların yoğunlaştığı o günlerde bu yaklaşım bir 'kurtuluş', bir 'çözüm' gibi gelmişti muhakkak.
Faşist şiddete karşı "devrimci şiddet"...
Ve cinayetler cinayetleri çağırdı. Ölmek ve öldürmek kutsandı. Sık sık Gülhane Parkı'nın karşısındaki morg binasının önünde olurduk. (Hayatın ironisi olsa gerek bu bina daha sonra Devlet Güvenlik Mahkemesi oldu. Şimdi ise çocuk mahkemesi olarak kullanılıyor.) Zamanla kalplerimiz katılaştı. İlk başlarda 50- 60 bin kişiyle düzenlenen cenaze mitinglerine katılanların sayısı azaldı. Cenazeler üç-beş bin kişiyle kaldırılmaya başlandı. Her sol örgüt kendi cenazesini kaldırıyordu. Kimsenin 'başkasının' cenazesiyle ilgilendiği yoktu. Cinayetler arttıkça ölüm sıradanlaştı. Kanıksandı. Gazetelerin birinci sayfalarından iç sayfalarına 'düştü'. "Dün Türkiye'nin değişik kentlerinde 10 kişi öldürüldü." Üç paragrafa sığardı o 10-15 hayat. 'İnsan hikâyeleri' yoktu. Birer sayıydılar. Oysa ateşin düştüğü yerde anneler, babalar vardı.
Hiç unutmam. Binlerce ölüm arasında adı mıh gibi aklıma çakılı kaldı. Nurettin İl. Faşist bir polis tarafından öldürülmüştü. Biz 'savaşta' yitirdiğimiz bir devrimciyi daha hançeremizi yırtan sloganlarla "güneşe gömmek" için hazırlık yapıyorduk. Birden babası dikkatimi çekti. Kaldırıma çökmüş kalmıştı.
Köylü kasketi hafif yana kaymış. Öylece oturuyordu. Kaskatı ve çaresiz. Çünkü Nurettin onun için 'bir' değil, 'biricikti.' Babası 'biricik' oğluna ağlarken şiddet şiddeti çoğalttı. "Şiddet" kendi evlatlarını yemeye başladı.
Daha sonra da kendi içlerinde yaratılan "hainleri." "Davadan dönenleri." Yıllar sonra hep düşünmüşümdür. Bu şuursuzluk haline nasıl esir düştük diye.
Oysa yıllar sonra tüm bunların şiddetin bizzat kaynağı olan devlete yaradığını gördük.
Herkes büyük bir tezgâha gelmişti.
Belediye otobüsüne atılan Molotof kokteylinin isabet etmesiyle yanan 16 yaşındaki Serap Eser'in öldüğü haberi gelince bunları düşündüm.
Ardından Tokat'ta öldürülen Harun, Onur, Kemal, Ferit,Yakup, Cengiz ve Fatih'in ölüm haberleri geldi. Yüreğim ağırlaştı.
Yıllar geçti, sanki hiçbir şey değişmiyor.
Muktedir 'doğası' gereği şiddet uygulamaya devam ediyor. Mazlum şiddetten medet umuyor. Kötülük bulaşarak varlığını sürdürüyor.

POLİTİK BİR ARAÇ OLARAK ŞİDDET

Evet Weber'in açık sözlülükle ifade ettiği gibi devlet "fiziksel şiddetin meşru kullanımını tekelinde bulunduran" bir yapı olarak dünyadaki varlığını sürdürüyor. Zulüm var. Adaletsizlik var.
Sömürü var. Ancak bunları ortadan kaldırmak için şiddeti yöntem olarak seçmek bir kör kuyuya düşmek anlamına geliyor. Şiddet kendisini politik yöntem olarak seçenleri çürütüyor. Adalet için yola çıkanlar bir müddet sonra başka bir adaletsiz oluyor. Devletin zulmüne karşı çıkanlar, 'küçük devletçikler' haline geliyor. Çünkü mağdurun şiddeti, iktidarın şiddetinden daha hayırlı değil.
Düşmanına benzeyerek daha iyi bir dünya, daha adil, eşit ve özgür bir hayat kurulamıyor. Sosyalist devrimler dahil.
Ayrıca siyasi hareketlerin şiddeti araç kabul etmeleri politik ve teorik olarak sorunlu. "Tarihte zorun rolü" ile şiddet arasındaki ayrımı yapamamak kitleler nezdinde ezen-ezilen arasındaki farkı silikleştiriyor. Haklılığı ortadan kaldırıyor. Troçki'nin dediği gibi, mazlumların canının yanmasına, iktidarın daha fazla baskı ve şiddet uygulamasına neden oluyor. "Kitlelerin bilinçli rolünü küçültüyor. Acze mahkum ediyor."
Ve en önemlisi, kitlelerin barış için mücadele etme arzularını sekteye uğratıyor.

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA